Gücü ve bilgiyi elinde bulunduran, yasal uygulamaları düzenleyen, uygulamalarını denetleyen ve yargılayan, verdiği kararları sorgulatmayan, yönetsel çemberi içinde bulunan, mülkiyetin (toprağın) tek sahibi ve yaşamsal sürecin tek karar vericisidir.
Kral; elinde bulunan bilgi veya güçten her hangi birini kaybetmesi halinde, egemenliği biter ve yaşam çemberinin dışına gönderilir. Onun yerine geçecek kimlik, kaybettiği gücü ve bilgiyi, elinde bulunduran bir kimlik olacaktır. ‘’Kral öldü ..! Yaşasın kral..! ‘’ sözü bu eylemi destekleyici yönünde söylenmiştir.
Bu sistemde, birey mülkiyet sahibi olamaz; düşüncesini özgürce açıklayamaz, varlığının tamamı krala aittir.
Toplumsal sorgulamalar; kralın gücünü kaybettiği ve bilgisinin yetmediği süreçte başlar. Kral; bu statüsünü koruyabilmek için insanın bilgiyle ulaşamayacağı, inançsal alanlara başvurur.
Birlikte ortak yaşamın kurgulandığı ilk toplumsal ahlak yası olan ‘’on emir‘’ bu örneklemelerden biridir. Hz. Musa, her ne kadar Kral olmasa da; özgürlüklerin yol göstericisi olan bir liderdir.
İşte bu süreç, Kralın hakimiyet yetkisini (üst yönetici veya yol gösterici)? Tanrı’ya devretme sürecidir. Bu sürecin tanımlaması, “Hakimiyet kayıtsız şartsız Tanrının’dır ‘’ sözü ile özdeştir.
Günümüze kadar gelen bu yönetsel süreç, insan hak ve özgürlüklerinin temel alındığı demokratik ülkelerde sembolik, yönetsel bir kavram olarak devam etmektedir. Bunun en güzel örneği Galler, kuzey İrlanda, İskoçya ve İngiltere‘den oluşan birleşik krallıktır.
Diğer bir örnekte hepimizin bildiği kutsal toprakları kapsayan, tek kişinin yönetimin ve denetiminde olan Suudi Arabistan krallığıdır.
Demokrasinin başlangıç süreci, günümüz demokratik anlayışından çok uzaktadır.
Demokrasi anlayışı M.Ö. 5 yy. da, Antik Yunan da site yönetim (şehir devleti) örgütlenmesini tanımlamak amacı ile kullanılmıştır. Ayni çember içinde yaşanan topluluğun (Halk) iktidarını tanımlayan demokrasi sözcüğü, ayni zamanda Antik Yunan siyaset düşüncesinin temelini oluşturur.
Antik Yunan da demokratik yönetim, günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce kendisini Tanrı’nın elçisi olarak gören Kralın (Tiran’ın) yönetim anlayışını bireyin, özgür kimliği ile sorgulayarak, düşünceden eyleme geçirme sürecidir. Birey bu eylemi ile tebaa (varlığı ile tek yöneticiye ait olan) kimliğinden çıkıp özgür yurttaş kimliğine bürünmüştür. Artık belli koşullarda seçme ve seçilme hakkını kazanmıştır. Demokrasi, yurttaşın doğuştan kazanılmış hakkı idi. Yurttaş seçimlere katılan, halk meclislerine aday olabilen, kamu yönetiminde pay sahibi olan kimlikti. Yalnızca bu yönetim şekline kadınlar, köleler ve yabancılar katılamazdı. Gördüğünüz gibi kadınlar hala yönetim siteminin içinde değiller. Köleler, emekleri karşılığı iş gücünü üretenler sınıfına dahil değiller. Yabancılar da aramızda uzun süre yaşasalar dahi ötekileştirdiklerimiz arasındalar.
Bu sitemi kuran ve benimseyen yurttaşların özen gösterdikleri tek şey özgürlükleri idi. Bu özgürlük ise Halkın kendi kendisini yönetme sistemidir. Yani demokrasidir.
Demokratik sistemin gelişmesine, felsefenin üç şovaliyesi sayılan Sokrates (M.ö.469-399); Platon ve Aristo’dur. Sokrates ‘’Kendini bil‘’ sözü ile yaşamın etik değerlerini sorgulamış; bu yolda yaşamı pahasına bile olsa geri dönmemiştir.
Platon’un (M.Ö. 427-347) en önemli eseri olan ‘’DEVLETTE” güvende ve eşit şartlar altında, birlikte yaşamı kurgulayan bir sitemden bahseder. Bireylerin kendi bilgi ve yetilerine göre toplumun ortak yararına üstlenecekleri görevleri. Halkın özgür iradesi ile seçilmesini önerir. Ancak ideal bir devlete bu yolla ulaşılacağını söyler.
