Dili Çözülmek | Ömür Balcı
Yolu suyu olmayan bir köyde yıllarca çalıştıktan sonra; yeni bir başlangıç iyi bir başlangıçtır inancıyla çıkılan yol, görünmeyen yolların da kavşak noktasıydı.
İlçede denize nâzır farklı bir kuruluşta
çalışma fikri; önceleri parçalanmış aile çocuklarına, daha fazlasını verebilme umuduyla ayaklarımı yerden kesmişti.
İlk günler, çocukların hayat hikâyeleriyle sarsıldım. Her biri çeşitli nedenlerle darmadağın olmuş evlerinden kanayan yürekleriyle ayrılmışlardı.
Ortamı anlayıncaya, insanları tanıyıncaya kadar, yaşamın seyri iyi gibiydi.
Yaldızlı bir reklama kanmış, kurtlar sofrasını Halil İbrahim Sofrası sanmıştım.
Zorbanın erkeği dişisi olmaz…Terörist yetiştiren kamplar gibidir
bazı ataerkil töreler.
Genetiğimizde habis urlar gibi yıkıcıdır osmanlı kadını .Şekli ve konumlanması aldatıcıdır ve her yerdedirler…Baskıyla inlemiş ve bilenmiştir, yıllar içinde. Babasından, kocasından, ağasından aldığı terbiyeyle (kendine yaşatılan zulümle) kızını, gelinini, torununu kırbacıyla eğitir, oyar yürekleri …Müdireyse unvanı ;pençesi kanlı,hırstan gözü dönmüş ve merhametsiz bir terminatör gibidir.
Çirkin cadı, sürekli sorarsa aynasına
” Benden güzeli var mı “diye; içindeki kötülükler kirli bir gölgeymişcesine düşmüşse, buz gibi gözlerine ve cerahatli tenine, yüreği ondan aydınlık olanın vay ki vaylar haline!
Adı Gülseven, kara geceler doğurur vampir gülüşünde…Gülerken, yanaklarında güller açanı da sevmez, yediveren güllerini de.En kötülerinden seçmiştir efsuncubaşını ve dalkavuklarnı. En büyük tutkularıdır şan, şöhret, işret ve çil çil altınlarla mürüvvet.
Böyle bir yapılanmada, çocukların ve genç kızların iç dünyalarıdaki yaraları pek kimsenin umuru değildir .
Şâzende,iri cüsseli, kısa tombul bacaklı, erkeksi yapısı olan bir genç kızdı. Güzel yüzünü kocaman kara gözlerinin masumiyeti süslüyordu. Hantal ve sağa sola sallanan bedeninde tek ses, sürükler gibi attığı adımlarıydı. Kilitli ağzının söyleyemediklerini haykıran bakışları buğuluydu.
Göreve başladığım ikinci gündü. Müdire,öğretmenler,hemşire yardımcısı tenkitkâr bakışlarla Şâzende’yi göz hapsine almışlardı. O , elindeki tepsiye bakıyor ve durmadan renk değiştiren yüzüyle, içinde kopan fırtınanın şiddetini yansıtıyordu…
” Şâzende, ne kadar miskinsin !”
“Nasıl bu kadar pasaklı olabiliyorsun?”
“Tanrım, çay yapmasını bile beceremiyorsun. Şu çay bardaklarının haline bak, bir de genç kız olacaksın”
“Şâzende, çok kötü kokuyorsun.Bak Neşe, ne kadar temiz.”
“Ay gözüm görmesin, fena oluyorum…”
Hemen her gün sahnelenen bu çirkinlik, içimi kanatıyordu…Şâzende’nin iri kara gözleri, anlık haykırılarla bakarken, gözbebeklerimiz gecikmiş bir imdat çağrısında buluştu…
Yaralı bir hayvan gibi terkedilmiş, itilmiş, aşağılanmış bu bakışlar uykularımı kaçırıyordu…Bu sessiz çığlığa yankı olabilmek, kendi içinde dolaşmış bu yumağın kördüğüm olmuş ucunu çözebilmek için bir yol buldum sonunda.
Onunla ilk konuştuğumuzda, hiç yüzüme bakmadı. Dinlediğinden bile emin değildim. Aynada kendimle konuşsam, daha gerçek bir diyalog olurdu belki.
İkinci görüşmemizi, kaymakamlık oluruyla kaldığım odamda yapmaya karar verdim. Parmaklarını minik parçalara bölmek istercesine çekiştiriyordu.
-Bak Şâzende, buradaki insanları henüz iyi tanımıyorum. Mutlaka içlerinde iyi insanlar vardır .
Kafasını hafifçe ” kuşkuluyum” der gibi sallayarak, dudak büktü…
-Evet , ne diyordum! Ben senin o iri kara gözlerinde, içindeki mücevher gibi güzellikleri görüyorum.Sen arkadaşlarınla bile çok az konuşuyorsun. Bir gün seninle abla kardeş gibi konuşacağız, biliyorum. Gerçi şimdi de yüreklerimizin dilini gözlerimiz çözüyor değil mi?-
Utangaç bir tebessüme saklandığını farkettim.
