Dolar 34,5055
Euro 36,4583
Altın 2.955,93
BİST 9.084,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 18 °C
Az Bulutlu

Siz Hiç Oruç Tuttunuz mu? | Suzan Kuyumcu

09.02.2020
1.484
A+
A-
Siz Hiç Oruç Tuttunuz mu? | Suzan Kuyumcu

(Anı)

Kadın ameliyat önlüğünü giyerken gergindi. Kaçamak bakışlarla kızına baktı. O bu gerginliğe
bir de belli etmeme mücadelesini eklemişti. Birkaç gündür dokunsalar patlayacaktı sanki. Evin içindeki
gergin hava hissedilir şekildeydi. Her ikisi de zaman zaman havadan sudan sebeplerle sinirleniyor,
geriye dönüp birbirlerine gülümsüyorlardı. Sıcacık bir gülümseme… ’Seni anlayabiliyorum’ ifadesiyle
oluşan sessiz iletişim. Ve bu iletişim yelpazesinin içindeki anlam, ‘ben’ duygusundan çok ‘sen’
sarmalıydı. İkisi arasındaki sessiz iletişimin gücü hafifsenmeyecek kadar etkindi bu yüzden. İkisi de
kendisini unutmuş diğeri için endişeliydi. Kadın olası kötü bir durumda, kızının çok yalnız kalacağını ve
bu yükün altından nasıl kalkacağını düşünüyordu. Önceki ameliyat sürecinde yanında olan teyzesi bu
sefer gelememişti. Kızın korkusu bu yüzden ikiye katlanmıştı sanki. Kadın teselli edemezdi onu. Çünkü
bu korkuya parmak basılsa depreşecekti.

Endişeli haline tanıklık edilmesini istemezdi kızı. Üstelik tam ameliyathaneye gönderirken
annesini, geriye nasıl döneceğinin belirsizliğini gözlerinde görürken…
Başını aniden kaldıran kızına yakalandı istemeden. Gülümsedi. Kızı, ‘Dur, arkandaki bağcıkları
ben bağlıyayım anne’ dedi, dudak kıvrımlarına tebessümü yerleştirmeye çalışırken.
İlk hazırlanışı değildi bu. İlki güle oynaya, espriler içinde, giydiği koyu gri önlükle dalga geçerek
gönderilmişti ameliyathaneye. Basit bir operasyon olacaktı. Ablasyon denmişti adına. 24 saatte 24
bini aşkın yavaş atım saptanmıştı kalbinde. Anjiyo gibi girilecek yavaş atımların bulunduğu yer
saptanacak ve o kısım ya da kısımlar yakılacaktı. Baygın olmayacaktı. İşlemi kendisinin de takip ediyor
oluşu heyecan vericiydi. Herkesi öperek neşe içinde uzaklaşmıştı onlardan. Ameliyathane
departmanın kapısı açılır açılmaz, yanında kendisiyle birlikte gelen hastaya, ‘Aa kendimi İskoçya’nın
sınır kapısından içeri giriyormuşum gibi hissettim birden’ demişti istem dışı. Sonra sesli
düşüncesinden dolayı telaşla çevresine bakınmıştı. O an arkasından yükselen kahkaha sesiyle irkilmiş,
gayriihtiyari kendisi de gülümsemişti. Zayıf, orta boylu, alnı açık yaşlıca biri yanına yaklaşarak, ‘Biraz
önce söylediklerini tekrar et bakalım’ deyince daha çok şaşırmıştı kadın.
‘Şey hocam kendimi İskoç’a gelmiş gibi hissettim de…’
Yaşlı adam çevresindeki genç doktorları işaretle yanına çağırmıştı.
‘Hanım Ameliyathaneyi İskoçya’ya benzetti, bu konuda siz neler söylemek istersiniz?’ diye
sormuştu onlara.
Birbirlerine akan bakışlar sonunda kendi yüzünde toplanmıştı. ‘Vallahi bilmiyoruz hocam, ilk
kez böyle bir benzetmeyle karşı karşıyayız’ demişti doktorlardan bir.
Yaşlı adam kadına dönerek, ‘Peki, nedenini siz söyleyin?’ demişti.
Sesli düşünmenin getirileri şaşırtıcı ve oldukça ilginçti, aynı zamanda eğlenceli…
“Burada bulunan herkes etekli hocam” demişti kısık sesle, “bakın sizin dışınızda herkes etek
giymiş”
Bu seferki kahkaha sesleri koro şeklindeydi ve bu neşeli ortama kapılardan uzanan meraklı
bakışlar da eklenmişti.
“Tamam, şimdi herkes dağılsın” demişti hoca onlara, “ama sen bir yere kaybolma, burada
beni bekle! “
Kadın bir anda yapayalnız kalmıştı. Nedenini bilmeden en yakın koltuğa oturarak beklemeye
başlamıştı biraz da şaşkın. Bir süre sonra isminin anons edildiği tarafa dönüp bakmış fakat yerinden
kıpırdamamıştı ta ki yanına genç biri yaklaşarak, “İsmi anons edilen hasta siz değil misiniz?” sorusuyla
karşılaşana kadar.
“Evet benim” demişti kadın, “fakat hocanız benim burada beklememi istedi, o gelmeden
burayı terk edemem”
Geciken hastanın, gecikme nedenini merak eden üç aritmi doktoru da kapıya çıkmış kendine
bakıyordu.
Genç çocuk doktorlara bakarak, ‘bir saniye’ dercesine işaret edip hocanın girdiği odanın
kapısını tıklatarak açmış ve kendisinin de merak ettiği soruyu sormuştu ona.

