Musahip Mirza Cafer ne anlattı? | Haşim Hüsrevsahi
Höbek Kitabından alıntı | Yazar Haşim Hüsrevsahi
Mirza Cafer çayından bir yudum alarak söze Şah’ın bir dizesiyle söze başladı:
“Nerden başlasam bilmem ki? Yıllar önce bir fırtına kopmuştu. Hepimiz o fırtınanın içindeydik. Savruluyorduk sağa sola. Bir yanda Rum elinde bir yandan Şah’ın vilayetinde… Ölmez diye sanırdık Selim’i. Zulmü öyle geniş, öyle acımasız öyle karanlıktı ki bitmez sürer sanırdık ama ecel rüzgârı hayatının mumunu üfleyip aniden söndürdü. Çaldıran’dan beş yaz sonrasıydı. Duyduk ki ateşler içinde kalmış dermansız. Yerine oğlu Sultan Süleyman oturdu saltanat tahtına. Amma bu dünya Sultan Süleyman’a da kalmaz dedik. Sonra duyduk ki Şah İsmail’in sevgili validesi Alemşah Begüm Hatun, Sultan Selim’in ölümünden iki bahar sonra dünyaya gözlerini yummuş hüzün fakat huzur içinde. Ümidi, Pir’i, oğlu cenk meydanında ölmemişti ama o facia yenilginin verdiği öfke ve yas Şah’ımızın ömrünü kemiriyormuş ve Alemşah Hatun üzüntüler içinde çaresiz izliyormuş oğlunu. Derler ki validesinin ölümü çok büyük bir hüzün daha kattı yüreğindeki gamına. Şahkulu hazretlerinin Şah’ımızı ziyareti sonrasında ve de çok geçmeden ölmez sandığımız Şah’ımız da aniden, genç yaşta Hakk’a yürüdü. O Şah ki onca dil döktü Selim’e savaşmayalım diye. Selim’in hakaretler dolu mektuplarına tek mektup yazdı. Hürmetle… Ama Selim’in gözü bizim üzerimizde. Bırakmış gâvur devletlerini, Türk devletini yok etmek ister. Şah’ın dedikleri onun yanında hiç, nafile. Sonrasında işte bilirsiniz. Şah’ımız istemeyerek de olsa sürüklendi savaşa. Ve facia bir yenilgi yaşadı. O Şah ki hiçbir cephede hiçbir düşman karşısında yenilmemişti… Bazen düşünürüm iyi de oldu Şah’ımız yenildi. Hayır, yanlış anlamayın. Ben yüreğimin taaa derinlerinden isterdim ki Selim topraklara düşsün ve Rum elinde yaşayan, Anadolu’da yaşayan Kızılbaş Türk’ün yüzü gülsün. Ama takdir öyle değilmiş. Yenilmesi iyi oldu Şah’ımızın… Demem o ki Şah’ımız bu savaşta da düşmanının belini kırsaydı kim bilir ne düşünürdük biz müritler. Kim bilir ne düşünürdü diğer Kızılbaş serden geçmiş savaşçılar. Ben şahsen derdim ki o bir ölümsüzdür… Derdim ki o Zülfikar’ı elinde Mustafa Muhammed’in vasisi Haydar Ali’dir inmiş aramıza. Daha da fazlasını düşünürdüm… İyi de oldu yenildi Şah’ımız. Muhabbeti yüreğimizde arttı. Bildik ki o da bir kuldur diğer kullar gibi… Bildik ki o da yenilir, zırhına ve bedenine ok işler, kılıç işler! Bu sözüm kulağa kötü gelir lakin hikmetten anladım ki iyidir. Neyse… Çaldıran sonrası Şah’ımız çok üzgündü. Onca insan öldü, onca emir, komutan toprağa düştü… Çocuk yaştan beri onu koruyup kollayan, onun serden geçmiş aile fertleri gibi yanında yıllarca emek veren, savaşan komutanları, emirleri… Lalası hele adını söyleyip gözyaşı döktüğü musahibi Ali Mirza’yı… Niye? Macarlar, Venedikliler, Çarlar rahat etsin diye mi? Tabii onlar indirdiler Bayezid’i tahtından, oğlunu kışkırttılar. Yüzünü doğuya çevir dediler! Ne oldu? Müslüman Türkleri kılıçtan geçirdin de ne oldu Selim? Bu dünya kime kaldı?”
Mirza Cafer bunları anlatırken haberi yoktu Selim’in payitahtta neler yaptığından. Dönüş yolundaki Yeniçeri isyanı onu öfkelendirmişse de sabır yolunu seçmiş. Ancak sadrazam Hersekzâde Ahmed Paşa ve ikinci veziri Duka-Gin Ahmed Paşa’yı isyanda elleri olduğunu düşünerek sadaretten azletmiş. İstanbul’a varınca ikinci veziri huzura çağırmış. Düşmanı Dulkadiroğullarına mektup yazdığını onlarla birlik olduğunu yüzüne haykırmış. Duka- Gin’nin yanıtı Selim’in öfkesini dindirmemiş. Bir anda kuşağından hançerini çekip saplamış vezirinin karnına. “Yok edin bunu!” diye emretmiş. Huzurdaki ak hadimler anında vezirin başını keserek emri Salim’in huzurunda yerine getirmişler.
Mirza Cafer sustu. Kimisi gözyaşını sildi, kimisi içini çekti, kimisi diş gıcırdattı. Ama herkes sustu. Bakır taslardaki hedikler soğumuş, kan kızıl nar tanelerine dokunan olmamıştı. Nice sonraihtiyar tekrar sözünü sürdürdü:
“İşte Pir Sultan Abdal… Duyduk ki zindan edilmiş o Pir. Suçu ne imiş? ‘
Ben de bu yayladan şaha giderim!’ demiş olması.
