ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Günün Hikayesi | Uğur Böceği | Zeynep Mete Uçak

Günün Hikayesi | Uğur Böceği | Zeynep Mete Uçak

Dokuz yaşında ceplerine renkli misketler yerine, dünyanın bütün kara bulutlarını toplamıştı. Omuzlarına hasta anasının, üvey babasının yükünü yüklenmiş hafif aksamasına rağmen dimdik yürüyordu çelimsiz Mehmet.

Aksaması akşamdan yediği dayaktan mütevellitti bacaklarına yediği ıslak sopa sayısını on ikide bırakmıştı.
Eve gelirken fırından taze çıkmış, kokusunu içine hapsetmektense, bütün ahaliyle paylaşmış iki sıcacık ekmek almıştı.
Belki Celâlettin’e bahane lazımdı her gün ki gibi belki de parası boşa gittiği için eşeğin sudan gelmeyeceğini bile bile dövmüştü Mehmet’i.

Olsun annesinin boğazından geçerdi ya Mehmet’in helal parası.
Elinde satamadığı selpak mendiller, sırtına vurduğu on ikili küçük su şişeleri yazın sıcağında omurgasıyla kaynaşmıştı.
İstanbul trafiğinde bir aşağı bir yukarı gidip gelmekten göz çanakları sıcak kanla dolmuştu.

Belki arabalardan biri durup seslenecekti Mehmet’e
“Hey küçük benimle gel de sana dondurma, annene ilaç alayım.”
Hayalleri uğur böcekleri gibi hem küçüktü hem de uç uçtu. Niye küçük olmasın ki
O büyük hayaller kurmasını hiç bilmezdi. Mesela önünden geçen araba sürüsünün içinden en lüksünü seçseydi, hem kırmızı olsaydı hem de üstü açılsaydı. Kendisinin de bıyıkları çıkmış, saçlarına bir kaç çiçekli kar tanesi düşmüş olsaydı. Annesi de hastalıksız aynı yaşta kalsaydı. Mesela annesini atsaydı arabasına, saçlarını açsaydı. Arabanın her şahlanışında siyahın elli tonu dans etseydi saçlarında.

Koca bir korna sesiyle irkildi hayallerinden, dövmeli iri kıllı bir kolun ucundaki parmaklar onu işaret ediyordu. Ansızın uyanmanın etkisiyle, gözlerini kırpıştırdı ayakları yolu ortalamışlar mendil veya su satabilmenin mutluluğu dolmuştu aç karnına.

Anasının duası zırh gibi korumasa onu gümüş rengindeki Volvo’nun altında son nefesini verecekti. Acı bir fren sesi ile birbirini kovalayan akrebi ve yelkovanı ebeleme oyunundan bıkacaklardı belkide. Mehmet kabukları kırılmış bir yumurtanın içinde asfalta sızıp kızaracaktı.

Volvo’dan çıkan adam sert adımlarla yanına geldiğinde sadece güneşte parlayan rugan ayakkabılarının ucunu görebildi.
Adam önce iki parmağını boynuna koydu, çevresinde toplanan kalabalığa aldırış etmeden kucağına aldı ve arabasına attı. Biraz kendinde biraz arabada biraz evdeydi Mehmet, biraz da mezarda hissetti kendini.
Burnuna daha önce alışık olmadığı deri kokusuyla karışık çiçek kokusu geliyordu. Adamın “küçük iyi misin?” Derken telaşla arka koltuğa baktığını hissediyordu. Gözlerini açabilse teşekkür edip inecekti oysaki. Bugün ne mendil ne su satabilmişti Celâlettin’den yiyeceği dayağı düşündükçe biraz daha büzüldü, biraz daha masumlaştı yattığı çiçek kokulu kırık beyaz deri koltukta.

Araba ansızın durmuştu adamın seslendiğini duyuyor gözlerine değen ışıkla beyaz pantolonlar giymiş kişileri az biraz seçebiliyordu. Doktor telaşla onu getiren adama neyi olduğunu sordu. Adam olayı anlattı şimdi Mehmet’in ince bileğini tutmuş pamuk parmakları birazda sıkmıştı.
“Nabız düşmüş” dedi. Sesi mi titremişti? “Bu gece misafirimiz olsun” Mehmet duydukları karşısında şok geçiriyordu. O eve gitmez ise anası ne ederdi, nasıl meraklanırdı kim bilir.
Serum koluna takıldığında bu rahat mis gibi yatakta sabaha kadar uyusaydı. Ama olmazdı! Eve gitmek zorundaydı, ya anası o yokken ölürse!

