ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Mutluluk -Hüzün –Aşk | İhsan Kutlu

Mutluluk -Hüzün –Aşk | İhsan Kutlu

YAZARIN KALEMŞİNDEN KİTAP DEĞERLENDİRME

NOT: 1993 yılında İsveççe yazmış olduğum bu romanımı yıllar sonra Türkçeye çevirerek yayınladım. Roman, inanıyorum ki Roman Sanatımda en ilginç ve en Değerli bir Edebiyat yapıtıdır ve gururla okura öneriyorum.

Ekte, bir diyalog ve betimleme sunuyorum. Mary İngiliz Marin biyolog, Stockholm Üniversitesinde araştırmacı, Richard gene İngiliz, Tiyatro öğrencisi ve ZORBA Oyununu oynayan Tiyatro grubunun konuğu. Okuma sevdalılarına öneriyorum.

Yeni NOT: 30 yıl sonra, Mart 2024’te yapılacak olan YEREL SEÇİMDE buradaki Mesajları yükseltmeyi öneriyorum. YEŞİL VATAN – TEMİZ BİR DÜNYA! Yaşadığımızın sorunların altında, eriyen buzullar, kuraklık, sel baskını, çölleşme, hortum – kasırga… Tarımda yetersizlik, iklim değişikliği… Bunların bir bölümü politikacıların yetersizliğine ve kapitalistlerin doymak bilmez hırslarına bağlı olsa da, temelde gene DOĞA olayları vardır. Unutulmasın, Devlet sınırlarını insanlar çizdi: Doğa’ya hiç bir güç sınır çizemez!

ENGELS’İN dediği gibi: ‘Doğa hiç kimsenin! Her kuşak onu ödünç alır, yararlanma hakkına sahiptir. Ancak, iyileştirip, güzelleştirip sonraki kuşaklara devretmek sorumluluğu ve yükümlülüğü vardır.’

Hakkımız kadar sorumluluğumuz da vardır.

Seçimde her adaydan, her Partiden YEŞİL ve TEMIZ köy – kasaba – kent ve il icin neler yapacağını sorun ve proje yapmaya zorlayın.

Saygılarımla..

***

Mary tipik bir İskoçyalıydı: Boyca, İngiliz ortalamasına göre biraz kısa sayılırdı. Kıvırcık Afro saçı ve boncuk mavisi gözü yanında kendine çok yakışan çilli yüzüyle ilk bakışta güzel denemezdi, ama birazcık sohbet ve yakın ilişki kurulduğunda güzelliği ve sempatikliği ile karşısındakini büyüleyen bir çekiciliği vardı; onu tanıyanların genel yargısı tam böyleydi ve toplantılarda, fest ve eğlencelerde aranan biriydi.

Yaz ortası kutlamasında ilgiyi üzerinde toplayan Mary, Anton adlı yeni bir gençle tanışmış ve ilişkileri yakın bir arkadaşlığa varmış; ikisi Anton’un evinde gecelemişti. Bu mutluluk yoğun ve baş döndürücü olduğu için Mary, her ne kadar Richard’ı merak etse bile, evine dönmeyi engellemişti. Gece ve gündüz birlikte olmuşlar, bu arada grupları da zaman zaman bir araya gelip eğlencelerini kaldıkları yerden sürdürmüşlerdi. Sonunda, Mary evinden ayrıldığı zaman süresini hesaplayınca ve bir hafta sonucuna varınca evine dönmeye karar vermişti.

Richard için sorumluluk duyuyordu Mary, gerçi o, artist grubuyla buluşacağını, kibarca kendisini kimsenin rahatsız etmemesini rica etmişti ama Harriet’e ne diyecekti! Evde olmadığını, zaman zaman evine telefon ederek anlamıştı anlamasına âmâ’sı vardı. Arkadaşları her eve dönmek isteğinde Mary’yi ısrarla ve genellikle de teselli ile ikna edip engelleyebilmişlerdi ama nihayet kesin kararını verip evine dönebilmişti. Veda ederken damaklarında, yüreğinde, tüm gövdesinde aşka evirilen bir tat vardı.

