Kolye | Erhan Tığlı
Ders zili çalıca bir oh çekerek dışarı çıktım. Küçük yaramazlar beni çok yormuşlardı. On dakikalık teneffüste rahatça şöyle bir oturup başımı dinleyeceğimi umuyordum. Çocuklar arkalarından atlı kovalıyormuş gibi koşuşarak bahçeye çıktılar. Sanki arı kovanındaki arılar gibi vızıldıyorlar, kendilerine sıkıcı gelen dersten on dakika da olsa kurtulmanın verdiği sevinçle şen kahkahalar atıyorlar, zıp zıp zıplayıp koşuşturmaca oynuyorlardı. Kimileri gülüşerek yürüyorlar ya da kantinden bir şeyler alıyorlardı. Hoşgörüyle gülümseyerek aralarından geçtim, öğretmenler odasına girdim.
İçerde öğretmen arkadaşlarımın gülümseyerek bana baktıklarını gördüm. “Ne var, ne oluyor?” dercesine onları süzdüm. İçlerinden biri, “Hizmetli seni aradı. Söylediğine göre, postacı sana önemli bir şey getirmiş. Git bak istersen” dedi.
Dudak bükerek, “Ne gelmiş acaba? Bir şey beklemiyordum. Neymiş bu önemli şey?” diye sordum.
“ Bilmiyorum, dedi arkadaşım. Hizmetli bize söylemedi. Sana söylemek istiyormuş.”
Yanımdaki gülerek göz kırptı, “Senden bahşiş, hediye falan isteyecek belli ki” dedi.
Dışarı çıkarak hizmetliyi aradım. Ortalarda görünmüyordu. Oradan geçmekte olan bir çocuğu çağırdım, başını okşadım, hizmetliyi çağırıvermesini söyledim. Onun nerede olduğunu çocuklar iyi bilir, öğrenirdi. Çocuk çağla gözlerini gözlerime dikti, “Peki öğretmenim” diyerek koştu gitti.
Bir süre sonra hizmetli elindeki kâğıdı sallayarak yanıma geldi, “Müjdemi isterim. Size kolye gelmiş” diye bağırdı. “Hani nerede?” diye sordum.
“İşte burada” diye elindeki kâğıdı gösterdi.
“İyi ama onun içinde kolye yok ki. Yoksa kâğıt kolyeler mi çıkmış? Anladım. Kolye cebinde de kâğıdı imzalayınca vereceksin.”
Merakla elindeki kâğıdı aldım. İkiye katlanmıştı, hemen açtım. Ama içinde bir şey yoktu. Acaba yere mi düştü diye oraya buraya bakındım. Bir şey göremeyince hizmetlinin yüzüne baktım. “Burada bir şey yok. Kolye düşmüş olmasın?” diye sordum Hizmetli güldü: “Kolye bunun içinde ne arasın. Bu onun geliş evrakı. Gidip postaneden alacaksın. Çok değerli bir şey olmalı ki bana vermediler” diye konuştu.
“Teşekkür ederim. Hele şu kolyeyi alayım. Dediğin gibiyse seni memnun ederim diyerek öğretmenler odasına girdim.
Bana kolye geldiği okulda bir anda yayılmıştı. Duyan gelip kutluyordu. Gülerek teşekkür ediyor, “Postacı hizmetliye bana kolye geldiğini neden söylemiş acaba? Bu kâğıtta öyle bir şey yazmıyor ki. Kolye pakettedir. Açmadan paketin içinde ne olduğu bilinmez ki. Durun, acele etmeyin bakalım. Belki sahte bir şeydir. Dereyi görmeden paçaları sıvamamalı. Paketi açıp içindekini görmeden bir şey diyemem” diyordum.
Arkadaşlarım beni dinlemediler, “Biraz iyimser ol bakalım. Bir yakının sürpriz yapmıştır belki. Değersiz bir şeyi niye paketle göndersinler, getirip eline verirlerdi. Değerini bil” dediler ve bana çay, kahve ısmarlattılar. “Eğer çok değerli bir şeyse bununla kurtulamazsın. Ziyafet isteriz” diye bağırıştılar.
“İnşallah öyledir. O zaman ziyafeti hak edersiniz” dedim.
Çayımı içerken, beni hizmetlinin aradığını söyleyen arkadaş kulağıma eğildi, “Sana bu haberi ben verdim. Unutma. Pastamı isterim” diye fısıldadı.
“Tamam. Söz veriyorum. Hele şu ünlü kolyeyi bir görelim bakalım” dedim.
Her kafadan bir ses çıkıyordu.
“Herhalde altındır” diyordu bir arkadaş. “Sakın inci olmasın?” diyordu öteki. “Belki de platindir kız!”
