Ey Okur | Gülüm Çamlısoy
EY OKUR…
‘’Benim gibilerin daha sonra yaşayabileceği ikinci hayat, elindeki kitaptan başka bir şey değildir. O da senin dikkatine bağlı, ey okur. Ben sana dürüstlük göstereyim, sen de bana şefkat.’’ (Alıntı)
Düş mektebinde tanrıyı oynayan sürrealist bir imgeyim ve hayat yaşadıklarımla taban tabana zıt.
Suskunluğun ihraç ettiği bir öfkeyim belki de mezarımın toprağına sokulası yavru bir köpeğin terk edildiği akşamın son mezesi bedenim, ruhumla çıktığım yol ve s/onsuzluk iken benim tekelimde tek elden bahşediyorum içimin kırıntılarını da tek tek resmediyorum. Duvağı yok bu gelinin ve görücüye çıkmayı reddediyor kendini bildi bileli.
Anlatacaklarımın hiç birine geçiş hakkı tanımamışken bir ömür…
Hayatsa çoktan dümeni alıp da her gün solundan kalkerken kader, kaplumbağa adımlarıyla sırtlanıyorum zamanı ve mekânı yok sahiplendiklerimin daha doğrusu sahiplenildiğimi bilmek gücümü saklı tutmaya yarayan tek sebep gerisi ise zamana kalmış ne de olsa soyut bir var oluş benimki.
Temkinliyim artık: hem yaşarken hem severken.
Bir alıntı yapmam gerekiyor madem mazimden meziyetlerimi tek tek eliyorum ve aklın almayacağı kadar da eziyet yüklenmiş bir safsatayım ben.
Rüzgârın yönü ve de hızı elbet yazmanın ertesi gelişen bir hürriyet duygusu en çok da rüzgârı yönlendirenin ben olduğunu bilmek bu kadar pervasız yaşamama imkân veren ve imkânsızlıklar dâhilinde imkân tanıyorum bir ömür süre gelen suskunluğumu yenmek adına yine de kalemin eşlik ettiği o gök gürültüsü beni pek çok şeyi yapmaktan alıkoyan.
Mevsimin nabzını tutan ben değilim ne de olsa nabzını almadığım çoğu hadisenin gidişatından da ben sorumlu değilim sadece sorunlu addedilen bütçemle bazen açık veriyorum muhasebe işlerinde bu kadar yetkin olmama rağmen.
Açık ara farkla hem öndeyim hem geride.
Açık kalan kapıdan ayaklarımı üşüten rüzgâra esefle söyleniyorum oysaki dışarıdaki hava günlük güneşlik bense muktedir olmadığım her şey adına kendime yükleniyorum.
Soyut bir ihbar, aldığım.
Belki de soğuk algınlığım en çok da sıcak havalar alınganlığımı en üst noktaya taşıyor.
Gecenin rençperi.
Yalnızlığınsa büyülü dünyası.
Gözümde büyüttüklerim ve kendimi en arkada konuşlandırdığım oysaki hep göz önünde hep sıra başında zıplayan bir top gibi bazen sektiğim bir kaldırımdan diğerine nihayetinde kendi kaleme attığım gol ile ıslıklandığım.
Haletiruhiyemden sökün eden fısıltılar bazen benim bile duymadığım ve hayatın rövanşı adeta şu sayfaya hapsolduğum kadar anlatmadıklarım da sırasını beklerken.
Başımdan atamadıklarım.
Bazense atıl bir düş gibi ve nadasa aldığım iç sesim; beynim ise aralıksız mesaide ve işte işgüzar bir banko memuru gibi koşuşturup duruyorum bir dosyadan diğerine nihayetinde gümrükte unutulmuş bir mal gibi yağma edileceğim belki de geldiğim yere gönderileceğim yeniden.
Cenin pozisyonunda kalemim günlerdir.
Canımdan can gidiyor kalemin her inleyişinde.
Tasalanıyorum da.
Kalemse umarsız takılıyor bazen boş verdiğim hayat gibi ara ara boşa düştüğüm ve boşluktan kurtulmanın yolu iken tek bir cümleye duyduğum hasreti sonlandırıp o tek cümlenin peşine takılan ahalisi yüreğin.
Nazara gelen bir hayal belki de.
Dikkatimi celp eden sıra dışı bir duygu ve işte çıkış noktam.
Nemalandığım sessizlik iken en büyük gürültünün kaynağı.
Bazen gürültüden kulaklarımı kapatıp göç ettiğim çocukluğum bir o kadar reddettiğim yetişkin kimliğime elbet sık sık alaya alındığım.
Göğsümdeki o basınç.
Gövdemde kurşun delikleri adeta her delikten de firar ederken içimde biriken sözcükler ve kelime üstüne kelime inşa ediyorum temelinde yatan bir hikâye bense anlatıcısı iken hikâyenin ansızın hikayenin kahramanı olarak ipi göğüslediğim.
Nidalar savruk.
Gece ve rüzgârsa aşırı hoyrat.
Yalnız ve yansız bir ben saklı iken içimde ve yan basan gölgeler bazen uyuya kaldığım filmin tam da en heyecanlı yerinde bekleye durayım ben yıllardır ve işte kaçan ipin ucu derken devreye giren kalemim ve hayal dünyam ve işte kurguluyorum hayatı bir o kadar başka hayatları ve başkalaşım geçirdiğim bazen basmakalıp bazen biricik olmanın gayesi ve gayretiyle şahsına münhasır bir bakış açısına saklanmış dipsiz acılar gibi nasiplendiğim kadar da üretmekle iştigal bir ömrün koğuşunda volta atarak harcadığım yıllar…
Hesaba çekeceğim madem kendimi.
Ortada hesap var ya da yok ve şairin fısıltısında kendimi bulduğum:
‘’Korkacak bir şey yok hesap tamam
Sıram geldi mi hatta güleceğim
Kendimi hazırladım biliyorum.’’ (A. İlhan)
Zamanın ve de hayatın mukadderatı ve aşkın gölgesinde açıp da solan çiçekler gibi.
Bir örtü ise toprağın üstünü örttüğüm aslında toprağın beni içine çektiği ve evet:
Biliyorum işte zamanın dolup da hesabın tamamlandığını ve korkusuzca ilerliyorum beni bekleyen sona.