Arabasını park ettiğinde ve uzaktan penceresine göz attığında yorgunlukla karışık bir hoşnutluk duygusu içindeydi. Sanki uzak bir tatile çıkıp dönmüş gibiydi. Sabah güneşine karşı gözlüklüydü ve arka bagajdan küçük çantasını alıp bir kez daha merakla penceresindeki perdede bir değişiklik olup olmadığını anlamaya çalıştı.

Mary, içindeki duyguya uyarak Richard’ın odada olduğu inancını taşıyordu, asansörde bile bunu düşünüyordu. En önemli merakı ise telefon çağrısına hiç yanıt alamadığı hakkındaydı. Richard evde olsa mutlaka yanıt verirdi, peki niçin ses vermemişti! Anahtarı çantasından çıkarıp kapıyı açtı; Mary’ nin parfüm kokusu kendinden önce odaya doldu; yarı uykulu Richard koltuğa oturmuş şekerleme yapıyordu. Aynı anda Mary’den gelecek soruları nasıl yanıtlayacağını hemen bulmuştu.

”Oooo Richard,” hafifçe gülümsedi Mary ve rahatladı da, ”niçin bana yanıt vermedin?”

Ayağa kalktı Richard, yorgun ve uykulu görünüyordu.

”Öyle güzel ve derin uyudum ki, gerçekten telefonun zil sesini duyamadım.”

”Neredeydin? Hemen her gün ev telefonuma not bıraktım.”

Mary çantasını döşemeye bıraktı ve Richard’ın boynuna sarıldı, dostça bir yakınlık.

Ayrı kaldıkları beş günü özetleyen Richard, Londra’da tanıştığı tiyatro grubuyla birlikte unutulmaz bir zaman geçirdiğini ve bu geziyi yaşamının en değerli anısı olarak hiç unutmayacağını, Yaz ortası kutlaması ve yelkenli gezini ise bir kez daha yaşamayı dilediğini söyledi.

“Şahane ve büyüleyiciydi bu anlar. Bu beş günümü yaşadığım sürece en değerli ve en unutulmaz anılar olarak saklayacağım. Güzel bir ülke…”

Mary memnuniyetini ve hoşnutluğunu gösterdi; çünkü Richard onu suçlayıcı bir tavra girmemişti. Telefonun cevap düğmesine basıp, gelen mesajları bilmek istedi, ama hiçbir mesaj sesi duyamadı. Hem şaşırdı ve hem de nedenini merak etti; tlf. Kendisi tarafından kapatılmış olamazdı, çünkü kendisi de mesaj bırakmış ve anormal bir durum olmamıştı. Hatasını anlamak için kabloları kontrol etti, kontaktan fişin çekilmiş olduğunu gördü. Kafası iyice karıştı, “Lanet olsun!, bu kadar unutkan olabilir miyim? Ben mi bunu yaptım? Bu olanaksız. Sen telefona ne yaptın Rchard?” diye biraz öfkeli söyledi.

Richard, ahizeyi eline aldığında çok değişik ve anlaşılmaz sesler duyduğunu, anlamak için düğmelerine bastığını, belki mesajları bu arada yanlışlıkla sildiğini, sonunda kabloyu çekip öyle bıraktığını belirtti. Üzgün olduğunu belirtti.

Mary telefonu yeniden ayarladı ve normal sinyali duyunca rahatladı ve sinir edici havayı dağıtmak için Harriet’i sordu.

”Dün onunla, telefon etmiştim, konuştuk, rahat olduğunu söyledi ve sana özel selamlarını iletmemi bildirdi. Seni özlemiş.” diye yanıtladı Richard, sesi biraz titrek çıkıyordu, çünkü hayatta en zor şey istemeden de olsa, zararsız da yalan söylemek zorunda kalmaktı.

Sohbet konusu Harriet olunca, bilinçli olarak Richard Mary’den yönelen somut soruları geçiştirmeye çabaladı, gelecek hakkındaki planları için yuvarlak yanıtlar verip, özellikle İsveç hakkında sorular yöneltmeye başladı.

“Gene söylüyorum.” diye üstünü vurguladı Mary, “Harriet çok şanslı bir insan. Her zaman iki ayağı üzerine düştü. İtiraf ederim ki, sen Richard çok güzel, iyi, mutlu mükemmel bir sevgili buldun; bunun değerini bilmek zorundasın. Bizim Londra’daki arkadaş çevremizde, hepimiz biliyoruz, en iyimiz o’dur.”

