Yollara Düştük! | Bircan Gabriel
ÜMMÜHAN YANIK ANISINA…
Üzgünüm!
Bugün bende kırmızı atlar çok ağır basıyor. Gönlüm ise ağlıyor. Çok önemsemiyor olsam da, sanki bir kerecik yumulup açıldı gözlerimiz ve o arada bir ömür geldi ve geçti.
Her ne kadar kadir ve kıymeti bilinmeyip en ince yerimizden kırılsak ta, pardon vicdanlar perdelense de, ortada asılı kalan bir yaşanmışlık var…
Ve Sen, Artık Bir Akarsu Gibi, Fırat Gibi Acıdan Uzak Olacaksın!
Ama bilindik bir şey var ki düştüğün yollarda, yeni günün en kara diliminde, yani gecenin üçünde Atatürk Lisesi civarında kapını kilitlerdin ve mahpus oğluna nefes olmaya gelirdin. Önce Yeni Mahalle’de oturan Leyla’yı da yanına katardın, sonra sıra İzzet Paşa Mahallesi’nde anne evinde misafir olanı almaya, yani bana da gelirdi. Katılırdım ikiliye, bazen de üçlü olurdun bana gelirken.
Yıllardır dilimizden dökülenleri toplamasak da, revan olduğumuz yolda, çıtır ve gevrek simit satıcıları hiç olmadı. Yol boyunca ağız kalabalığı yapmadan, kendimizdeki ile hemhâl olur, kendi yamacımıza tutunup derman olurduk. Zati çok uzun zamandan beri bizler, Çile ile Özlem ile buluşmaya erimeye kül olmaya gidiyorduk.
Oraya vardığımızda ise evren, tuzlu olan Dünya’nın bu cephesine; ne onun üzerinde bulunan o Askeri Cezaevi önüne ne de zamanın o dilimine, henüz Güneş’inin ışınlarını vermemiş olurdu. Biz, Güneş ve Sabah ile orada karşılaşırdık. Yani güneşin ışınlarını, yani doğanın bin bir renk olan bu bereketini orada, çook sonra beraber karşılardık. Duygumuzun zirvesinde, onunda güneşe en yakın yerinde olurduk; ki özlemlerin dirençlerin ifadesiydik. Şafak tanrıçalarıydık ama, yine de titreyen nazlı teller gibiydik. O nizamiye kapısı önünde tanrılar sadece kendilerine ateşi saklamaktaydı, bu yüzden ellerimiz; özellikle ben ile sevgili Leyla’nın elleri, hava ve gecenin kuru ayazı içinde sıcaklığını hep yitirirdi. Elbette Ayaz gecenin demiydi ama eldeki soğuk basıncı uyuşukluğunu çözme çabamız ise, içerdekine umut olma savaşıydı. Ablamız Ümmühan, annelik duygusuyla kendi halini bir kenara bırakır, ellerimizi elleri arasına alır sıcak nefesiyle ısıtmaya çalışırdı, ya da etraftan toplanan çalı çırpı, is kokusu göze alınarak yakılır, cılız ateş etrafında ellerimizi ısıtmaya çalışırdık.. ısınamadık.
Saat sekiz olunca isimlerimizi asker yazmaya başlardı. Dokuzda görüşmeye gidecek olan ilk postanın ilk üçünde olanlardık; bu sıra hali Leyla ile ben de hiç şaşmadı hep oldu. Uzun yıllar mahpus görüş sahnesini açan uvertür kızlardık.
Doğrusu anılarımız unutulması silinmesi gereken şeyler de değil. Hâlâ çok önemli. Fakat bu kadar güç sevgili Ümmühan Ablam, seni hiç yormadı mı?.. Oysa dağılma hakkımız da vardı. O vahşet ve yalnızlık yıllarının karşısında, sen ve bizler büyük bir Vâveylâ ve kocaman cümlelerdik. Gerçekten özlemlerin ve dirençlerin ifadesiydik. İçimizdeki güçlü manyetiği sen içerdeki oğlunu, biz de kocamızı sevmekte kullandık. Zira görüyorduk ki bağlarına şavkımızı vurmalıyız…
Rüzğarını hep sessizliğinde sakinliğinde taşıyan seni, görüp bilmediğimiz güzel yüreğini, içten hep öyle anacak ve hep sevgiyle hatırlayacağım. Yerin hiçbir zaman dolmayacak Ümmühan Ablam!
Sevgili Zulfikar, Sevgili Mukaddes ve Sevgili Tülay sabırlar diliyorum…
Bircan Gabriel, 11 Aralık 2020, Bad Doberan