ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Koçak – Karbeyaz ve Horuz | İhsan Kutlu

Koçak – Karbeyaz ve Horuz | İhsan Kutlu

KOÇAK, tepeden tırnağa kadar neşe, şaka, tiyatro, zekâ ve yaratıcılıktan var edilmiş eşsiz bir insandı. Ne mutlu ki, onu Roman konusu yapmak bana nasip oldu; aslında O bana bu Görevi vermişti.  Onu hep arıyoruz.

Nice insan, tanıdık ve dostlarımız, yakınlarımız acelesi varmış gibi, çekip gidiyor, Hiç değilse Roman varoldukça adları ve sesleri Kubbede Baki kalsın istedim.

    Olayın geçtiği yer: SERHAT Köyümüz KARBEYAZ. YIL; 1970

                                          *( Not: Antakyalılar TOYUK ve HORUZ derler, tavuk ve horoza. Bu yüzden İskenderun’da dayak yemişlerdir).

      KİTAPTAN ALINTI:

     Kahvedeki tavla maçını iri, güleç, şen ve ilk bir ay içinde kasabanın ferdine dönüşmüş olan karakol kumandanı Kemal bey kazandı; hemen her defasında olduğu gibi.

     “Evvet, yavrum Koçak, kebabımı afiyetle yerken, cebindeki paraların bu ay da en son kısmı bana kısmet olacak ve ondan sonra iki hafta benim kapımdan yemek dileneceksin.”

      “Sen zar tuttuğun müddetçe, bu son, bir daha seninle iddiasız bile maç yapmam, bir de vatanımızı, namusumuzu sana emanet ediyoruz.”

     Koçak, tavlayı sinirle kapadı.

     Bölük, yanında görev yaptığı köyden Firfirli Hikmet Sabuncu, Hatay’ın aba güreşi şampiyonu olduğu halde, ayakta, Koçak ile birlikte dışarı çıkmayı bekliyordu.

     Kahve dar, izbe ve sinekliydi.

     “Şimdi futbol maçına geldi sıra” diye belirtti İsmail Asil ve dışarıya çıkmaya, temiz havadan solumaya başladılar.

     Karbeyaz’ın karakol binasında Türk bayrağı dalgalanıyordu, o’nun dışında insan gözünü açıp, karşıya baktığında bir başka ülkeyi, Suriye’yi görürdü; sırtını verdiği tepe Türkiye; aşağıda, dar bir ovanın ortasından akan Asi Nehri’nin karşısı ve zeytin ağaçlarıyla kaplı dağ, dağ eteğindeki köyler, kasabalar iyi komşu saydıkları Suriye’nindi.

      Köyler kendilerinin bazen bir yanlışlık eseri olarak Türk haritasına dahil edildiklerini sanırlar, genellikle, iki ülkenin de en gizli sırları, haberler, hatta o an hem Şam hem de Ankara’da ne döndüğünü en kesin, hızlı ve doğru olarak bilirlerdi.

     Koçak, bu kez kura’dan önce abdest aldığından dolayı bir tabur arkadaşının olduğu bu kasabayı çekmiş, evi bulunmuş, şamata ve gırgırın ocağına düştüğünü bildiğinden mutlu bir yaşam sürdürüyordu. Eh, eğer bir yemeğin, ya da yaşamın tuzu biberi yoksa tadı olmayacağından, kumandan ile zıtlaşmayı doğal bir olay haline getirmişti.

      Karslı kumandanın da mutluluğuna diyecek yoktu: Kasabada taşkaladan vakit bulup kavga eden olmadığı için, geriye Koçak kalıyor, o’nu gözetim altında tutunca, zaten birlikteydiler, geriye zoraki Antakya’ya ya da Altınözü’ne inmenin, ya da Koçak’ın kebabından tatmanın dışında günleri rahat ve huzur içinde geçiyordu. Hanımı da oldukça memnundu yeni kasabadan. O halde Koçak burada var olduğu sürece, kendisi de kalabilir, Kemal bey iki çocuğun üzerine, bir üçüncüsüne de bu kasabada sahip olabilirdi.

