Dolar 34,4924
Euro 36,4926
Altın 2.947,93
BİST 9.031,82
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

İlk İşçi Romanı Çulluk (1927) | Terzi Nuri Kaymaz

14.01.2020
40.470
A+
A-
İlk İşçi Romanı Çulluk (1927) | Terzi Nuri Kaymaz

Güngör Gençay, Üç Kapıdan, Gerçek Sanat Yayınları, 2004

Mahmut Yesari’nin Çulluk isimli kitabı birçok araştırmacı tarafından Türkçe’de yayınlanan ilk işçi romanı olarak kabul ediliyor. Yesari Çulluk‘ta, Cibali Tütün Fabrikası ile Cağaloğlundaki bir matbaada çalışan işçilerin çalışma koşullarını anlatıyor. Tabi ilk dönemlerde yazılan diğer işçi romanlarında da göreceğimiz gibi bu kitapta da işçi sınıfının kurtuluşu ile ilgili herhangi bir tezahür yok. Ama dönem itibariyle de yazın alanında bu anlamda yüksek bir beklenti içine girmenin de gerçekliğinin olmadığı düşünüyorum.

Afrodit Buhurdanında Bir Kadın (1939)

Aynı dönemde yazılmış romanlardan Afrodit Buhurdanında Bir Kadın da ilk işçi romanlarımızdan sayılabilir. Benzer konulara daha sonraki romanlarında da değinen Reşat Enis’in bu kitabı edebi açıdan zayıf olarak kabul edilse de maden ve fabrika işçilerinin çalışma koşullarını anlatması nedeniyle önemli bir roman olarak karşımıza çıkıyor.

Aganti Burina Burinata (1945)

Halikarnas Balıkçısı’nın Aganti Burina Burinata isimli eseri işçi romanları arasında çok sık karşılaşmadığımız deniz emekçilerinin öyküsü anlatıyor. Kitapta yük taşıyan yerli teknelerle yolcu taşıyan yabancı teknelerde çalışan deniz emekçilerinin çalışma koşulları anlatılıyor.

İlerleyen yıllarda toplumcu gerçekçi sanat akımının etkisiyle beraber köyü eleştirel bir biçimde anlatan kitapların yanı sıra işçi romanları da daha sık yazılmaya başlanıyor. Tabi işçi romanları (ve öyküleri) dediğimizde karşımıza sıklıkla Orhan Kemal ismi çıkıyor. Orhan Kemal yazdığı romanlarda işçilerin yaşam koşullarını abartısız, ustaca anlatırken birçok yazarımızın karşılaştığı estetik aktarım sıkıntısını da aşabiliyor. Cemile, Murtaza, Bereketli Topraklar Üzerinde, Orhan Kemal’in akla ilk gelen işçi romanları arasında yer alıyor.

Bereketli Topraklar Üzerinde (1954)

1954′te 288 sayfa, 1964′te ise 427 sayfa olarak yayınlanan kitapta bir ayağı köyde bir ayağı şehirde olan köylü-işçiler anlatılmaktadır. Çalışmak için köylerinden Çukurova’ya gelen 3 arkadaşın “bereketli topraklar”’da yaşadıkları kitaba konu olarak seçilmiştir. 3 arkadaşın temsil ettiği farklı karakter üzerlerinden çalışma yaşamının tüm zorbalığı kitapta ustaca anlatılmıştır.

Orhan Kemal’in eserleriyle birlikte 50′li yıllar ve sonrasında işçi romanlarına daha sık rastlamaya başlıyoruz. Sendikal mücadelenin 60′lı yıllarda artmasıyla beraber ezilen, hor görülen işçilerin bireysel çıkışlarının yanı sıra sendikal örgütlenme de romanlara konu olarak seçiliyor.

Sarı İt (1968)

Sendikal mücadelenin anlatıldığı ilk eser olarak görülen Sarı İt’de Reşat Enis sendikal mücadele ve (özel olarak sarı sendikalar), Almanya’ya işçi göçü gibi konulara değinmiştir. Benzer bir dönemde benzer bir konuya (senaryosunu Vedat Türkali’nin yazıdığı) Ertem Göreç’in Karanlıkta Uyananlar filminde değilnilmiştir. Bu filmde de, grevin artık yasal bir hak haline geldiği 1963 sonrası ilk dönemde bir boya fabrikasında çalışan işçilerin örgütlenme çabaları, bilinçlenme ve greve gitme süreçleri anlatılmıştır.