Önce Richard ile birlikte Üniversiteye gelen Mary E -blok 7. kattaki odasına çıktı; saat 12’ye geliyordu, burada oturmayacaklarını belirterek aceleyle postasına baktı, zarfları göz gezdirircesine okudu ve önemli ve acil bir yazı bulamadı.

Bu arada odasını inceleyen Richard’a Marin biyoloji hakkındaki tezini ve projesini özetlemek gereğini hissetti. Çalışma masasının üzerinde ve duvarda asılı birkaç fotoğraf vardı; Mary bunlar üzerinde açıklama yaptı, proje ve iş arkadaşlarıydı, aralarından dkkat çeken ve Mary ile hep yan-yana duran genç birini tanıttı:

“Çok zeki ve ilginç bir insan, adı Anton.” dedi Mary, sonra yüzü haififçe kızararak Richard’a baktı, ondan sorular gelmesin beklercesine bekledi ama herhangi bir soru sorulmadı, Mary ise bu ülkeye niçin geldiğini biraz daha ayrıntılı anlatmaya başladı.

”8 milyon insanın yaşadığı bu küçük ülkenin doğası çevresindeki bazı komşuları tarafından tehdit ediliyor. Ne yazık ki sen bu ülkede pek fazla yer göremeyeceksin. Çernobil atom santrali felaketinden sonra bu ülke ağır bir bedel ödedi; özellikle sevimli ren geyikleri en büyük katasrofu yaşadı. Güzel, sevimli ve zararsız hayvanlar!…

Bu hayvanlarla birlikte anılan bir halk grubu var, bilirsin, Same’ler. Aralarında bir hafta yaşadım. Same halkı ren geyiği besleyicilerdir, sayı olarak çok azdır bu insanlar, ama Avrupa’nın en renkli halklarından biridir Same’ler. Bir yandan kendi varlıklarını, tarihsel olarak geleneksel olan ren geyiği besleyiciliklerini sürdürürlerken, aynı zamanda doğayı, ekolojik sistemin dengesini bozan sistemi, güçleri ve devletleri engellemeye, durdurmaya çalışıyorlar; bu kutsal bir duruştur. Elbette yüksek teknoloji ve endüstriye sahip refah devleti karşısında şansları yok, gibi. Onlar karşısında böyle bir sistemin temsilcisi gibi algılandığımdan dolayı utandım; oysa ben, en insancıl tutuma sahip bu insanlara karşı sempati ile doluyum…

Biz değil, aslında bu insanlar ve bunlara benzer insan toplulukları geleceğimizi, bizden sonraki kuşakların haklarını savunuyorlar; şu anki saygısız, bencil ve dar görüşlü insanlık düzeni karşısında haklı bir duruş sergileyen, tavır alan bu insanların yeterince değerini anlayamıyoruz. Bizler ne bilimden, ne tarihten ve ne de dinlerden gereken dersleri çıkaramıyor, sadece bilgi hazinemize ekliyoruz. Her şey hakkında çok çok bilgi sahibiyiz, bir hayata sığmayacak kadar Bilgi deryası içinde yüzüyoruz, ama tüm bunların Anlamı hakkında çok cahilizdir.

Anlam demek- Bilinç demektir.

Bilgiyi çok aşan bir aşamadır bu. Her şeyin, hayatın Anlamı! Bilim bizi gerçek hakkında aydınlatır; buna karşın bizler en büyük Hakikat’i yakalayamayız, asıl Gerçeği kaçırırız. Dünyanın biricik sahibi biz İnsanlar değiliz; insanoğlu Dünyanın tek efendisi değildir. Canlı ve cansız Doğa’da ne varsa bunların tümüne saygı ile yaklaşmak, hiçbir şeyi hor kullanmamak ve her şeyin bizden bir parça olduğunu, bizim ise her bir şeyin özeti olduğumuzun bilincine varmamız gerektiğini Sameler arasında daha iyi kavradım.