Celâlettin pek sevinecektir şimdi, piç oğlu piç kaybolduğu için. Anası mecbur olmasaydı kabul etmezdi Celâlettin’i, zaten nikahları da yoktu, istese oğlunun nasır tutmuş küçük elini, henüz kir tutmamış yüreğini sımsıkı tutar çıkardı o leş kokulu evden.

Gözlerini hafifçe araladı şakaklarına kır düşmüş film artistlerine benzeyen adam başında oturuyordu. Bu adam iyi miydi? Kim piç Mehmet için beklerdi ki?
Tam ağzını açıp bir şeyler söyleyecekti ki Doktor yaklaştı yanına
“Bütün tetkikleri, tahlilleri yaptık vücudunda ki darp izlerinden başka bir şeyi yok. Bayılması açlığından kaynaklanmış.”
Başını Mehmet’e çevirdi. “Ne zamandan beri açsın küçük? En son ne zaman yemek yedin?”
Mehmet başını bilmiyorum gibisinden salladı. “Peki adın ne?”
Mehmet ince kansız dudaklarının arasından sadece sessiz kelimelerden oluşan sessizce “Mehmet” dedi. Nasıl sesi çıksın.
“Evet Mehmet” dedi doktor şimdi polis amca gelecek onun sorduğu sorulara da cevap ver olur mu?
Hastane polisi onu kimin darp ettiğini sordu? Cevap alamadı, babasını sordu cevap alamadı soyadını sordu cevap alamadı. Polis şaşkındı.
Mehmet’in bir soyadı olmadığını nerden bilsin ki!
Babasını o da bilmezdi. Anası ağlar o dinlerdi. Bir gün komşuya ağlarken duymuştu anasını, çok yakın akrabası tecavüz etmişti ona, babası kapıya atmıştı, kimseye anlatamamıştı derdini daha on dört yaşındaymış o zaman. Önce yaşlı nenesine sığınmış, o ölünce de Celâlettin’e! Sahip çıkmış mı? Sahiplenmiş mi!? Anası Mehmet demiş oğluna o da öyle kalmış, ne nüfusu olmuş ne devlet bilmiş. Mehmet anasını gülerken çok az görmüş bir oğlunun saçlarını okşarken ela gözleri kısılırmış, bir de Celâlettin eve gelmediğinde mutlu olurmuş.
Bu artist amcaya anlatsa mıymış?
Serumunda etkisiyle bembeyaz denizde martılar şarkı söylerken sızmış naif Mehmet.
Sabahın ilk ışıkları ile gözlerini güneşe açtı Mehmet. Sağına soluna baktı burası ilk yattığı oda değildi, kendi kümeslerinden bile büyüktü. Karşıda ki koltukta gözlerini kapatmıştı artist amca. Gün ışığı olanca beyaz sarı mavi renklerini doldurmasına rağmen terlemiyordu Mehmet. Hem karnı da guruldamıyordu. Bu nasıl işti arkadaş hiç bir şey yemeden karnı doymuştu.
Yavaşça kalktı yataktan eski elbiselerini taktı üstüne suları ile mendiller yoktu dolapta. Bir daha baktı boş dolabın içine, bir daha, bir daha, yoktu işte!
İşte o anda bir uğur böceği kondu eline, dikkatle baktı yaşlı gözlerle, pencereye gitti ve “uç uç” dedi. Masumca dileksiz şartsız şurtsuz “uç uç”
Nasıl giderdi eve Celâlettin’in gözleri alev alevdir, bütün sermayesi yok oldu bir fren sesine. Hem korku ile hem de pişmanlıkla bütün vücudu titredi.
Uyuduğunu sandığı artist amca kolundan tutmasaydı düşecekti besbelli.
Oturdu koltuğa anlattı hikayesini.

Şimdi başında beklediği küçük çocuğa şefkatle baktı nasıl da benziyordu küçük Mehmet’e tek bir farkla o küçük Ayşe ‘idi. Minik güneşten yanmış, elinin üstünde ışıltılı parlak, kırmızı bir uğur böceği dolaşıyordu.

Zeynep Mete Uçak 06.07.2022

Zeynep Güneş
Zeynep Güneş
Zeynep Mete Ucak kimdir? Yazı Atölyesi Yazarı... İlgi çekici kurgular, Akıcı bir dil. Kendinizi kaptıracağınız, başından itibaren merak uyandıracak çarpıcı hikayeler...sürükleyen öyküler ve halka şiirler yazan Realist, farklı, muhalif Şiir ve Öykü Yazarı
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.