      Köyün futbol sahası, en aşağıda, karakol binasının altında, eski bir harman yeriydi ve tek eksiği, doğuya doğru hızlı bir şut atıldığında, top, yardan aşağı, ormanlık vadiye doğru gitmekle kalmıyor, komşu ülkenin topraklarına giriyordu.

     Kumandan, karakol görevi yapan askerlerden birini çağırarak,    

    “Yengen ne istiyorsa sen alıver aslanım.” Bir 50 lira uzattı ve yeniden kalabalığa döndü: “Bu sefer hem künefesine, hem kebabına. Tamam mı?”

     “Tamam, üzerine bir kilo da Tini olsun” diye öneriyi tamamlayan Koçak’ı onayladılar. Ve maç başladı.

     Gece yarısı, Mahmut Coşkun ile birlikte evin dönmekte olan Koçak’ın kafası iyi, karnı ise toktu. genellikle Düziçi günlerini yad ederek, anayoldan sokağa saptılar ve kim bilir kaçıncı uykusunu alan insanları yüksek sesli konuşmalarıyla rahatsız ederek eski taş merdivene ulaştılar.

    “Haydi, iyi geceler” dedi Mahmut, “Bugünü de bitirdik.”

     Koçak, hemen ilerdeki evine giden arkadaşının elini sıktıktan sonra, birden aklına geldi: “Oğlum” dedi, “Sizin bu horuzunuz yok mu, ya kes şunu ya da bana sat. Ne sabahı var, ne akşamı, ne de gecesi. Valla, bıktırdı beni!”

     “Babamın, benim değil. Ziraattan aldı, özel, yakında eşini de getirecek, bir yumurta yapışı var;  Horuz be, ötekiler gibi değil, bu hakiki ve asil horuz cinsinden!”

      Başını kıvratırken Koçak, sanki duymuş gibi horoz var gücüyle öttü, başka evlerden karşılık verenler oldu. Koçak tehditkar bir dille konuştu:

     “Bak Mahmut, bunun terbiyesini ver. Tavuğun birinden inip ötekine çıkıyor, geçen size gelirken, bana bir ters bakışı var; Hacı Durdu bile daha efendice, kibar bakar be! Ne oğlum, birine mi benzettin? diyerek üzerine yürüdüm. Üç kere üs tüste öttü. Haberin olsun, kesersem, gerçi tavukların tümünü dul bırakan bir cani olurum, fakat günde beş öğün beni uyarmaya hakkı yok, terbiyesini ver bari.”

       “Senin lafına doyulmaz” diyerek Mahmut koşarak evinin taş basamaklarından yukarı kata koşarak çıktı.

      Tek odalıydı Koçak’ın kiraladığı  ev, kasaba ya da köyde (duruma göre bu adlardan biri kullanılırdı) elektrik olmadığı için Koçak, herkes gibi gazlı lüks lambası yakıyor, tüp bulmak dert olduğundan, yıllardır, karşıda elektriksiz köyü olmayan Suriye karşısında utanmadan halkı bu yaşama halkı mahkûm eden kim varsa tümüne sövüyordu: Tüm kasabanın yaptığı gibi!

      Öyle ya, sınırda olmayan köylerin bari Suriye’den haberi yoktu ve kendilerini başka biçimde avutabilirlerdi.

     Peki Karbeyaz, yeni adıyla Yiğityolu?

     Tek odalı evinde, lambayı yakmayan Koçak, tahta balkona çıkıp, ibrikteki suyla ayaklarını yıkadı, mutfak gibi kullandığı köşedeki dağınıklığı, karanlığa karşın seçebildi. Elini hiçbir şeye vurmak niyetinde olmadığından, somyasına girdi, hemen yorganı başına çekti. Kafası iyi ise, çabuk uyurdu Koçak, ne kız, ne aşk ve ne de para düşünmeksizin dalardı ve gözleri bir anda kapandı.