Şamanızım de aslında bu ilkeye dayanıyor ve bu insanlarda bu duygular hala canlı olarak varlığını sürdürüyor. Biz insanlık, doğaya, dünyaya, evrene, gök kubbeye bağlıyız. Bunların efendisi değiliz; tüm bunlardan alacağımız her şeyi doya doya alırız ama bedelini ödemeye gelince borcumuzu unuturuz.”

Mary Same’lerin arasında yaşadıklarını anlatırken, o anları gösteren fotoğraflarını da açıklamış oluyordu. Richard en çok Same kadınların geleneksel giysilerine ilgi gösteriyor, renklerin anlamına kafa yoruyordu. Bu arada Same’lerin yo – yo müziğini ve Hıristiyanlık öncesi din ve inançlarını öğrenmeye çaba harcıyordu.

Anladığı, yalnız Same’ler değil, İsveç hakkında da çok az bilgi sahibi olduğuydu.

“Biz biyologlar Same’lere şüran borçluyuz; onlar sayesinde ve yoluyla doğa hakkında çok şey öğrendik. Biliyorsun, bu ülke bilim adamları doğa bilimlerinde öncü bir konuma sahiptir; son yüz yılda özellikle Linne gibi çok önemli bilim adamları biyoloji, doğa bilimleri ve bu alandaki araştırmaların temelini attı ya da güçlendirdi, katkı yaptılar. Onlar ise en büyük kaynak olarak Same’leri buldular, doğanın korunması hakkında ilhamı onlardan devşirdiler.”

Mary bu ülkede yaşadığı deneyleri, yaşam tecrübesini, bilgi ve çalışmaları gururla göstermeye ve anlatmaya çabalıyordu. Konu giderek çevre ülkelerin, özellikle Doğu Almanya, Polonya ve Çekoslovakya gibi ülkelerin İsveç’te yarattıkları çevre kirliliği gibi olumsuz etkilerine kaydı. Mary’ye göre bu ülkeler yalnız kendi halklarını, kendi ülke doğasını değil, çevre ülkelerinde halkını ve iklimini de zehirliyordu.

“Yalnız bu ülkeler değil, bizim ülkemiz Britanya da çevre kirliliği yaratarak ta buradaki ormanı bile öldürüyor. Şimdi anladın mı, niçin benim konum çok güncel ve önemli? Sen insanların ve insanlığın bir yanını inceliyor, eğitimini görüyorsun; benim buna sonsuz saygım var; ben ise insanlığın diğer bir yanını inceliyor, bu konuyu araştırıp, yararlı olmaya çalışıyorum…

Evet, Same halkı bu yıkıcı ve saygısız güçlerin tümüne karşı savaşım veriyor; bu güçler ki, bazen görünmez tipten, bazen açık seçik bildiklerimiz. Elbette kendi ülkelerine karşı, İsveç’teki iktidar güçlerine karşı doğa adına, otlakların, ormanların, göl ve akarsuların ve bunların gerçek sahibi olan tüm canlıların da hakları için de savaş yürütüyorlar. İnsanoğlu en doyumsuz, en bencil canlı soyudur. Kendini tüm doğanın biricik ve gerçek sahibi sayıyor; diğer canlı ve cansızlar onun için sadece yararlanılacak varlıklar…

Diğer canlılarla sanki akraba değilmiş gibi, onlarla hiçbir bağı yokmuş gibi. Yasak Elma’yı yediğimiz için Cennetten kovulduğumuz tüm öykümüzün en kısa özeti; ama bunun da açıklaması, insanoğlunun doyumsuz bencilliği ve her şeyin biricik efendisi olma duygusudur. Bu yanlışımız sonunda bizim de yok oluşumuzu hazırlıyor. Oysa biz doğa ile tüm diğer canlılarla harmoni içinde, saygı duyarak, bölüşerek, paylaşarak yaşamayı öğrenmeliyiz.”

“Bu konuşan gerçekten sen misin, Mary? Seni yeterince tanıyamamışım. Neler konuşuyorsun? Biz insanları kapkara bir renge boyadın.”

Üniversite binalarını arkalarında bıraktıktan sonra, ormanlar arasından kıvrılarak gıden patika yolu izleyerek Bergianiska botanik bahçesine gelirken, genellikle Mary’nin araştırma alanından ve çevre sorunlarından söz ediyorlardı.

