Tılsımını yitirmiş bir rüya | Yılmaz Pirinççi
Dokunduğumuz her ses yeni bir yalnızlığın çığlığı aslında.
Gittikçe kalabalıklaşıp daha çok yalnızlık çekmemiz hep bu yüzden.
Olursa olur düşüncelerden çıkıp nedenlere boğduğumuz zaman kendimizi mutsuzluğun da kapısını açmış oluruz ardına kadar.
Sonra kapayabilene aşk olsun.
Seversin önce…
Sınırsız.
Sorumsuz.
Bir çiçeği sever gibi seversin.
Güneşi, ayı sever gibi.
Sonra bir el uzanır bir yerlerden.
Tutmaya çalışırsın
Bıraksa , bir ömür seveceksin.
Bekleyeceksin bir ömür.
Bırakmaz…
Tutmaz…
Alır senden her şeyini.
İçinde büyüttüğün ne varsa kırıp dökerek.
Alır ve gider.
Kalırsın öyle, kendi hiçliğin içersinde.
Cebindeki gıcır gıcır, renk renk misketleri zorla alınıp fırlatılmış küçük bir çocuğun çaresizliği içinde bakarsın olan bitene.
Ne ağlamaya yeter gücün,
Ne haykırmaya.
Ve artık hiç bir şey eskisi gibi değildir.
Tılsımını yitirmiş bir rüyanın ardından,
Ne yapsan dolmayacak bir boşluk kalır elinde.
Uzaklarda şuh bir kahkaha.
Hadi geçmiş olsun…
Yılmaz Pirinççi