70′li yıllara gelindiğinde türkiyede sosyalist hareketlerin güçlenmesiyle birlikte edebi alanda da politik üretimlerde artışlar olmuştur. Bu dönemde ağırlıklı olarak köyden kente göç, yoksulluk sorunu ve devrimci özne konuları romanlarda anlatılırken edebiyatımız içerisinde önemli bir yerde duran Tutunamayanlar ve Bir Gün Tek Başına gibi kitaplar bu dönemde yazılmıştır. Dönemin politik atmosferine rağmen işçi romanı olarak değerlendireceğimiz romanları sayısı yine de çok sınırlıdır diyebiliriz. Fethi Naci dönemin yazarları ile ilgili şöyle bir saptamada bulunuyor: “Küçük burjuvaları çok iyi anlatan Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür gibi romancılamızın, işçilerden söz açtıkları zaman, ortak bir tutumla, işçileri idealize ettiklerini görüyoruz.”

Şimdi bu dönemde yazılan birkaç romana göz atalım:

Grevden Sonra (1976)

Kendisi de bir matbaa işçisi olan Hakkı Özkan, Grevden Sonra isimli kitabında yenilgiyle sonuçlanan bir grev sonrası İstanbul’a gelen Nuri’nin öyküsü anlatıyor. Nuri’nin İstanbul’da bir matbaada çalışırken “ailecek başlarını sokabilecekleri” bir gecekondu inşa etme çabası kitaba konu olarak seçilmiştir.

Ölümün Ağzı (1979)

Madencilik işkolu hem çalışma şartlarının kötülüğünden hem de bu alanda verilen mücadelelerden ötürü önemli bir yerde duruyor. Söz konusu Türkiye olunca bir de “mükellefiyet” dönemi gibi koşulların daha da kötü olduğu bir dönemle karşılaşıyoruz. İrfan Yalçın Ölümün Ağzı isimli romanında Zonguldak’taki maden ocaklarında mükellefiyet döneminde yaşanılan zorla çalıştırılma konusuna odaklanıyor.

E-5 (1979)

Güney Dal E-5 isimli romanında edebiyatımızda başka örneklerine de rastladığımız göçmen işçi konusuna değinmiştir. Fikrimin İnce Gülü (1976), Memeleri Büyüyen İşçi (1976) gibi romanlar da göçmen işçiler konusunda aynı dönemde yazılmış işçi romanları arasında yer alıyor.

1980 Sonrası

12 Eylül’ün etkileri, sosyalist bloğun çözülüşü, sermayenin yeni saldırı planları 80 sonrası dönemde her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da büyük değişikliklere yol açıyor. Genel bir eğilim olarak politik romanlar yazımından kaçınılması elbette işçi romanlarının yazılmasını da etkiliyor. Öyle ki çok az sayıda ürünün ortaya çıkması çoğu zaman nitelik tartışmasını bile yapılamaz hale getiriyor. Bu dönemle ilgili Ömer Türkeş’in tesbiti son derece yerinde:

“Metalar dünyasının ve dolayısıyla zenginlik imgesinin ekonomik hayattan sanki bağımsızmışcasına hikaye edilmesi, taşranın ışıklarının sönmesi, emekçilerin ve meselelerinin roman içeriğinden dışlanışı, hiç kuşkusuz Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmelerinden zihinlerin medyada yansıyan metalarla işgal edilmesinden, o metalara sahip olmak ya da hiç durmadan gözler önüne serilen şık ve eğlenceli mekanlarda yer alabilmek arzusunun şiddetindendir.”

Şimdi 1980 sonrası yazılan birkaç esere değinelim:

Berci Kristin Çöp Masalları (1984)

Latife Tekin’in tamamen çöpten yapılmış bir mahallede, çöpten geçinen kişileri anlattığı kitabı anlatım tarzı itibariyle de özgün bir işçi romanı olarak karşımıza çıkıyor.

Direnen Haliç (1-2) (1988)

Kendisi de işçi olan Nejat Elibol kitabında, Alibeyköy’de 1975 yılında farklı fabrikalarda yaşanan direniş süreçlerini anlatıyor. İşçilerde sınıf bilincinin uyanış sürecinin detaylıca incelendiği kitapta dönemin politik atmosferi de başarıyla aktarılıyor.