Mary’nin çalışmaları deniz, denizaltı bitki alanı, orman ile atmosfer arasındaki karşılıklı etkileşim üzerineydi.

“Evet, Richard, dinle lütfen! Çevrecilik sanki yeni bir din ve inanç sistemidir. Fakat sen de bilirsin, her yeni din ve inanç zamanla kendi köktenciliğini, doğmalarını,  fanatiklerini, aşırılarını doğurur ve yaratır: bizim için de bu tehlike var. Bir toplum, içinde yaşadığı çevreye saygı duymuyor, doğadaki dengeyi korumaya çalışmıyor ve özellikle soyu tükenmekte olan savunmasız canlıları, bitki ve hayvanları korumuyor ise, söyle lütfen, böyle bir toplumun insana, insan haklarına saygı duyduğunu iddia edebilir miyiz? Geleceğimizi böyle bir toplum ve sistem savunabilir mi?

Sanıyor musun ki, Şamanizmken İslam’a kadar tüm dinler ve felsefi inançlar bu gerçeği söylemez ve insanları uyarmaz! Tam tersine, Dinler insanlara bu tenbihlerle doludur…

Tarih ispatlıyor ki, insanoğlu sık sık bu gerçekleri unutuyor, ya da bunlara gözünü kapıyor, tarihsel ve bilimsel doğruları ciddiye almıyor ve sonunda çok ağır bedeller ödüyor. Madem ki, biz geri dönüşü olmayan bir noktaya geldik, yani kendi soyumuzla birlikle tüm dünyayı, canlı – cansız her şeyi de yok edecek bir düzeye ulaştık, bu teknik sıçramaya hem teşekkür borçluyuz ve hem de lanet edebiliriz, sorumluluğumuz çok çok büyük. Bunlar gerçek değil mi, Richard?”

“Biyologdan öte Felsefeci gibisin Mary!”

“Biz insan soyu dışında kendi soyunu da toptan yok edecek plan yapabilen bir varlık var mı? Tüm insanlık şu an intihar ediyor, farkında bile değiliz belki, ama bu gerçek, yavaş adımlarla derece derece intihar ediyor. Şu an çok hızlı değil belki ama İleri ülkelerde bu süreç hızlanarak gidiyor.”

Ülkenin en eski ve en gelişmiş Botanik bahçesinde gezinmeleri iki saatlerini aldı. Her bitki hakkında gereken bilgi hemen yanına yazılmış ve bir plaket gibi konulmuştu; latince ve İsveççe adı, nereden getirildiği vs. Botanik bahçesinin olduğu yerde güzel denilecek kadar mükemmeldi: Bir yanında Haga gölü ve gölün oluşturduğu girintili çıkıntılı bir sahil, tam karşı kıyıda ise bir zamanlar kralın malı olan ve bazılarının mezarının bulunduğu Haga parkı ve az ötede Doğa Müzesi, Freskati denilen Unıversite alanı ve bitişiğinde ise gölde yüzmek için oluşturulurmuş kumsal, tahta iskele ve tesisler vardı. Göl dar bir kanal ile denize bağlanmış, yelkenli ve motorlar oradan geçiyorlardı.

Bu dar kanalın üzerinde köprü vardı ve motor yolu ile altındaki dar kanal insanda özel bir duygu uyandırıyordu.

Köprüye yakın bir yerde durup alttan geçen yelkenlileri bir ara seyrederlerken Richard bir sigara yakmak istedi ama Mary kibarca bunu engelledi. Böyle güzel bir havada ve manzara karşısında sigara içmeyi bu görüntülere hakaret saydığını belirtti.

Bazen bir banka oturup sessizce doğayı, bitkileri, gölü seyrettiler, bazen konuştular, sonunda dar bir patikadan geçerek gençlerin güneşlediği kayalara ulaştılar.

Mary önden giderken, Richard’a burası hakkında bilgi veriyordu. Üniversite gençleri gibi isteyen her insan da buraya gelip yüzüyor, güneşliyor ve hoşça vakit geçirebiliyordu. Richard tümden çırılçıplak gençleri ve hatta birkaç yaşlı insanı görünce şaşırdı; kentin hemen ortasında bunun olabileceğine ihtimal vermemişti. Bu insanlar bazen tek başına bazen bir çift ya da arkadaş grubuydu. Mary Richard’ın soru yüklü gözünü anladı.

