Haftanın Yazarı | Ayla Kutlu | Edebiyatta Kadınların Sessiz Çığlığı | Ayşe Kaygusuz Şimşek
Toter Winkel _ Saklı Açı_ Ekim 2018
Kutlu: Bu ülkede kimse özgürlüklerin arttığından, hatta özgürlüklerin olduğundan söz etmesin. Nüfusun yarısından çoğunun yaşama özgürlüğü yokken, özgürlükten söz etmesin. Hiçbir ciddi işle uğraşmayacak mı bu toplum, diyorum; canım çok sıkılıyor.
İstanbul – Ayla Kutlu, 1938’de Antakya’da doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten (1960) sonra çeşitli kamu kuruluşlarında 20 yıl çalıştı. 1975’te profesyonelleşen edebiyat çalışmalarını, emekli olduğu 1980’den beri yoğunlaştırarak sürdürüyor. Edebiyatın çeşitli dallarına ilgi duyuyor. Roman, hikâye, çocuk romanı, senaryo, tanıtım yazıları, belgesel metinler, sohbetler, radyo oyunları… Kaçış, Islak Güneş, Cadı Ağacı, Tutsaklar (Ateş Üstünde Yürümek), Bir Göçmen Kuştu O, Hoşça Kal Umut, Kadın Destanı, Emir Beyin’in Kızları gibi romanlara imza atan Kutlu, öykü ve çocuk kitaplarında da üretken bir yazar. Hüsnüyusuf Güzellemesi, Sen de Gitme Triyandafilis, Mekruh Kadınlar Mezarlığı, Zehir Zıkkım Hikayeler gibi öykü kitapları; Merhaba Sevgi, Yıldız Yavrusu, Başı Kuşlu Çocuk, Beceriksizler Sirki, Gezgin Kertenkele ile Kutup Ayısı, Çiçek Elli Robut, Küçük Mavi Tren, Kendini Köpek Sanan Ayakkabılar, Harika İkizler (İkizlerin Sırrı, Artık Çok Oldunuz ve Zavallı Mideler serisi), Minik Sultanın Serüvenleri (Minik Sultan Sihirbaz, Minik Sultan ile Deniz Kızı ve Minik Sultan Beceriksiz Palyaço serisi), Mavi Saçlar Pembe Gözler gibi çocuk kitapları olmak üzere. Ayla Kutlu’nun yukarıda zikredilen kitaplarının birçoğu farklı ödüllere layık görüldüğü gibi, yazar ayrıca, 13. Antalya ve Sinema Tarih Buluşması 1. Film Hikaye Ödülleri, Tunç Başaran ve Macit Koper’le birlikte Altın Koza Senaryo Ödülleri’nin de sahibi. Kutlu’nun bugüne kadar 5 yapıtı film oldu.
Çocukluğunuzdan, kendinizi tanımaya başladığınız yıllardan, ilkokul öğrenciliğinizden, ailenizden neler anlatırsınız bize?
Annem, babam not almışlar, dört yaşındayım. Bana türküler, oyunlar öğretiyorlar. Ben abuk subuk şeyleri sıralayarak sürekli konuşuyorum. Annem babam müthiş, şiir okuduğumu söylüyorlar. İşin garibi şiiri benim yarattığımı sanıyordum. İlkokula başladığımda öğretmenim şiiri öğrettiğinde, annemin, babamın beni kandırdığını düşünerek çok kırıldım, çok üzüldüm. Güzel bir ailemin olduğunu düşünüyorum. Çok okuyan bir annem vardı. Kitap okumaktan çok yemek yaktığını biliyorum. Kolay söyleme tarzım ordan geliyor. Çok iyi resim yapar, ut çalardı. Yaptığı bestelerden bize, kemanla ninniler çalardı. Babam gazeteci, folklor araştırmacısı… Ak Baba dergisi orta sayfa şiir mizahı yazdı, on beş yıldan fazla. Kardeşim çok yaramazdı, küçüğümüzü azdırırdı hep. Savaş yıllarıydı, herkes açtı, biz de etkileniyorduk herkes gibi. İnsan belleğinden süzülür anılar. Kötüler komik hale dönüşür, iyiler hatırda kalır.
Babanız Cumhuriyetin ilk kuşak öğretmenlerinden Selahattin Kutlu. Amcanız Şemsettin Kutlu da edebiyat öğretmeni ve şair. Eğitimci ve edebiyatla yakından ilgili bir aileden gelmenizin yazmanızdaki etkisi ne oldu?
Elbette çok etkisi oldu. Amcamın 10-15 kitabı var. Ben üniversite birinci sınıf öğrencisiydim. Babam acil bir iş dolayısıyla şehir dışına çıkmak zorunda kalmıştı. Babamın romanı, Tevrika başlıydı. Bu romanı ben yazdım, babam gelince kendisi devam etti.
“… artık dilde eski sözcüklerin yalnızca bir anlamını karşılayacak ve o nedenle doğurgan olmayacak sözcüklerin üretilmesine karşıyım” (s.8). Bu alıntı, Kadın Destanı adlı kitabınızdan. Bunu biraz açar mısınız?
