Öksüz Avuçlarımdaki Sevda Kınamsın | Selahattin Yetgin
Yoksul gövdemin karanlıklarındaki düş saçağısın sen, sevdadır ismin
Griymiş aşkın rengi, sen yüreğimin korku tünellerindeki asil resimsin
Kırık bir içleniş bıraktın gidişinle, yar gönlümün yastığındaki nefessin
Dönüşü yoktur elvedanın, gün gelir hüznü bile yudumlamadan içersin
Gücü kendi ekseninde dönen, öpücüğü aynalara düşen, aşk adını verdiğimiz yaşanmışlıkları iç dünyasında tüketen bütün sevdaların düşsel kanatlarıyla yankısız bir ormandır sevginin rengi. Kan oturan yüreğin dinlenme odalarında hüznün şerbetini yudumlarken biz, veda’lara, hoşçakal’lara anlam aramakla, bulduklarımızı taramakla avunur avcı gönlümüz. Aşk’tır içimizin derin kuyularından her sabah çektiğimiz, yudumlarken sözcükleri dağlar inşa ederiz kıpırtılı yüreğimizin geniş ovalarına.
Evet sevgili, ne gariptir ki, kendi masalımızın dev tabakasında yuvarlanarak mistik korkularla bir tuvale resim olmaktır yaşamak. Çekimser gövdemizdeki asil gölgeye tutunup sıratı geçebilmektir hayat. Melankolik düşünüşlerin düşünsel travmalarıyla koltuk değneği aramaktır yokluğa ve sokulmaktır bir içlenişin en öyküsel derinliklerine. O yapışkan devrilişlerin ekseninden damlayan sözlerin kaktüslü damarlarında bir yol bulup sığınmaktır mutluluğa.
İmlalarla büyüyen sözcüklerin fırtınasında üşütmeden bedenimizi aşka sarılmak her insanın yudumlara böldüğü bir lokmanın iç çekişidir. Yalnızlık onulmaz devrilişlerin masasından damlayan bir hüzün damlası, yalnızlık kendi musallamızda bir yârin gözlerindeki sevdalı bakışın gülücükle dansıdır ve o yorgun gövdemiz bunun için gidişlerin kırık köprülerinde ağlayışların mağrur alyansıdır.
Ben o kıymıklarla, o içimi ozan dergâhına çeviren yazıtlarla ve gönlümü aşka kuşatan yazgılarla ömür yollarında bir yalnız bezirgân, belki de gönlünü hayatla yarıştıran adamım. Ruhum aşkla sözlü, gönlüm yaşamın labirentlerinde ozanca bir köprü. Öfkesi tetiğe sürtünen ve kalbi uzak makamlarda bir düşün resmini yüreğe çizen seven dokunuşlarımızın saydam duvarında bir renk izdüşümü vardır, ötesine hayat, berisine içsel feryadımız deriz. Kahredici bekleyişlerle parsellenen gözlerimizin aşk haritasında bir yakamoz nidası vardır ve biz kendi masallarımızın sedasında iklimlerin sürüklediği sarı sularla ömrümüzü yıkarız.
Sevda ki sevgili, yastığımızdaki kına kokusu, anamıza sarılırcasına sıcak. Sevda, sol yanımızdaki yar kokusu, aşk gibi bizi kavrayacak. Sevda, boşluktaki sesimiz, kimi de üşüyen nefesimiz, bir kar sepkeninde, bir yağmur kelepçesinde bizi içten içe, yürekten yüreğe yaktıkça yakacak. Sevda, bir düşünüşün raksı, ılıman olsa da mevsim, zemheri de olsa, adam gibi adam olacak, yar gibi yar olup bizi sonsuza dek kucaklayacak.
Suyun yüreğini dinlemek, avuç içindeki yazgımızın peşinden sürüklenmek, aşkın bentlerinde durulup ovaları gözlemek için. O sudan aşklardır yüreğimizde boy veren, tatlanıp filizlenen ve bir zaman sonra da hüzünlerle bizi kendi içine çeken. O sudan bakışlardır yurdum olup, destan destan coğrafyasında bizi ağırlayan. O sudan düşünüşlerdir bizi böyle şair yapan, hazımsızlığın ırmağında yüzenlere bir yudum su ulaştıran. O sudan mutluluklardır, aşksız yaşayanlara dirhem dirhem mutluluk sunan.
