Dolar 34,4910
Euro 36,3975
Altın 2.965,97
BİST 9.261,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

Yüzünüze al al bir tebessüm düşsün | İbrahim Uysal

26.04.2023
265
A+
A-
Yüzünüze al al bir tebessüm düşsün | İbrahim Uysal

Bürokrasi muhteşem bir yerdir, ama ben sıkıldım, siz “al”a gülün!..

Meğerse her gün sayfalarca yazılacak olay, anı varmış da farkında değilmişiz.

Her ne kadar “Aşk Tesadüfleri Sever” bir film olsa da yaşamın tesadüfleri, yaşanan günlerde ne kadar anlamlı, ne kadar insanı güldürür bilemem? Ama yaşanan bazı şeylere, şöyle bugünden bakınca, gülüyorum.

Bir Antalyalı olarak palaz pandıras Ankara’ya gitmiş, askerde kullanmadığım izinlerimi kullanırken sınava girmiş, hatta birkaç yeri de kazanmışım. Beni Antalya’ya tez elden götürecek bir kurumda çalışmayı seçince, kağıt üzerinde askerliğin bittiği günün ertesi işe başlamışım.

O zaman düşününce, “ben kim devlet memurluğu kimdi? Rüyamda görsem inanmazdım. Evin büyük oğlu olarak yazın, köyde çiftçilik yapan ana-babanın tarla tokadını ekip biçerdik. Kışın da açılacak beyaz eşya dükkanın da tüccarlık yapacak birisi için masal gibi gelmişti.

Hey gidi günler hey…

Neyse, işe başlamıştım. Bir gün Kurumun Genel Müdürü odaları geziyordu. Bizim odaya da geldi. “Gençler, yeni projeler yapın bakalım” dedi.

Bense üç günlük memurluğuma bakmadan, iki projem olduğunu söyledim.

Anlattığım projeler Genel Müdürün de hoşuna gitmiş olmalıydı.

“Sen benim adıma bu projelerin koordinatörüsün” deyince, iş çığırından çıkmıştı.

O yıllar “devletin sakıncalısı” olarak askerdeyken “sürgün asteğmeni” olan ben, işe başlamıştım.

Paşa Şahap Bey, (hani, benim ömrüm de senin olsun denilecek bir insandı) personel başkanın yeni işe girenlerden “güvenlik soruşturması” isteyelim diyenlere, “ben elemanlarıma güvenirim, ne soruşturması” der, bizlerden güvenlik soruşturması istenmezdi.

Yaşam, İnka yerlilerinin duvar yazısında olduğu gibidir.

 “İnsan plan yapar, kader gülermiş” dediği gibiymiş hayat.

Proje tamamdı. Projenin bir tarafında, bir üniversite ile yürütmek gerekti.

Eee benim tek bildiğim Üniversite, okuduğum üniversite idi.

Öğrencilik yıllarından tanıdığım, hatta bana fakülte öğrenci temsilciliği için izin veren Prof Dr Emel Hanıma gittim ve projeyi anlattım. Çok heyecanlandı ve mutlu oldu. Aradan zaman geçti. Beni başka projem için başka bir kuruma yönlendirdi. Sonra o kuruma geçtim ve yıllarca çalıştım.

Evet, biz boş durmuyorduk. Sürekli “zihni sinir projeler” üretip duruyorduk. Derken, yine Emel Doğramacı, beni hem akademisyen hem idari kadroda birisi ile tanıştırdı. Böylece bilgi desteği olabileceğimizi söyledi.

O yıllarda, birim başkanlığımıza aynı referans ile daha sonra da hem ağabeyim, hem dostum olacak olan bir yönetici atandı.

Emel Hanım’ın önerdiği yönetici, danışman olan kişi ile çalışmaya başladık. Çok da güzel projelerden, çok olumlu sonuçlar aldık.

O zamanlar aylık, yıllık hükümetler kurulur, hükümetler yıkılırdı.

Yine böyle bir dönemde bakan ve yeni gelenler ile ilişkileri olan birileri, hemen yeni gelen ekibe gitmişti. Bizleri görevden almalarını ve kendilerinin de bu işleri “çok iyi” yapacaklarını anlatmış. Konudan haberdar olan bir Müsteşar Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı dönemin bakanı ile konuşurlar ve bizlerin haberi olmadan konu çözüme kavuşur, bizler projelere devam ederiz.

Bizim güngörmüş, deneyimli danışmanımız, gülerek biraz da Karadenizli aksanı ile söyleyin çayları da size bir “al, alma” olayı anlatayım da gülün dedi.

Heman çaylar, kahveler geldi ve bizim danışman ağabeyimiz başından geçen bir “Al” olayını anlatmaya başladı.

Malum kurumların dönem dönem büyük katılımlı toplantıları olur, Hacettepe Üniversitesinin de Antalya’da bir toplantısı olur. Herkes bir bir otele giriş kaydı için bankoların önüne dizilirler.

Bizim danışman ağabey içeri girer. Bir bankonun önünde  görevli soror:

“Efendim Adınızı alabilir miyim?”

Bizim ağabey yanıtlar, “Mahmut.”

Görevli yine sorar, “efendim soyadınızı alabilir miyim?”

Bizim ağabey gayet sakin yanıtlar: “Al.”

Görevli, sorusuna yanıt verilmediğini düşünüp, yeniden sorar, “efendim, soyadınızı alabilir miyim?”

Bizim ağabey, gayet sakin, tabi alabilirsin, “AL”, der.

Görevli, sorusuna yanıt verilmediğini düşünüp, biraz da sert bir ses tonu ile “beyefendi siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Ben işimi yapıyor ve sizin kaydınız için isim, soyisim alıyorum,” der.

Bizim ağabey, deneyimli yönetici hiç bozuntuya vermez.

“Sevgili Güzel Kızım, benim adım Mahmut, soyadım da AL. Yani gerçekten AL. Mahmut Al.” diye yanıt verir.

Görevli şaşkın, ne diyeceğini bilemez. Benzer olaylara alışkın bizim danışman ağabey sakin sakin görevliyi yatıştırmaya çalışır.

Odaya girer. Karşıda muhteşem bir deniz ve orman manzarası…

Her tarafta çiçekler, çikolatalar ve içecekler.

Görevli, pot kırdığını düşünerek bizim danışman ağabeyin gönlünü alır.

Bizim ağabeyimiz de bunu bize anlatır.

“Boş verin. Onlar sizin gibi bir ekibi nereden bulacaklar?! Merak etmeyin, sizin de odalarınıza neler gelir, neler, der.

Sizin yüzünüze, her daim bir tebessüm düşsün…

 

 

 

ibrahim uysal
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.