ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

“İNAN, İNAN Kİ KİMSE BANA SENİN GİBİ BAKMADI…”

03.02.2020
2.384
A+
A-
“İNAN, İNAN Kİ KİMSE BANA  SENİN GİBİ BAKMADI…”

Yazar: Öznur Eren Kanarya

Ah sevgili matmazel; o sokaktan geçmemeniz için uyarmıştım ben sizi, dinlemediniz.  “Bir sokağa gölge olmak, herkese karşı görünmez kılmaz ki insanı… “

Siz, yıllardır bir gölge gibi yaşamaya, sokaklardan silik, soluk bir hayalet gibi adeta süzülerek geçmeye ne kadar da alışkındınız…

Çocukluğunuzdan beri böyleydiniz siz. Anneli-babalı yıllarınızda, onlar bir araya geldikleri ilk dakikadan itibaren hoyrat sözleriyle birbirilerini döverken, payınıza düşebilecek şiddetten kendinizi korumak için bulabildiğiniz -yatak altı dahil- her köşeye sinerek başlamıştınız görünmez olma oyununa. Önceleri evdeki hır-gürden uzak kalmak için yarattığınız bu durum, giderek bir yaşam tercihine dönüşecekti sonraki yıllarda…

Annesiz-babasız kalıp teyzenizin evine yerleştiğinizde de sürdürecektiniz aynı tutumu. Bu kez, bir başka evin gölgesi olmuştunuz. Sessizce yaşayan, verilenle yetinen, istemeyi bilmeyen, kaybeden olmayı en başta benimsemiş insan hali.

Geçip giden yıllar boyunca hep başkalarının size biçtiği hayattı yaşadığınız. Uysalca kayıp giderdiniz evin içinde ya da sokakta. Hiç bakmazdınız çevrenize. Aynı hızlı ve uzun adımlarla yürürdünüz, duraklamadan, gözünüze değip geçenlerin üzerinde durmadan…

O gün, o sokağın köşesini hızla döndüğünüzde neredeyse mösyöyle çarpışacaktınız. Çarpışmadınız neyse ki. Başınızı kaldırdığınızda gördüğünüz yüz, çok tanıdıktı. Daha önce hiçbir yerde karşılaşmamıştınız oysa… İfadesiydi size bildik gelen. Kaybetmeyi veya kazanmayı zerre kadar umursamayan, ilgisiz, yalnız olmaya alışkın insan bakışı…

 Elindeki siyah naylon poşette bir gazete kağıdına sarılmış şişeyi gördünüz. Sarhoş babalı günler geldi aklınıza. Evdeki bardaklar, sirkeleşmiş şarap kokardı. Siz, parlayan incecik bir kadehteki şarabın, sevgilinin yüzüne yansıyan şahane rengini hiç görmemiştiniz ki…

Mösyö, kısacık bir bakışla baktı geçti size. Siz başınızı eğerek yürümeyi sürdürürken, mösyönün çıktığı dükkanın önündeki iki adamın konuşmaları değdi kulağınıza :

“Hayret, günlerdir dışarı çıktığı yoktu. Bir Allah kelamı etmez kimseyle. Burnu büyüğün tekidir. Paşa torunuymuş sözde. Aileden kalanları yemiş bitirmiş. Bir şu çatı katı kalmış elinde. İki dil bildiğini söylerler ama çalıştığını gören olmamış. Geleni gideni yoktur. Penceresine konan kuştan başka kimi kimsesi yok sanki. Durmadan yazdığını söylemişti birileri. Şiir midir, roman mıdır, her ne yazıyorsa artık?”

Mösyö hakkında bildiğiniz her şey, o gün duyduklarınızdan ibaretti. Ötesini merak etmediniz hiçbir zaman.


Bir daha yüz yüze gelmediniz hiç. Ama o günden sonra, yolunuzun üzerinde olmadığı halde o sokaktan geçtiniz ara sıra. Mösyönün dairesine bakmamakla birlikte, hep o pencerede oturduğunu, sizi gördüğünü biliyordunuz. Yaşamınızda ilk defa gölge olmaktan çıkıp görünür olmuştunuz o bakışlar sayesinde…

 Ne görüyordu sizde? bunu hiç bilemeyecektiniz. Ama o, sizin kendisini fark etmediğinizi sanıyordu büyük olasılıkla… Siz, bakmadan görüyordunuz onu oysa.  Görmek için farklı bakma biçimleri olabileceğini sezerek öğrenmiştiniz.  O bunu bilmiyordu…

İlk karşılaşmanız sonrasında eve döndüğünüzde, aynadan yansıyan yüzünüze baktınız, bu kez dikkatle. Gördüğünüz, yılgın, umursamaz, yaşamayan insan bakışıydı. Mösyöyü gördünüz yansımanızda sanki…


Sonra, teyzenizin gün boyu açık tuttuğu radyoda çalan şarkıyı duydunuz:

“İnan inan ki kimse bana, senin gibi bakmadı
Vallahi billahi kimse beni senin gibi yakmadı…”

Şarkılardan fal tutmayı da bilmezdiniz siz…

Mösyönün penceresindeki kuştum ben. Sizin pencerenize de sıkça konar oldum karşılaşmanızdan sonra. Siz de kuş dili bilmiyordunuz, tıpkı mösyö gibi. Uyarmaya çalıştım sizi de, siz de anlamadınız…

Mösyö gitti bir gece yarısı. Başı cama dayanmış, önündeki masada, o kötü el yazısı ile yazdığı şiirlerle dolu buruşmuş kağıtlar, kırmızı kalp şeklinde ağzına kadar izmarit dolu kenarı kırık kül tablası, içi boş kristal şarap kadehi ve küçük pikabında iğneye takılmış kalmış o plak:


“Çözmek elimde değil, gönlümü senden kadın
Benim sana bağlanan, sen beni bağlamadın…”

Başka bir öykünüz olabilir miydi? Ya da ikinizin de öyküsü, ortak bir sonla bitebilir miydi? Hiç sanmam. Bazı insanların öyküleri ortaktır ama işin en acı yanı, taraflar aynı öykünün umarsız kahramanları olduklarını hiçbir zaman bilmezler. Öyküler başlar ve biter. Geride kahramanları tarafından akıldan geçirilmemiş, söylenmemiş sözler, ikisinin de içinde ayrı ayrı çalan, birlikte dinlenmesi mümkün olmamış şarkılar kalır…

Ah sevgili matmazel, o sokaktan geçmemeniz için uyarmıştım ben sizi, dinlemediniz. “Bir sokağa gölge olmak, herkese karşı görünmez kılmaz ki insanı.

 Ve bir kez görünür olduğunuzda, tekrar gölge olmak zordur…

Öznur Eren Kanarya

Öznur Eren Kanarya
Öznur Eren Kanarya
Öznur Eren Kanarya
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.