O ihtiyar ulu ki Kul Himmet ve Şahım Hatai misali uludur, zindan edilmiş.Birkaç ay önce koştum geldim elini öpmeye. Ama çok geç kalmışım. Hızır Paşa bekler mi ki beni gelip Pir’imin elini öpeyim? Çekmiş dara. Ne çok acılar çektik ne çok acılar çekeceğiz kim bilir?
Taaa yıllar önce, anlatırdı Pir Sultan, Höbek Kurultayı’nda gencecik bir âşıkmış. Oradaki o coşkuyu anlata anlata bitiremezdi. Koşmuş Tercan’a, Sarıkaya Köyü’ne. Elinde sazı, dilinde sözü katılmış yayladaki şenliklere. Sonra çok daha sonra, Pir Sultan kendi anlatır. Şahkulu isyana kalkışmadan önceki yıl, Şah devletinin sınırlarını belirlemek için bir kurultay istemiş. Selim’in sultanlık tahtına oturmadan hemen öncesinde… Bir sepet kızıl elmayı göndermiş Pir Sultan Abdal’a, kurultayı toplama emri vermiş.Pir de Balım Sultan’dan icazet istemiş. İcazet verilmiş. Pir coşku içinde vurmuş sazının tellerine:
Turnalar turnalar telli turnalar
Samah dönenlerde çar hagirenler
Şahdan bir elma geldi elma ne güzel elma
İçi turunç dişi turunç ne güzel elma
Eğlenin turnalar ben de varayım
Haber salalım yoldaş olalım
Balım Sultan’ın kardeşi Şah Kalender Çelebi de kurultayı toplamaya koyulmuş. Sonra Alaüddevle’nin üzerine yürümek için Şah, Sultan Bayezid’ten izin istemiş topraklarından geçmek için. İzin verilmiş. Ancak Şah İsmail, Balım Sultan’la karşılaşmasın diye Balım’ı saraya çağırmış. Şah gelmiş Sivas’a, Yıldız Dağı eteklerinde, Sarıkaya Yaylası’nda toplamış kurultayı. Şah’ın emirlerinden başka Kul Himmet, Şahkulu, Nur Ali Halife gibi önderler bir araya gelmişler. Kurultayda sınır olarak Fırat’la Dicle kabul edilmiş. Şah, Şahkulunu’nunİstanbul’a yürüme teklifine karşı çıkmış. Olmaz demiş. Ama Şahkulu buna uymamış ve kalkışmış… Neyse… O zamanŞah’ın yaşı kaç? Bilemedin yirmi iki, yirmi üç. Pir Sultan ondan en az altı, yedi yaş büyük. Kul Himmet en gençleri. On yedi, on sekiz yaşlarında ya var ya yok.Şah burada, kurultay günlerinde, gecelerinde dedelerle, ozanlarla oturup söyleşmiş. Cem kurup, nefesler söyleyip semah dönmüşler. Pir Sultan Abdal anlatırdı, Şah öyle güzel dönermiş, öyle güzel söylermiş ki.
Şah Yıldız Dağı’nda semah eyledi
Bir ayak üstünde bin bir kelam söyledi
İndi Banaz’ı hoş vatan eyledi
Hayli devr ü zaman geçti orada
Şimdi ben ne söylersem bir masal gibi gelecek size. Ama siz bu masalı unutmayın! Anlatın çocuklarınıza… Gece var oldukça, gündüz var oldukça bilinsin bizim hikâyemiz.”
Mirza Cafer sustu. Dinleyen herkes sustu. Gece sustu.
Böylece Şah’tan sonra yerine Taçlu Begüm Hatun’uneliyle oğlu Tahmasb Mirza, şahlık tahtına oturdu. Mirza Hüseyin İsfahani, Taçlu Hanım’ın desteğiyle neredeyse bütün kudreti elinde tutmaya başladı. Yıllar sonraTaçlu Begüm, oğlu Tahmasb Mirza tarafından Şiraz’a sürgün edildi ve orada Şah’ının, Pir’inin, sevgili İsmail’inin hasretinde elli yaşlarındayken bu dünyadan göçüp gitti. Orada toprağa verildi. Osmanoğlu topraklarında gözü olmadığını Sultan Selim’e ve onun babasına yazan Şah’ın ölümünden kısa bir süre sonra Anadolu’da halk büyük isyanlara kalkıştı. Osmanlı yeniden İran’a saldırılar düzenledi. Şah İsmail’in ölümünden üç sene sonra Şah Kalender isyanı yoksulların bu topraklardaki son isyanı oldu.Koyun beni hak aşkına yanayım, dönen dönsün ben dönmezem yolumdan diyen Pir Sultan Abdal ise kanlı bir nokta olup bu hikâyenin toprağına düştü.
Bitmedi…
Höbek Kitabın Kapak Yazısı
3000 yıl önce, şimdiki İran’da, kanat denilen bir yeraltı su kemeri çeşidi, sıcak kuru iklimlerde olmadan var olamayan çiftliklere ve köylere uzun mesafelerden su taşımak için tasarlanmıştı.
Çukurlar, su kemeri elle kazan işçilere kilometrelerce oksijen sağlandı.
…
Sabina Chebichi başardı… Başarmak hayal etmek, çalışmak ve pes etmemekle oluyor! O zaman soralım kendimize ve ellini tuttuğumuz kişiye: Nedir Hayalin?
…