      “Üüüüüüüürüüüüüüüüüüüüüü…!”

      Kulağının içine bağrılmışçasına havaya sıçradı Koçak, ses öylesine yakından ve gür geliyordu. Sövdü, sönerek gelen rakip horozları dinlerken yeniden uykuya daldı. Tatlı bir rüyanın aynı gür sesle bölünmesi karşısında yatağında doğruldu ve vargücüyle bağırdı, bütün kızgınlığıyla:

      “Mahmuuuuuttt..! Sustur şu düdüğüüüüüüüüüüü..!”

       Yanıt Mahmut’tan önce geldi, “Üürüüüüüüüüüüüüü…!”

      “Erkeksen sen sustuuuuuuuuurrrr!” Mahmut’un da sesi geldi, yan evlerde başka sesler ve Koçak’ı destekleyenler… Yeniden aynı meydan okuyan horoz sesi.

     “Eşşoğlueşşek, bu sefer seni Mahmut Coşkun bile elimden alamaz! Bu köy ses çıkarmadıkça anlaşılan sen bu efelenmeye, cakaya ve horozluğa devam edeceksin”

     Ve Koçak, bir hamlede pantolonunu giydi, çorabı boşverip, spor ayakkabısını ökçesine basarak, merdivenleri inmeye başladı.   

     Dosdoğru Mahmutgilin ahırına girdi; bir yığın tavuğun ortasında, çıplak iri bacaklı, kel, uzun boylu horoz bütün oraların hükümdarıymış gibi duruyor ve Koçak’a yan yan ama tehditkâr tarzda bakıyordu:

     “Havasına bak! Ulan, dostum aba güreşi şampiyonu Firfirli Hikmet Sabuncu bile senin gibi dik duramaz be!”

     Tavuklar ürküp kaçışırlarken horoz hiç kıpırdamadı, üzerine uzanan ele karşı ise vargücüyle öterek karşılık verdi, sesi tam orta yerde kesilmese, belki de öncekilerden daha uzun sürecekti. Koçak’ın sol eli boynu kavrarken, sağ eli iki ayağa yakaladı ve horozun sandığından, daha iri, daha güçlü olduğunu anlamakta gecikmedi: “Helal olsun oğlum, valla öttüğün kadar varmış!” dedikten sonra, dışarıya çıktı, çıktı ama, içerden tüm tavuklar koro halinde sanki ağıt çekmeye başladılar.

     Mahmut pijamayla dışarıya çıkmış, parayla değer biçemediği horozun başına kötü bir şey gelmesinden korktuğundan dolayı, Koçak’ın elinden yakaladı. “Olmaz” diye yalvardı, “Babam deli olur!”

       “Dediğim yap, hiçbir şey olmayacak?”

       “Ne, de bakalım.”

       “Şu muhtarlık odasını aç, gerisine karışma.”

       “Koçak, okula, Düziçi’ne benzetme Karbeyaz’ı, adın hâlâ okulda söyleniyormuş. Bunu duydun mu?”

       “Ya açarsın, ya da yarın birlikte yeriz bu efeyi.”

       Mahmut, horozun canını kurtarmak için çok şey yapmaya hazırdı, ancak, Koçak’ın odada ne yapmak istediğini de kestiremediğinden ve bu adamın hiç kimsenin hayaline gelmedik işleri yaptığını bildiğinden, odayı açtı. Odada, bir ses cihazı vardı: karakol, belediye ve muhtarlık ile ilgili duyuruların yapıldığı, duvarda resmi dairelere uygun fotoğraflar ve Türkiye haritası ayrıca bayrak ve evraklar.

     Koçak, dosdoğru ses cihazının düğmesini açıverdi, akü ve elektrikle çalışan vericiden hafif bir uğultu yükseltirken, Mahmut anladı.

     “Oğlum, anahtarı benden almadın, tamam mı, benim hiçbir şeyden haberim yok, sonra horuzu yerine bırak.”