“Kim göndermiş olabilir?”, “Eşi göndermiştir canım.”
Söze karıştım, “Hiç öyle bir şeyden söz etmemişti bana” dedim.
“Belki de sürpriz yapmak istemiştir kız.”
“Şimdiye kadar öyle bir şey yapmadı.”
“İçinden gelmiştir.”
Feride hanım başını salladı, “Kocalar eşlerine bir hediye yolladıkları zaman ya bir kabahat işlemişlerdir ya da çok önemli bir kutlama vardır.”
“Doğum günün mü yoksa?”
“Hayır. O üç ay önceydi.”
“Evlenme yıldönümünüz olmasın?”
“O da değil.”
“Bir akrabasından miras falan kalmasın?”
“ Yok canım. Nerde bizde zengin akraba?”
“Yoksa piyango falan mı çıktı kız?”
“Öyle bir şey olsa haberim olmaz mı önceden. Dedikleriniz doğru olsa evde vermek varken niçin postayla yollasın?”
“Bir akraban göndermiş olmasın?”
“Dedim ya. Bizde öyle akraba yoktur.”
“Yoksa bizim bilmediğimiz biri mi var, sakın gizli bir hayranın olmasın?”
“Yok, canım, daha neler!”
“Bir öğrenci velisidir belki. Bazen eski öğrencilerimiz de hediye yolluyorlar.”
“Canım öyle olsa bile kolye mi yollar?”
Bana kolyeyi kimin gönderdiği onlara dert olmuştu. Başka laf yoktu artık. Kolye de kolye!”
Derse girme zili çaldı da ahret sorularından kurtuldum Sınıfta ders işlerken kafam kolyeye takılıp duruyordu. Bu böyle olmayacaktı. Öğle tatilinde bir şey yemeden doğruca postaneye gitmeli, kolyemi alıp gelmeliydim. Paketin içinde kimin gönderdiği yazılı olurdu. Herkes meraktan kurtulurdu. İkide birde saatime bakıyor, postaneye gitmek için can atıyordum. Kolye boynuma çok yakışırdı. Gönderene teşekkür ederdim.
Zil çalınca hemen dışarı çıktım. Koşar adımlarla postanenin yolunu tuttum. Yollarda yürümüyor, uçuyordum sanki. Postaneden içeri yel gibi girdim. İlgili memur yemeğe gitmişti. Sıkıntıdan patlayarak onun gelmesini bekledim. Neyse yarım saat sonra memur geldi. Daha yerine oturmadan kâğıdı burnuna soktum. Adamcağız, “Hele dur bakalım. Acelen ne? Biraz oturup soluk alalım, kendimize gelelim” der gibi yüzüme baktı. Yavaş hareketlerle kâğıdı elimden aldı. “Şurayı imzalayın” diyerek bir yeri işaret etti. Hemen imzaladım. Dolaptan küçük bir paket çıkarıp bana uzattı. Heyecanla hemen paketi açtım. Ama o da ne? Kolye yerine saat zincirine benzeyen bir şey vardı içinde. Zinciri evirip çevirdim, kuşkuyla memurun yüzüne baktım. Yüzümdeki “Bunun içindeki değerli şeyi alıp bu basit saat zincirini mi koydun?” havasını sezen adam, “Bir şey mi söyleyeceksin, ne var?” dedi.
“Bana kolye geldiğini söylemişlerdi de” diye kekeledim.
“Kim onu söyleyen?”
“Hizmetli. Ona da postacı söylemiş.”
“Canım postacı nerden bilecek paketin içindekini. Ben bile bilemem.”
“Ben hizmetlinin yalancısıyım.”
Memur yerinden kalktı, postacıyı çağırıp geldi.
Postacı güldü, “Ben ona kolye değil, koli geldiğini söyledim” dedi.
Bizim hizmetli de her şeyi ters anlar zaten. Koliyi de kolye anlamış. Boşu boşuna beni strese soktu” diye mırıldanarak koşa koşa okula gittim. Öğrenciler derse girmişlerdi. Birkaç dakika geç kalmıştım, yüzümü bile yıkayamadan ter içinde ve aç karnına derse girdim. Öğrenciler beni görünce alkışladılar, gülerek, “Kolyeniz hayırlı olsun öğretmenim” diye bağırıştılar. Ne diyeceğimi bilemedim.
—
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Bu öykümü önce çocuk öyküsü olarak yazmıştım. İlkokul öğretmeni olan eşimin başından geçen bir olaydı. Hatta ödül kazanan kitabıma bu adı koymuştum. Sonra büyüklerin de gülerek okuyacağını düşündüm, ona göre düzenledim.