– Bak güzelim, istediğin zaman , gündüz veya gece kapımı tıkladığında ben burada olacağım. Çekinme lütfen. Tam kapıdan çıkıyordu ki:
-İstersen şöyle yapalım. Ben seninle konuşayım, sen bir sonraki görüşmemize kadar korkularını,üzüntülerini ve her konuda duygularını bana mektup yazarak anlat! Olur mu canım?
Bir anlık ürkek bakışından, dev bir minnet süzüldü.
– Hadi güzel kız, şimdi rahatla bakalım! Aaa bir dakika , az daha unutuyordum. Çayın çok güzel olmuştu. Güzel çay yapmasını, bardakları pırıl pırıl
yıkamayı, güzel ve temiz giyinmeyi, tertipli olmayı daha küçüklere de öğretirsin değil mi? Beraber de öğretebiliriz.
O hantal gövde, mermer bir kalıp gibi dikildi ve gözden kayboldu…
Yemekte sessiz ama derin bir huzurla Küçüklere acemice yardım ettiğini gördüm, göz ucuyla da beni süzüyordu.
Sabahleyin yatakhane nöbetçisiydi.Güvenle elimi yumuşak bir dokunuşla omuzuna koyup,
– Kolay gelsin! dedim.
İlerleyen dakikalarda, işini özenerek tamamladığı, süpürgeyle gösterisinden anlaşılıyordu.
Birlikte yatakhaneyi gezdik.
– Bundan iyisi can sağlığı. Dolabın da çok temiz ve içaçıcı- dedim .Sonra da:
– Güzel kız, bu çiçek gibi temizliği hangi
deterjana borçluyuz ,diye takıldım .
O an , minnetle tutuşan kara gözlerinde
pırıl pırıl hareler belirdi.
Gece,odamın penceresinden denizdeki uzak ışıltıları seyrediyordum. Kapı onbir kırkbeşte yağmur çiselercesine tıklatıldı, açtım. Şâzende , “cee !” yapan bir bebek ürkekliğiyle geri adım attı.Onu kolundan yakaladım:
– Benim de canım sıkılıyordu, iyi ki geldin
diyerek divanıma oturttum, tedirgin olarak
sandalyeye geçti.
-Mektup yazdın mı ,dedim.
Hayır anlamında kara bukleli başını iki kez salladı.
-Önemli değil , beden dilin konuşuyor zaten , dediğimde gözleri şaşkınlıkla açıldı .
– Bak canım,bazen çok üzülür, dertlenir, kahırlanırız .Sevgimizi, hatta nefretimizi yalnız biz biliyoruz sanırız.Oysa gözlerimizle, dudak kıvrımlarımızla,
tenimizle, parmaklarımızla hatta omuz başlarımıza ,boyun eğimimize yani beden dilimizle haykırırız duygularımızı.
Beden dilini öğrenmek, yabancı dil öğenmekten daha zordur.Çetin sınavlardan geçmek, acının zehrini tatmak ve insan olma yolunda ömür boyu
öğrenciliğe yeminli olmayı gerektirir. Ancak o zaman , beden dilini ana dili gibi öğrenir insan …Mesela, senin beden dilin, beni sevdiğini söylüyor. Doğru mu?
Evet der gibi bir kıpırdanış, tüm yüzünü gülpembeye boyadı.
Zaman zaman, özellikle banyo günlerinde , vermekte biraz zorlansam da ona kokulu sabunlar hediye ediyordum.
Sevinçle,dudaklarında çekingen mırıltılı teşekkürler titreşerek bu minik jestleri kabûl etmeye başladı.
Artık her geçen gün, Şâzende, temizliği ve
hizmet sunumuyla dikkat çekiyordu…Biraz mahçup, biraz şaşkın ve sessizce çaylarını yudumlayan personelin yanında , hak ettiği övgüleri Şâzende’ye sıralarken, içinde yeşeren baharı görebiliyordum…Ondan zorla alınan, ya da
hiç uyandırılmayan kendine güvenine dinamizmine iç barışına çiçek açtırmayı
başarmıştım.
Önceleri defalarca , anlam,kavram karışıklıklarıyla dolu cümleli yazıtlar aldım ondan. Mektuplar gelişerek, bülbül âvâzına dönüştü zamanla. Daha sonra artık benimle hatta herkesle sağlıklı, sevecen diyaloglar kurarak çözdüğü tatlı dili, gönlümün en büyük armağanıydı.
Artık, Şâzende Yetiştirme Yurdunda
küçük kızların sevgili ablası da olmuştu.
Kısa bir süre sonra doğuştan dilsiz yakışıklı bir genç ve ailesi onu istemeye geldi .Şâzende aileyle görüştü, genci beğendi…Belki de,kendi sessiz isyanını
yaşadığı yakın geçmişini düşününce, o gencin yaralarını sarıp sarmalamak istemişti!
Kına gecesini, düğününü coşkuyla
yapmış ve Şâzende’yi sevgiyle yuvadan
uçurmuştuk…
Ömür Balcı
2000
( Bürokrasiyle ilgili anısal_ eleștirel kitap taslağımdan.)
——