      Mahmut karanlık odadan ayrılıp, merdivene yukarı panik içinde ancak gülerek kaçarken, Koçak, Horoz’un pehlivan boynunu bıraktı, sırtını tıpışladı: “Haydi aslanım, bütün tavuklar sesini duysun da boş yere telaşlanmasınlar! Haydi koçum!”

     Ve horozun çıplak boynu uzadı, tam mikrofona doğru ve öttü. Üç büyük hoparlörden ses öyle bir çıktı, öyle bir yükseldi, ta karşıdaki Suriye’ye ait köylere bile yayıldı.

      Köylülerin çoğu, “Bismillahirrahmanirrahim!” diyerek ve korkuyla yataklarından fırladılar, hamile bir kadının aniden ağrısı tuttu, bir tek insan, kumandan ise söverek uyandı:

     “Ulan zibidi Koçak! Ula hergele! Senin yüzünden bir gece olsun rahat uyuyamıyacak mıyız?”

      Kumandanın karısı ise kokuyla uyanıp, sınırdaki kasaba-nın komşu devletin baskınına uğradığını sandı ve çocuğunu kucakladı.

      Koçak, bıraktığı boynun, uzaktan gelen rakip horozların sesine kızarak uzadığını, gerildiğini hissettiği an yeniden önündeki düğmeyi açtı ve ses daha da gür yükseldi.

     “Eşşoğlueşşek ne kadar rakibin var dinle ve ondan da çok hayranın, gözağrın olduğunu anlıyor musun? Utan ulan!”

      Köylüler üçüncü ötüşten sonra balkonlarına çıkmaya, hatta sesli olarak birbirlerine laf atmaya başladılar.

      Yani taşkalaya.

     “Adam horuzu muhtarlık odasına saklarsa, böyle olur.”

     “He bre, Alluş, nerdeyse keni madalya dakıp mersaha endirici, Firfirli Hikmet ile güreştirici!”

      “Eyi olo! Toyuklarına sahibolamayan bu köye yakında ta Fatikli’nin horuzları gelici bre! Bre, heş bizi taşkalaya alıcı, valla böyle giderse, Hollanda danası, Suriye kazı, Lübnan koyunu… İsrail şeftalisi, bre bizimkilere n’oluk, niye biz kendimizi böyle taşkala edok?”

     Ve yeniden öten horoz sesine kızan kumandan dışarıya fırladı, tabancasını aldı, askerler koşuşarak ve korkarak kumandanın önünde hazırola geçtiler.

     “Hemen, yakalayın! Kaçarsa ateş açın, göbekten aşağıdan vurun ki, mesuliyeti olmasın!”

      “Kimi kumandanım?” diye onbaşı selam çaktı.

      “Deli etme beni, bu kasabada kim suç işler? Koçak’tan başka hangi zibidi, gecenin 3’ünde horoz öttürüp, ta karşı Suriye karakollarını bile alarma geçirir. Ya, bize telefon açıp ne olduğunu soruyorlar. Beş dakika içinde susturmazsanız, ordulara da alarm verirler, Genelkurmaylar toplanır. Harp başlamadan acele edin, koşun!”

      “Emredersiniz kumandanım!” sesi ile horozun dalga dalga yayılan sesi birbirine karıştı.

      Kumandan, son anda yatıştı ve koşarak giden askerlere var gücüyle bağırdı: “Sağ yakalayın ha, sakın ateş etmeyin, şunu asla unutmayın, böyle mikroplar olmasa, bu millet birbirine düşer, iç harp bile çıkar!”

       “Emredersiniz kumandanım! Sağ yakalıyoruz!”

        Horozun sesi öyle yükseldi ki, öyle yankılandı ki!..


    NOT; ŞU An hepimizim KOÇAK ve benzerlerine her şeyden daha fazla ihtiyacımız var. NE yazık ki, O’nu çok erken yitirdik ve boşluğu, 0nu Tanıyanlar için, bir KARADELİK gibi neşemizin ve mutluluğumuzun bir kısmını yutup, götürdü ve hala götürüyor.

 

 

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.