Haftanın Filmi – Suyun Sesi / Gökhan Barış Pekşen
“The Shape of Water”
Fakat bir gün laboratuvara çok değerli bir yaratık gelince, Eliza ve bu yaratık arasında anlatılmayacak kadar derin bir aşk yaşanmaya başlar.
Fakat bu yaratık, oldukça katı birisi olan Strickland (Michael Shannon) tarafından işkence görmeye başlayınca Eliza, yaratığı özgür bırakmak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışır..” Filmlerini sevin veya sevmeyin ama Guillermo del Toro hakkında şunu asla inkar edemezsiniz: Adam görsel açıdan bir dahi. Pan’s Labyrinth ve Crimson Peak gibi düşük bütçeli ve Hellboy serisi ile Pacific Rim gibi dev filmleriyle bunu çoktan kanıtlamayı başardı. Bu yüzden Toro’nun yeni filmi The Shape of Water için oldukça heyecanlıydım.
Her ne kadar Toro en sevdiğim yönetmenlerden birisi olmasa da bilindik bir hikayeye görsel açıdan nasıl bir farklılık kazandıracağını merak ediyordum.
Eğer The Shape of Water’a sadece görsel görsel açıdan bakacak olursak, film sırasında kelimenin tam anlamıyla bir görsel şölen yaşayacaksınız.
Yeşil ve mavi tonların yoğunlukta olduğu bir renk paleti, kameranın film boyunca yaptığı usul hareketler ve genel itibariyle bu filmin estetiği, gerçekten de The Shape of Water’ı eşsiz bir sinema deneyimi haline getiriyor.
Ve Guillermo del Toro, bir kez daha yönetmenlik koltuğunda harika bir iş çıkartmış.
Oldukça bilindik bir hikayeye kendi karanlık bakışını getirip The Shape of Water ile 1950’lı yılların sinemasına bir aşk mektubu yazarak sadece yetişkinlere özel bir masal hazırlamış. Buna benzer bir şeyi geçtiğimiz yıl La La Land yapmıştı, geçmiş yıllarda geçen bir müzikal konseptini günümüze taşıyıp o zamanların nostaljik havasını hiç bozmamıştı, bir nevi imkansızı başarmıştı.
Bunun dışında oyunculuklar enfesti. Sally Hawkins’i bundan önce ufak işlerde izlemiştim ama oyunculuğunu pek dört dörtlük bulmamıştım. Fakat Hawkins, bu filmde beni tek kelimeyle büyüledi.
Film boyunca hiç konuşmadığının farkındayım ama sırf onun yüz ifadesinden ve mimiklerinden karakterinin yaşadıklarını bize derinden yaşatıyor adeta.
Hawkins’in çok cesur bir performans sergilediğini düşünüyorum. Oscar’a aday olur mu bilmem ama performansı kesinlikle takdir edilmesi gereken türden.
Ayrıca Michael Shannon, her zamanki gibi karakterine ve duruma %100 hakim bir performans sergilemiş.
Shannon’ın bu filmdeki karakteri oldukça ciddi ve sürekli hayatta bir şeyleri başarmaya çalışan birisi.
Ve Shannon, bu karakterin içinde resmen kaybolmuş.
Onu bu filmde izlemek çok keyifliydi.
Bunun dışında benim için filmin en hoş sürprizlerinden birisiyse Octavia Spencer’dı.
Spencer, filmdeki en komik diyaloglara sahipti ve gerektiğinde karakterine gereken duygusal ağırlığı getirmeyi başarıyor.
Yalnız eğer bu filmden konuşuyorsam, yaratığın görünüşünden ve üzerinde kullanılmış olan görsel efekt harikasından kesinlikle bahsetmem gerekiyor.
Hani War For The Planet Of The Apes eleştirimde o filmin hayatımda gördüğüm en iyi “motion-capture” efektine sahip olduğunu söylemiştim ya?
The Shape of Water benim için bu unvanın yeni sahibi olabili.
Bu yaratığa koydukları detay sayısına resmen inanamadım! Gerçek gibiydi!
Yaratık için görsel efektleri hazırlayan kişilere buradan şapka çıkartıyorum, çünkü resmen dahi işi bu.
Ama eğer senaryoya bakacak olursak, The Shape of Water oldukça tahmin edilebilir bir film.
Eğer filmin fragmanını izlediyseniz, hikayenin nasıl ilerleyeceğini rahatça tahmin edebilirsiniz.
Bunun yanı sıra her ne kadar Shannon’ın performansı harika olsa da, canlandırdığı karakterin benzerlerini bu tarz filmlerde defalarca izledik.
Bu nedenlerden dolayı film zaman zaman büyüleyici etkisini biraz kaybedebiliyor.
Ama eğer buna pek aldanmazsanız, The Shape of Water’ı izlerken çok etkileneceksiniz.
Çünkü hikayesinden ziyade bu filmi eşsiz kılan şey Guillermo del Toro’nun yönetmenliğinden ve kusursuz oyunculuklardan geliyor. Filmin içindeki bu şeyler o kadar başarılıydı ki, hikayesinin tahmin edilebilir olmasına çok da aldanmadım doğrusu. Eğer 1950-1960’lı yılların sinemasına bir nostalji yolculuğu yapmak istiyor veya bilindik bir romantik filme getirilen farklı bir bakış açısı görmek istiyorsanız, bu filmi vizyona girdiği zaman sakın kaçırmayın.
Tam olarak bir başyapıt değil fakat türünün benzer filmleri arasında kesinlikle en özgün olanlarından birisi.
İyi seyirler 🎬
FİLMİN İYİ YANLARI: + Guillermo del Toro’nun kusursuz yönetmenliği. Görsellikler. + Sally Hawkins ve Richard Jenkins’in performansları. + Yaratık için kullanılan görsel efekt. FİLMİN KÖTÜ YANLARI: – Hikayesinin ve bazı karakterlerin tahmin edilebilir olması. TOPLAM PUAN: 8.3/10