Ucu Sivri/l-miş Hayatlar | Ayşe Dağlıoğlu
“Ben yalnızca uğruna kurban gidilen bir sevgiye inanırım ” diyor Zweig. Günümüzde ölümsüz bir sevginin varlığına tanık olmak o kadar kolay değil elbette. İnsan haczedilmemiş tutkusunu sarılmamış ruhunu satın alır gibi yaşamamalı. Bunu bireyin kendini sevginin özüyle sınanma savaşı olarak düşünürsek, mağlubiyeti gönüllülükle baştan kabulüdür. Sevginin herkes için gerçeğe dönüşümdeki farklılığı olsa gerek. Ölümsüz bir sevgiyi adayacağınız yoktur belki ama ölümsüz ruhunuz vardır. Ruhunuzu tanıdıkça kendinizi kurban edeceğiniz kişinin olmadığını fark etmeye başladığınızda uğruna kazanılmış bir yalnızlık sizi bekliyor olacaktır, sonsuzluğunuzca..Rene Descartes de bir yerde bunu kendi ifadesiyle;
“Yalnızlık, bir daha kırılmayacağın ve üzülmeyeceğin bir huzurdur. Onu çekilmez yapan tek şey ise yenilmişlik duygusudur..” der.
Yalnızlık, sivri hayatların içinde yontulduğu ince uçlu kalem tenhalığı..
Üşüyorum, dedi Bayan Milena.
Herkes bir yere aitse üşür, der gibi üzerinden çıkardığı kalın trençkotunu ona verdi Bay Kafka..
Aitliğe tenezzül etmeyenler ömürleri boyunca üşüdüklerini de belli etmezler, diye yazmak isterdi belki Max Brod.
Nasıl bir yalnızlıksa dedim, aklıma Sylvia geldi. Çok üşüdüklerini yakarak gitmişti..
Yazamıyorum olmuyor, dedi Giacomo. Çok okudum çok insan tanıdım çok gezdim çok güzel bir evliliğim, düzenli bir hayatım var, dişlerimi fırçalamadan masanın başına geçip kaleme dokunamayacak kadar saygılıyım. Yine de yazma yeteneğimi kazanamadım.Söylesene Nico, lağım farelerinin masanın etrafında gezindiği bu köhne odanda hiçbir tabiat güzelliğini göremeden, martıları selamlamadan, bu yaşına rağmen bir kez olsun tramvaya binmeden, günaydın öpücüğüyle seni mutlu edecek bir eşin bile yokken aşkı, acıyı bu kadar muhteşem nasıl yazabiliyorsun? Nicola ellerini ovuşturur gibi kalbine götürdü, her iki elinin arasındaki kalbi işaret ederek:
- “Bir dünya dolusu acı, bir küçük avucumda gezinip duruyor ve sen kalbini sadece büyük istasyonlarda gezdirip duruyorsun”