Günün Hikayesi | Başka İstanbul Yok | M. Selçuk Gazioğlu
“İstanbul’u
sevmezse gönül aşkı ne anlar
Düşsün suya yer yer erisin eski zemanlar
Sarsın bizi akşamda şarap rengi dumanlar
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan “
“Behçet Kemal Çağlar”
Üsküdar’da otururlardı , Tunusbağı’nda…
Ahmediye’den Çiçekçi’ye giderken Karacaahmet Mezarlığı’nın kavşağında sağdaki
Büyük Mustafa Paşa Sokak 44 ‘de.
Arkadaki duvarın ötesinde Kadıköy’e giden yol ve karşısında
şimdi annemin, anneanne ve dedem ile dayımın yattığı mezarlık.
Adını, İstanbul’a Hacı Bektaş-ı Veli tarafından
İslam dinini yaymak için gönderilen Karaca Ahmet’ten almış . Çok sevmiş, dedemi
kıskanırmış Saadet Hanım .Onu iki katlı evinin tam karşısına
defnettirdi…sonra da kendi gitti.
“Adam olun oğlum burası İstanbul” derdi
“,başka İstanbul yok .”
O, katıksız İstanbul Hanımefendisi’ydi.
Sekiz yaşlarındaydım rahmetli anneciğim bizleri her
hafta oraya götürür, bir gece kalırdık.
Alt katta küçük bir hela ,mutfağımsı bir alan ,
arkada, küçücük bahçede malta eriği …verdiği üç beş meyvayı yemezler,
kardeşimle benim çalmamı gözetleyerek gizli bir haz alırlardı.
Üst katta arkada küçük ,önde sokağa bakan büyükçe
oda vardı.İki büyük somya, cevizden üç koltuk, dikiş makinası ve çivitle
yıkanmış elişi göz nuru perdeleri…Yüklük vari boşlukta “siera”
marka kocaman bir radyo bulunurdu.
Dedem akşamları ajans dinlerdi,emekli gedikliydi.
Malum, geçim zorluğu belediyede ek işle iştigal ederdi.
Fenerbahçe taraftarıydı. Mikro Mustafa’yı,
Lefteri,ondan tanımıştım .Radyoda maç dinlemeyi kaçırmaz, masmavi gözlerindeki
gözlüğünün üstünden, sehpaya koyduğu totosunu ikide bir teftiş eder,
tabakasından durmadan çıkardığı sigarasını kahvesiyle içerdi.
Mutlaka “Milliyet Gazetesi “alır Çetin
Altan’ın “Taş”adlı tefrikasını okurdu.Hiç kızdığını görmedim ama
nadir gülerdi. Uzun boylu heybetliydi . 1930 larda Çakırcalı Efe mi ,nebilim
;öyle bir flim de rol aldığı anlatılırdı.
Anneannem Selami Dedem’e “Tufanım” derdi.
Ne anlama gelirse ? Müthiş tavla oynardı. Hatırlarım ; babam , Erol eniştem ve
Atila eniştemle turnuva yaparlar, rahmetli Erten dayım ve ben 3.Selim ilkokulu
yakınlarındaki bakkala gidip file file Çamlıca Gazozunu taşımaktan helak
olurduk. Gazoz, nefis pişirilmiş izmarit ya da hamsinin yanında güzel
giderdi.Dedemin sindirerek içişini görmeliydiniz.Babam da bıyık altından
gülerdi .
Duvarlar her yıl çivit karıştırılmış kireçle bizzat
anneannem tarafından boyanırdı.Ev tiriltiril kokardı. Alttan üste doğru kaldırılan
İki küçük penceresi vardı .Metal, açılıp kapanan bir tutacakla sabitlenirdi.
Duvarlar en ufak bir dokunmada, dökülürse de sonra alçıyla onarılırdı.
Sokaktan “iyoo, iyoo, iyooo kaymakkk !
“diye bağıran bir satıcı geçerdi . İki ucuna zincir takılmış koca bir
sopayı omuzuna almış ve buna bağlı yoğurt bakraçlarını taşırdı. Tepsilerini
indirir,tülbentlenmiş kabın hemen kenarına eklenmiş küçücük, galveniz
kutucuktan çıkarttığı mala vari kepçesiyle kerpiç gibi yoğurdu tabağımıza
koyar, el terazisiyle tartardı.Sonra itinayla tülbenti bakraca örter , kavruk
bedeninden umulmayacak bir azametle yüklenir , iki büklüm giderdi.
Kahverengi karavana benzer bir at arabasıyla da
sabahları ekmekçi geçerdi . Kollarında siyah bir kolluk ellerinde eldiven
vardı.Tek atını kibarca sürerdi.
Yazın Çifte Kayalar’a denize giderdik. Annem bize
eski pantolonlardan şort yapardı. Havluyla birlikte ,kese kağıdına sarar,fileye
koyardık .Yol Arnavut kaldırımıydı.Naylon ayakkabılarımızı çorapsız giyerdik
.Ayakkabının metal tutacağı ayakbileğimizde kara bir leke yapardı. Ayak
üstlerinde ise güneş görmeyen yerler bembeyaz kalırdı.
Karşımızda Vedide Hanım Teyze ve Tarihi Fatma
Hanımları mutlaka görürdük . Siyah manto giyerlerdi. Başlarında simsiyah
başörtüleri vardı.Sıkıca sarılmış başörtülüydüler. “Salacak Canavarı
varmış oğlum dikkat edin ! “der gibiler şimdi hayalimde.
Yol boyunda genelde Ayşe Teyze ve İsmail Amcaya da
uğrama huyumuz vardı . İncir yaprağı kokan bahçesiyle eski bir evde otururlardı
.Biz ona, “İso Amca ” derdik. Tek göz evde kedileriyle yaşarlardı
.Hiç gülmezlerdi ,görmedim. Çok mutluydular.
Çifte Kayalara müthiş bir çam kokusu hakim olan
tepeden yürüyerek inerdik . Bakir bir kumsal denizde kayalıklar vardı .Kumsal
da konglomera tarzı taşlar ve çakıllar vardı . Karşıda Yeditepe tüm haşmetiyle
durmaktaydı .
Bizans’ı yemiş, Osmanlıyı harap etmiş
coğrafya.Boğaz’ın ötesinde Ayasofya , Sultan Ahmet , Süleymaniye ve
İtalyanlardan kalan Galata kulesi güzellik yarışındaydı..
Kömürle çalışan şileplerin ve şehiriçi vapurlarının
dumanı arasından duyulan siren sesi sukuneti bozmakta ama esrarlı bir ortam
yaratmaktaydı.
Hemen yakınımızda görünen Kız kulesinin karşısında
Salacak’ta varsılların plajı vardı .Biz oraya delikanlı olduktan sonra
gidebilmiştik.Akşama kadar yüzerdik. Doyasıya midye toplar, iki kaya arasına
kurduğumuz ocakta pişirir,götürdüğümüz ekmekle yerdik .