Türkçe’nin yenileşmiş biçiminin halkın anlayacağı bir durumda olması gerekir. Öz Türkçe sözcüklerin inceliğini ve güzelliğini bütün ruhumuzla algılarız. Eski Türkçe’de birkaç nüansları olan yalnızca tek bir anlamda kullanıyorlar. Türkçeye hakaret etmiş oluyorlar. Örneğin; hareket ve devinimi alalım. Devinim, insan hareketini, yapılıp biten bir şeyi anlatır. Hareket ise bütün maddeleri, nesneleri içerir. Onun için hareketi kullanmaya özen gösteririm; bu gibi sözcükler. Ayrıca dil devriminin gerekliliğine, yararına yürekten inanan biriyim. Bu devrim, dili ve kafası aydınlık insanların yetişmesini sağladı. Bugün dilin kullanımını, iyi kullanımını yazarlar yapacak. Dil Kurumu, işlevsiz bir devlet dairesi. Dil Derneği de bu konuda bir etkinlik gösteremiyor. Oysa dilde öylesine aşırı bir kirlenme var ki.
“Zaman da Eskir”, “Asi … Asi” kitaplarınızda doğup büyüdüğünüz coğrafyayı anlatıyorsunuz, ama ben yine de doğup büyüdüğünüz coğrafyanın ve kadın olmanızın yazın hayatınıza etkisi nedir, diye sorsam ne dersiniz?
Doğup büyüdüğüm coğrafya beni derinden etkilemiştir ve bütün kitaplarımda etkisini gösterir. İnsanları özverili, çalışkan, sevecen oldukları gibi öfkeli, tutucu ve isyankârdır. Uygarlıklara yataklık yapmış bir coğrafya, kültür zenginliği var. Kadın olmamsa benim için ayrı bir şans. Bireysel fırsat. Kadınların yokları var etme çabaları, üretkenlikleri, yaratıcı olmaları müthiş haz veriyor bana. Onları seviyorum. Hem kurbanlar, hem dişiler, hem yiğit, hem de anne olmaları, çok renkli kişilikleri… Coğrafyamın kadınları gibi mekânlar, yazdığım karakterler zor, yorucu olsa da beni özgün metinler yaratan bir yazar yaptı. Benim içimdeki Hatay rüzgârı, her yapıtımda beni Hatay’a götürür.
Kadın, toplum, yaşam hakkında ne söylersiniz?
İki ayaklı bir topluma göre, tek ayaklı toplum yaşamının ilerlemesi yoktur. Toplum bağnaz, kadını alınıp satılan, meta olarak görüyor. Cumhuriyetin bize getirdiği müthiş bir sıçrama, eşit hayat yaklaşımı var ama, 1950’lerde Demokrat Parti ile güçlenen karşı devrimlerden, 30’lu 40’lı yıllardaki bu sıçrama geri düşer. Bu ülkede kimse özgürlüklerin arttığından, hatta özgürlüklerin olduğundan söz etmesin. Nüfusun yarısından çoğunun yaşama özgürlüğü yokken, özgürlükten söz etmesin.
Burada hemen bir anımsatma yapabilir miyim? “Kadın Destanı” romanınızda, tarihsel bir fon ve tarihsel bir akıştan söz ediyor; eserlerinizin her birinde bir dönemi işliyorsunuz.
Kaçış’ta, Demokratik Parti’nin sona yaklaştığı sırada giderek artırdığı baskı dönemi, Islak Güneş’te çok parti döneminin başlaması ve Amerika’nın etkinliğinin giderek artması, Cadı Ağacı’nda, 1971 rejimi öncesi, Tutsaklar’da, 1971 rejimi ve mahkemeler, Bir Göçmen Kuştu O…’da Osmanlı’nın son dönemi ile ilk yılları, Hoşça Kal Umut’ta 1980’e doğru giden zamanı kullandım ve irdeledim. Kadın Destanı’nda, çok eskiye gidiyorum. Bu kez, yönetici yetke sahipleri ve ezilenleri anlatırken, milattan önce 3000 yıllarını fon olarak alıyorum.
“Kadın Destanı” benim çok önemsediğim ve ilgiyle okuduğum, şiir dilinde, farklı bir anlatımı olan kitabınız. Gogol’ün “Gılgamış Destanı” var ama sizin ki, “Gılgameş” olarak geçiyor. Gılgamış-Gılgameş nasıl değerlendireceksiniz?
Mitolojik çağdan kaldığı için her ikisi de yazılabilir. Kadın Destanı, İsa’dan 3000 yıl öncesine değin giden bir araştırma kitabı. Kitabı yazarken çok şey öğrendim. Mısır’dan ve birçok yerden kitaplar geldi. Babil’i Sümer mitolojisinden öğrendim; bir Sümer araştırmacısı olabilirim. Bunu kitabın sözlük bölümünde de görebilirsiniz. Yine de öğrendiklerimin tamamını yazmadım.