Can Dostu (1999)

Yücel Sarpdere, yoksul bir gecekondu mahallesinde geçen romanında, işçilerin yanı sıra mahalledeki diğer seslere de kulak vererek zihinsel gelişimini tamamlayamamış bir genç ile onunla dostluk ilişkisi kuran devrimci bir çiftin(Oya ve İbo) öyküsünü anlatıyor.

Grizu (2005, 2006, 2007, 2011)

Muzaffer Oruçoğlu’nun 4 kitaplık bir seri olarak yayınladığı romanı, maden işçilerinin yaşam koşullarının anlatıldığı oldukça hacimli bir çalışma. Oruçoğlu’nun ocaklarda çalışmadan dışarıdan edindiği belgeler ve yoğun bir araştırma sonucu yazdığı seriye yönelik, anlattığı dönemi çok iyi yansıtamama, abartılı ögeler içerme gibi eleştiriler olsa da maden işçilerini konu alan önemli eserler arasında bu seriyi kolaylıkla yazabiliriz.

Türkiye’de işçi romanları neden yazılamıyor?

1927′den günümüzde işçi romanlarına hızlıca bir değindikten sonra işçi romanlarının neden bu kadar az sayıda yazıldığını ve yazılanlarda da neden nitelik sorunuyla karşılaştığımızı masaya yatırmak gerekiyor.

İşçi romanlarının az yazılma nedenlerini irdelediğimizde nesnel koşulların yanı sıra öznel tercih sorunuyla da karşılaşıyoruz. Türkiye’nin geç kapitalistleşmesinden kaynaklı roman türüyle (ve de işçi romanlarıyla) geç tanışması nesnel nedenlerin başında yer alıyor. Roman türüyle 1800′lü yılların sonunda batılılaşma politikaları sonucunda tanışılırken işçilerinin hayatlarının romana yansıması 1923 burjuva devriminin sonrasını buluyor. 1900′lerin başlarından itibaren savaş dönemine giren Osmanlı’da sanayileşme adımlarının yavaşlaması(hatta durma noktasına gelmesi), işçi romanlarının yazılması için gerekli koşulların bujuva devriminden sonra oluşmasına neden oluyor. Savaş dönemi edebi üretimlerinde ise (ve konumuz gereği özel olarak romanlarda) kahramanlık, yiğitlik konuları daha sıklıkla işleniyor. Halide Edip Adıvar’ın çalışmaları bunlara örnek olarak gösterilebilir.

Burjuva devrimi sonrasında ise sanayi atılımı, bazı işletmelerin millileştirilmesi sürerken ideolojik alanda “Türk toplumunun sınıfsız olduğu” anlatılmaya çalışılmıştır. Sınıfların olmadığı, herkesin çıkarlarının ortak olduğu bir toplumda işçilerden neden bahsedilsin ki?!!! Bu dönemde (ve sonrasında) muhalif yazarlar üzerindeki baskı da işçilerin yaşamlarının romanlarda yer bulmasını güçleştirmiştir.

Bir yandan sanayi atılımları sürerken edebiyat alanında batılılaşma sorununun yanı sıra köy sorunu da kendisine yer bulmaya başlamıştır. Çıkrıklar Durunca gibi eserler köye toplumcu gerçekçi açıdan yaklaşımın ürünleri olarak karşımıza çıkmıştır. İşçi romanlarında da değineceğimiz gibi köy sorununa odaklanan birçok eserde köye giden “fedakâr aydın” profili çizilmiştir. Bu bir yandan köy sorununun romanlara konu alması itibariyle olumlu gibi görünürken öte yandan köye dışarıdan, çoğu zaman gerçekçi olmayan bir bakışla yaklaşılması ve köylünün niyetten bağımsız bir şekilde hor görülmesi gibi sorunlara yol açmıştır.

Kaynakça: Ömer Nida, İşçi Tiyatrosuna Doğru, Gerçek Sanat Yayınları.İst.1988 Nesin Vakfı, Edebiyat Yıllığı 1983

Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.   http://yaziatolyesi.com/   Editör: Hatice Elveren Peköz   Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com   GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM
  1. Administrator dedi ki:

    Emeği Geçen, yazarlara ve Nuri Kaymaz’â bu gibi güzel yapıtları tanıttığını, okura ulaştırdığı için teşekkürler…