Duvarlarımızdan yüreğimize sıçrayan kıymıklarla bir duruşun resmini saplarız yaşama, sevda yolundaki varsıl hükümlerimizin çileli mahkemelerinde iki dudak arasından dökülecek sabrımızı sınamak için. Her buluşmanın kandilini rüzgâr okşar ve her aşk kendi sınırlarını çizerek arşı kucaklar. Bütün geceler ağlar bıraktığımız denizlerin hırçın gelgitleriyle sarmalanmak ister, ömrümüzün kayıp şehirlerinde vakit aşka çağırınca yüreğimizi. En kırık ışıklar bile dengini bulur, onulmaz ağrıların penceresinden izlerken hızla akıp geçen günlerimizi.
Hep o masal kuşunun kanatlarında dolaştık aşkın coğrafyasını, dilimizden dökülen sevdalı şarkılarla. Hayat dedik tüm resimlere, kekre bir gözyaşının damlasıyla mutluluk sürdük hüzünlerle olgunlaşan yanaklarımıza. Kimimiz coşkuya yenildi, çoğumuz asılsız korkuya, dayanamadık bu mavi göğün ihtişamlı rüzgârına. Savruk bir gözyaşı meyhanesiymiş yaşamak, gururla ödeniyormuş bir ömür boyu hesap.
Uğruna yangın artığıyla kaynadığımız bir kazandır aşk, kıyım dalgaların tuzuyla kavrulur, hicran yollarında tozunu savurur. Kırık akşamüstlerinin devası unutuluşun ekşi pastilidir, ruhumuzdaki karşılığı gerçeğe tutunuştur. Geceler umarsız düşünüşlerin soğuk yastıklarıdır, nereye dönsen mağrur bir yokluk, manasız bir yolculuktur. İşte bu yüzden gelmez beklenen, bundandır iyileşmez yüreğimizi içten içe kemiren kangren.
Apansız kaçışların göz kristallerini avuçlarında biriktirirdin sen, ben anların sarı eteklerini sallar iken. Doğrularla yanlışların kahır mektuplarını gömerdik toprağa bahçemizin saçaklarına cemreleri bekler iken. Gitmeyi çalardı şarkılar, sen hüznün yaralarına aşkın tuzlarını serperken. Gün kısalırdı öfkemin hiddetiyle, ölümsüz güzelliğinin dalgalarıyla ben çok uzaklara gider iken.
Kaygılı tutunuşlarımızın kaygan sırtında hüzün savan dalgalar ararız gövdemizdeki isyan sırrına ellerimizi uzattıkça. Durdurulamayan zamanların rutubetli mahzenlerinden bir şarkının sözleri hayata sızar ve işte o an kıymet biçilemez anılar. Düş vanalarından aşk damladıkça, ruhumuzun saçaklarına sevda sarıldıkça ve yangın yüreğimize gökyüzünden yağmur damladıkça bizi kollarına alacaktır hayat. Gül dalından aykırı, alev yürekten ırağı sevmez ve her aşk külünü denizlere serpmeden başka yüreğe girmez.
Yalvarışı dilde boğum olan yalnızlığın çadırında ufuk çizgisi hep gridir, bunun için yakamozların şahidi denizdir. Sarılıp bir güneşe şimdi kül göndermek vardı aşka, yosun karası derinliklerin sırrı asırlardır bundan mahkemeliktir. Sevda yangın artığı bir hazan ve avuçlarımızdaki çizgilerin uzak şehirlerinde bekler bizleri oyunbozan. Düş sakladım bir aşktan sana, düşe kalka büyüttü ikimizi yar, bundandır nicedir yokluğuna ağlamam.
Yüzünü sürdükçe yokluğuma, üzüleceksin mevsimlerin yalnızlığına. Özünü verdikçe anılarımıza yokluğumun kırık masalarında boş bir kadehe beni anlatacaksın. Aşk kayıp bir mutluluk halkasıymış, ne çok yanlış yaptığını gülüşlerim eskiyince nasılsa anlayacaksın. Tutuksu/z yargılanan düşlerimizin kaplıcalarından hüzün akar denizlere, dudağımızın yağmalanmış kentlerine rüzgârın ıslığı şiirler ekerken. Hayat savruluşlarımızın yanık tarlasından aşkı yüzümüze getiren rüzgâr, ne yaman bir dokunuşun var. Yalım alevin olmasa, gönlümü böyle sallayışınla bu yürek mutlanmasa göğsümdeki yaban ağrının ne işi var. Al götür gölgemi de, gözlerini de arsız rüzgâr, bu gece de özlemle öfkemin asla bitmeyen dansı var.
Selahattin YETGİN
…