Önümüzde, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de ilk kez, 1977 yılında Emekçi Kadınlar Günü kutlandı. Büyük bir salondu. Şimdi kapandı. Jülide Gülizar, Gülşen Karakadı, ben konuşmacıydık. Yer gök inlemişti. Yalnızca fikir ve durum saptaması yapıldı. Temennilerde bulunuldu. Oysa bugün Türkiye’de her şey ticari bir popüler etkinlik haline getiriliyor. Abuk subuk sözler. Sömürülen erkekler. O gün öldürülen kadınlar. Büyük bir komedi atmosferi, benim içim acıyor. Hiçbir ciddi işle uğraşmayacak mı bu toplum, diyorum; canım çok sıkılıyor. Toplumda saygınlık yok. Toplum öfke içinde… Bu hükümet silah edinmeyi kolaylaştırdı, ölümler çoğaldı. Çalışan kadınların bugünle hiçbir ilgisi yok. Böyle olunca da, anlamından uzaklaşmış olarak, tuzu kuru kadınların kullandığı bir gün oluyor.
Oyalı yemeni koleksiyonunuz var ve hayli büyük. Özel camekânlara yerleştirilmiş ve bir odayı kaplamış durumda. Bakarken gözlerimi alamadım. İnsan hangisine bakacağını şaşırıyor; üstelik sadece oyalı yemeniler değil yaka iğneleri, fesler, boncuklar var. Bunları bir araya nasıl topladınız?
Bunlar yılların birikimi. Sayı olarak, 2500’ü çoktan geçti. Her gittiğim yerden getirdim birer, ikişer. Anadolu’nun her yöresinden, her köşesinden yemeniler, oyalar var. Hediye aldıklarım oldu ama en çok da parayla aldım. Değişik oyalar, değişik renkler beni çok etkiledi çünkü içinde kadın vardı. Kadınların el emeği göz nuru vardı. Her bir oyanın, her bir rengin ayrı bir anlamı var. Her birinin ayrı bir dili var. Anadolu’da kadınların dili yoktur. Acı çektiğini, evinde geçimsiz olduğunu, yas tuttuğunu, küskünlüğünü, sevdalandığını daha birçok duygusunu ve içinde bulunduğu durumu, başına örttüğü yemeninin oyasıyla, rengiyle anlatır. Hatta bekâr mı, evli mi, loğusa mı, kaynana mı yine başındaki yemeniyle anlatır kendini. Anlayacağınız, susan, susturulan kadının kendini anlatmanın bir yolu, oyalar ve renkler. Kadınların hayata kattıkları sessiz çığlık, diyebilirsiniz onlara…
Çok sayıda çocuk kitapları olan bir yazar olarak, çocuk edebiyatı için neler söylersiniz? Çocuk kitabı yazarken neler hissediyorsunuz?
Çocuklar en değerli varlıklarımız. Çocuk edebiyatı ülkede henüz büyükler için olan edebiyat kadar gelişkin değil. Çünkü Türk edebiyatının dünya edebiyatı içinde çok iyi olduğuna inanıyorum. Çocuk edebiyatı eğlenceye yönelik. Ben de öyle yapıyorum ve ben de eğleniyorum. Yaşamı geriye sarıyorum. Yüzümün sürekli güldüğü bir durum. Ben ne yazsam, mantığıyla seslenen yazarlar beni kızdırıyor. Çocuk edebiyatında vazgeçilmesi olanaksız özellikler var. En başta, iyi ve temiz Türkçe’nin tadını bozmadan düşünmeyi öğretmek lazım. Yaşama sevincini canlı tutmak. Bilgi almanın, kullanmanın ve çalışmanın güzelliğini de öykülerimizle hatırlamamız lazım. Kendi anılarımızı hele bir de mükemmelleştirerek anlatmak çocuğa yönelik kitap anlamına gelmez. Çocuklar daha az biliyor sanmayın, onlar cin gibi. Bellekleri de kuvvetli, verilen bilgiyi unutmuyorlar. Onun için verdiklerinize dikkat etmeniz gerekiyor.
Sağlam bir kurgudan olsa gerek ki, birçok yapıtınız film oldu. Buradan bize neler söylersiniz?
Sağlam bir kurgu, bir sanat yapıtının olmazsa olmaz koşuludur. Kurgu: ana çatı, neden sonuç ilişkileri, açık sorulu bir yanın kalmaması ve kişilik özelliklerinin tam verilmesi; toplumsal katmandaki yerlerin, davranış, konuşma ve düşünme biçimiyle koşut olması gibi, bir sanat yapıtının kemik yapısıdır. Tabii bunun için roman yazarken, çok uzun süre çalışma gereği duyarım. Kurguyu sağlam çatmazsanız, yapıtınız bir yerden sarkar, sözleri taşıyamaz, mantık bağları zayıflar.
………………
Notlar:
1- Ayla Kutlu Bütün Eserleri 9 ve Kadın Destanı kitabından yararlanılmıştır.
2- Son dört yılda ürettikleri, bu görüşmenin kapsamına alınmamıştır.