Aristo (M.Ö. 384 -322) ‘’Politika‘’ adlı eserinde, ideal bir devlet yönetiminin nasıl olması gerektiği üzerine araştırmalar yapmış, bu konuda en iyi sitemin Cumhuriyet olduğu kanısına varmıştır.
Bunu sitemi oluştururken, toplumu ‘’zenginler, orta sınıf ve yoksullar‘’ diye üç sınıfa ayırır.
Zenginleri çalışma gereksinimi, yasalara uyma zorunluğu olmayan ve yönetimden pay alanlar olarak niteler.
Yoksulları, başkalarının çıkarına çalışmak zorunda kalan ve yasalara uyum konusunda en özenli sınıf olarak tanımlar.
Orta sınıfı ise ne zengin nede yoksuldurlar .Dolayısı ile her iki sınıfa bağlı değillerdir. Ortak değerleri, devletin işletim sitemini ayakta tutmaktır. Orta sınıfın varlığı, devleti ve yönetsel sitemi oluşturan üç sınıfın ortak siyasal çember içinde oluşturdukları Cumhuriyetin varlığı ile özdeştirir.
Yani cumhuriyeti koruma ve kollama görevini orta sınıfa yüklemiştir.
CUMHURİYET SİSTEMİNİN AYDINLATICILARI
Bu üç şovaliyeden sonra Kıbrıslı Zenon’un, (M.Ö. 336-254) Stoa felsefesi devreye girdi. Stoa felsefesini Temelde insan düşünü ve emeğinin, erdemlerle donatılması ve bu donanımın Cumhuriyetin yönetim sitemine etkileşimi olarak özetleyebiliriz. Bu anlayışın en son temsilcilerinden biri olan Roma imparatoru Marcus Aurelius, (M.S. 161-180) halkı denetlerken imparatorluktan öte tanrısal kimliğini vurgulayan övgülerle karşılaşır. Bu övgüler karşısında sürekli kendisine ‘’unutma sen bir insansın‘’ diyen, en sadık arkadaşlarından birini yanında bulundurur. İmparator bu ifade ile ‘’Tanrı insan,’’ düşüncesini ayrıştırır. Tanrı’nın egemenliği siyasal düzenin dışında tutar. Siyasal düzeni insanın özgür iradesine bırakır.
Bu görüş, bir yerde Laik düşüncenin öncüsü sayılabilir.
Bu aşamadan sonra 1215 yılında Magna Carta (Büyük özgürlükler Fermanı) imzalanmış… İlk kez kral kendi yetkilerini kısıtlamış, bazı haklarını haklın özgür iradesine devretmiştir.
1789 tarihinde gerçekleşen Fransız İhtilali, mutlak monarşinin yıkılmasına neden olmuş, yerine cumhuriyetin kurulmasını sağlamıştır.
Bu siyasal devrimin en büyük etkileşimi ’özgürlük, eşitlik, kardeşlik‘ sloganı ile bireysel bilincin toplumsal bilince dönüşmesi olmuştur.
Buda ayni siyasal çember içinde, düşünü ve eylemleri ile ortak yaşam bilincini oluşturan özgür toplumun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bunun adı Cumhuriyettir.
Dağılma sürecinde olan “Osmanlı Fransız İhtilalinin” siyasal ve sosyal sonuçlarından büyük ölçüde etkilenmiş, bu yüzden dağılma süreci siyasal zeminden ekonomik zenime kaymıştır.
Bu şartlar altında olan Osmanlının yerinde, Mustafa kemal ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş. Cumhuriyetin Mührünü olarakta, 1 Nisan 1923 tarihinde Mecliste yaptığı konuşma ile ‘HAKİMİYET KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR’ sözü ile cumhuriyeti taçlandırmıştır.
Mustafa Kemal ‘söylediklerim bir gün bilimine ters düşerse bilimi seçin,” sözü ile cumhuriyetin tacına bilimin değerli taşlarını yerleştirmiştir.
Yani cumhuriyeti taçlandırmakla aklı özgürleştirmiş, özgür akala da bilimi yerleştirmiştir.
O zaman bilimin taçlandırdığı akıl, bizlere özgürlüğe giden yolu bilgelikle göstersin..
Şimdi ’Hakimiyet Kayıtsız şartsız Milletindir,’ sözünün ne anlama geldiğini anlatabildim mi?
O zaman bayramımız kutlu ve mutlu olsun.
CUMHURİYETİMİZİ KURAN VE KOLLAYANLARA ŞAN OLSUN.
EMEKLERİ KUTLU OLSUN.
CUMHURİYETİMİZ SONSUZA DEK VAR OLSUN.