“Burada bizim üniversiteliler güneşler ve yüzer, çünkü okula en yakın yer burasıdır. Bak yüzlerce bisiklet görüyorsun, onlar genellikle bizim okuldandır. Bu göl suyunun da en sıcak sulardan biri olduğu söylenir. Burada yüzeceğiz.”

Çıplak ya da yarı çıplak kız erkek ve yaşlı genç insanların böylesine kayalara uzanıp yatması ilk başta Richard’ı şaşırtmıştı ama kısa sürede bu manzaraya alışmış görünüyordu. Mary ise tatlı su gölünün denizle dar bir kanalla bağlanmasının ve su sirkülâsyonun bu göl için öneminin ne olduğunu anlatmakla meşguldü. Yazın en sıcak gölünden birinin Haga olduğunu söyledi Mary. Richard daha çok bu ülke gençlerinin doğaya bu denli yakın yaşıyor olmasının güzelliğini duyumsuyor ve çevreyi kolaçan ediyordu.

Özellikle gözaşıcı kızların arasında olmanın ne anlam taşıdığına kafa yoruyordu ki, kendi kendine gülümsedi.

“Kentin ortasında bu vahşi güzellik insanı büyülüyor, öyle değil mi sevgili arakadaşım?”

“Evet, gerçekten,’ dedi Richard, “Bu ülkede olağanüstü ve şaşırtıcı güzelliklerle karşılaştım.”

Dik kayalık tepeyi bitirdikleri yer yüksek gürgen ağaçlarıyla kaplı çayırlık bir bir düzlüktü. Sol taraflarındaki ağaçlar altında yığınla bisiklet görünüyordu, anlaşılan insanlar buraya bisikletle geliyorlar ve düzlüğe serdikleri havlularına uzanıyorlar ve hem güneşleyip hem de yüzüyorlardı.

Kısa tahta bir iskele ve orada iki kanot ile küçük bir bot, çocukların oyuncaklarıyla dolu tahta bir kulübe bulunuyordu, bir süre bunları inceledikten sonra çok sayıda genç ve çocuklu ailenin olduğu çayırlıkta uygun bir yer aramaya başladılar. Bu küçük plajda çok sayıda küçük çocuk ve bazısı bebek anneleriyle birlikte kumsalda ve su kenarında oynuyorlar, mutlu bir resim oluşturuyorlardı.

“Şimdi burada birkaç saat geçireceğiz.” dedi Mary ve çayırların üzerine iki havlu sermeye başladı. Çayırlar ezilmekten dolayı olsa sararmıştı.

Richard yüreğinde çocukça bir huzur ve mutluluk duydu; sanki uzun yıllar bu ülkede yaşamış gibi. Bir an bir alçaktaki kumsalda oynayan çocukların yanına inip onlarla vakit geçirme isteği uyandı içinde. Tam karşıda, belki 100 m. Kadar ilerde Haga park yemyeşil ve bir orman gibi görünüyordu. Ayrıca saray gibi bazı tarihi binalar seçiliyordu.

Gözü bir periskop, kamera gibi etrafındaki ayrıntıları incelemeye başlayan Richard’ın bu gördüğü manzaraya bir ad verme isteği duyması, ‘İsveç, 90% ı yeşile boyanmış bir tablo.’ sözünden anlaşılıyordu. Aynı anda ta karşıya kadar yüzme arzusu duydu. Bir süre sonra suya en yakın bir kayaya oturdu.

Mary soyundu ve göğüslerini açıkta bırakacak biçimde havlusuna yattı; dışarıya küçük ama dinç göğüsleri belirdi. Bunları saklamak gereği bile duymuyordu. Richard ise portatif olarak konulmuş olan soyunma kabinine gitti ve az sonra o da havlusuna dönüp uzandı. Hava sıcaktı. Gölden esen hafif bir meltem, bu melteme katılan hafif insan sesleri ve biraz öteden geçen yelkenli ve motorlar.

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.