Burjuva Kültüründe Sevmek? | İbrahim Uysal
Evet, “burjuva kültüründe sevmek” de nereden çıktı? diyebilirsiniz.
Haklı olabilirsiniz ama sevgi, bütün canlıların öyle ya da böyle yaşadıkları duygular atakları. Bir çiçeğin sevgi ile büyüdüğünü, bir kedinin sevgi ile bizi yalnız bırakmayıp peşinizde koşturduğunu anlatır dururuz.
Anne-Baba sevgi ise daha duygusal bir şeydir. Yarattığı bir şeye hayranlık, koruma, vb. birçok şeyin iç içe birlikte olduğu bir duygular bütünü.
Toplumsal bir varlık olarak insanlar arasındaki sevgi ise sosyal, kültürel, psikolojik vb. insan ile ilgili bilimleri ilgilendirir. Oldukça da derindir.
Ülkemiz nüfusu son yıllarda, hızlı bir köyden kentlere göçüş yaşamış, yeni bir şehir yaşamı ortaya çıkmıştır.
Kendi göçümüz yetmezmiş gibi bir de mülteci, ardında Rusya, Ukrayna gibi ülkelerin zenginleştirilmiş savaş kaçkınları göçü.
Şehir deyince, örneğin Fransa’da kilometre kare başına 500, Almanya’da 2.500’den fazla insan düşen yerler anlaşılır. Japonya’da 30 bin, Kore’de 40 bin, ABD’de ise 2.500 kişiden fazla insanların yaşadığı yerler ŞEHİR sayılır.
Bizde ne anlaşılır ise “Allah ne verdi ise’.
BURJUVAZİ’yi Karl Marks, KENT SOYLU kişiler olarak tanımlar. Gerçekten de Burjuvaziyi sosyoloji, belli bir aileden gelen, gelenek görenekleri, işi-gücü , belli bir eğitimi değil, sağlam bir eğitimi olan kişiler olarak tanımlar.
Dolayısıile sanayi devrimlerini tamamlamış ya da ekonomik, sosyal gelişmişliği ile kentleşmeyi belli bir ivmeye odaklanmış. İNSAN YAŞAMINA ÖNEM/DEĞER VEREN yerlerdir, ŞEHİRLER/KENTLER.
Dünyada bir örneği olmayan bazı şeyler nedense hep bizde olur. Şehir içi yolcu taşıma DOLMUŞ ile yapılır, köylerden sonra ulaşılabilen ilk yerleşim yerlerin etrafları GECE KONDU’lar ile donatılır.
Bu yerleşim yerlerinin alt yapıları yapılmadığından, köyden/kırsal kesimden gelen insanların yerleşim yerleridir. Bununla TÜRKİYE’de ŞEHİR ve KASABALAR olmuştur.
Uluslararası hiç dalgası, bizim dolar “sevdamız” ile Milletimize,”milliyetçilikle muhafazakarizm” kavramları arasında yaşananlar bambaşka bir öyküyü yaşatacaktır.
Şehirlerde yaşamak ile şehirli olunmadığı gibi şehirli kültürü de sayılan burjuva kültürden de haberdar olunmuyor.
Peki, onca kavram kargası arasında gel-gitleri yaşayanları ne yapacağız?
Son günlerde sıkça tanık olduğumuz göçmenler gibi ŞEHİRLERE doldurulmuş ama şehirli olmamış insanlar olarak yaşıyoruz, onca kalabalıklar içinde.
Her türlü ilişkilerimizde olduğu gibi SEVGİ konusunda da özünden uzakta, varoşların gecekondularında yaşıyor olduğumuzu, TELEVİZYONLARA bakılınca bir kez daha anlıyoruz.
Kendimizi Anadolu insanı olarak tanımlamaktan gurur duyuyoruz, ama yaşam tarzımız, beklentilerimiz hatta umutlarımız bile bir küçük BURJUVA özlemi içerisinde.
Şehirlere geldik, şehirlerde doğduk ama kendi öz kültürlerimizi köylülükten evirip, evrimleştirip, dönüştüremedik, ŞEHİRLEŞEMEDİK. Bu yüzden de özlemlerimiz sahip olduklarından hep bir adım önümüzde. Bu yaman çelişki ile yaşayıp gidiyoruz.
Çakşırlarımız, Pantalon, iç çamaşırları göyneklerimz, atlet, t-shirt oldu değişti ama para ile değiştiremediğimiz; düşüncelerimiz, beklentilerimiz ve özlemlerimize ne diyelim.
Leo Buscalia, “sevmek, dokunmaktır” der.
Bizde sorun burada başlıyor. Burjuva kültürünün etkisi ile her şeye sahip olma, dokunma arzumuz kabardı. Her şey, hepsi “benim olsun” görgüsüzlüğü başladı sevgide de aynı..
Doymuyor, tatmin olmuyor ve tat almıyor, görgüsüzlüğün sınırlarını zorluyoruz artık.
Televizyonlar, gazeteler ve dergiler de bu görgüsüzlüğü teşvik ediyorlar. Gencecik insanların özlemleri sömürüyor.
“Bir gün sen de olabilirsin, senin de olabilir” tacirliğinin sonu gelmiyor.
Sıradan bir kişi olarak, toplumsal görev dağılımında bir pozisyon üstlenmiş kişiler olarak da kendimiz gibi sevmesini de unuttuk. Hep bize özendirilen şekli ile sevmeye çalışıyoruz.
Önce şehirleri gecekondulaştırdık, sonra ilişkileri yozlaştırdık. Sevgi ve saygıyı metalaştırdık.
Burjuvazi, kendi kültürü içerisinde oluşturduğu gelenek ve göreneklerini yaşıyor ve sürdürüyor. Tarih süzgecinden de süzüle süzüle yoluna devam ediyor.
Çok geniş bir kesim kendisinin olmayan hayatları yaşıyor. Yaratılan yeni kültür ile yozlaşmanın sınırlarını zorluyor; Burjuva gibi sevmek, ama kendimiz gibi yaşamak istiyoruz!…
Oysa biz, her şeyi yozlaştırdık.
Siyaseti, sevmeyi, saygıyı da… her şeyi bir çıkara kurban ettik, kendimizi bile olmadığımız bize kurban ettik.
Bizim olmayan şeyleri:
Siyasi partiyi, partimiz diye,
Sevmedikletimizi eş/sevgili diye,
Bizim olmayan yaşamı da yaşam diye seçtik.
Dolayısı ile “Müslüman mahallesinde salyangoz satan” tüccar gibi, BURJUVA ÖZLEMLERİ içerisinde, dolanır olduk.
Kendimiz olmadan, kendimiz ile de çelişiyoruz!..
…