“Hocam buradaki bayan sizi neden bekliyor, işlem yapılması için doktorlarım onu bekliyor
da…?”
İçeriden ses çıkmayınca daha çok meraklanmış, huzursuzca ayağa kalkmıştı kadın. O an kapı
sonuna kadar açılmıştı. İçeriden çıkan hoca telefonunu genç çocuğa uzatarak, doğru yanına gelmiş ve
şaşkın bakışlarının altında kolunu omzuna koymuştu.
“Şimdi bizim resmimizi çekebilirsin” demişti ona.
Hoş bakışların altında; gülümsemekle- ciddi olma, şaşkınlıkla- utanma duyguları arasında
bocalayan kadın, bakışları kendisini tebessüm ederek bekleyen doktorlara takılara resim
çektirmişlerdi. Bu sefer etekliydi hoca. Üstündeki yelekle aynı renk, mavi desenli kostüm…
“Haydi bakalım” demişti sonrasında, “bu resim bugünün armağanı olsun bana…”
*
“Anne” diyen kızının kendisine seslenmesiyle düşüncelerinde sıyrıldı, “buzdolabından ilacını
almayı unutmayalım. Haydi sen pabuçlarını giy, ben gidip hemşire hanımdan isteyeyim”
Kapıdan çıkan kızının arkasından baktı. “Her şey çok güzel olacak, umutsuzluğa kapılmak yok”
dedi düşüncesinde. Metanetliydi aslında, acı eşiği oldukça yüksekti üstelik. Bu sefer ilaçlı işlem
yapılacaktı ama olsundu. Belki de korktuğu gibi olmayacaktı hiçbir şey.
Montaiğne’nin sözlerini anımsadı.
“Zamanından önce dertlenmek daha fazla acı çekmektir”
“Çok doğru” dedi kendi kendine. “Bu iş bu kadar uzamasaydı, içimdeki korku beslenecek
ortamı bulamayacaktı şüphesiz.”
Onu içinde büyüten kendisiyse yok etmesini başaran tek kişi de kendi olmalıydı. Derince nefes
alıp bıraktı. “içimdeki olumsuz düşüncelerin hepsini yolcu ediyorum şu kapıdan çıkarken” dedi. Kendi
kendine gülümsedi.
“Anne neden gülümsüyorsun, ben yokken bir şey mi oldu” dedi kızı, merak ve umut yüklenen
bakışlarla.
“Evet” dedi kadın, “İçimden her şeyin mükemmel olacağına dair bir his geçti ve ben şu an ona
tutundum, bırakmaya hiç niyetli değilim”
“Ayy annem, haydi inşallah” dedi kızı kendisine sarılırken.
Bir süre sonra her zamankinden farklı bir odaya alındı. Önceki iki işlem için yattığı odanın tam
karşı tarafındaydı bu sefer. “Bir yanlışlık olmasın sakın” dedi düşüncesinde. Üstelik içeridekiler de
yabancıydı. Olur mu olurdu. Çok şeyler oluyordu bu ülkede. Mide ameliyatı için giren hastanın dalağı
alındığı gibi mesela… Damarı tıkalı bacağı bırakıp sağlam bacağı yardıkları gibi…
Kendisine en yakın olan kişiye sordu.
“Burada yakma işlemi mi yapılıyor?”
Doğruydu. Departman içinde düzenleme yapılmıştı demek. Ameliyat masasına yatırıldı. Bu
seferki masa daha dardı. Kollarını serbest bıraksa aşağıya sarkacaktı sanki. Yan tarafta yine büyük
ekran televizyon duruyordu. Kalbinin içini oradan gözlemleyebilecekti. Kendiyle aynı hizada kalp
grafiğini gösterecek olan bilgisayar yerleştirilmişti yine. Gözleri büyük ekrana takıldı.

Bir önceki yatışta, odada bulunanlarla beraber kendisi de bu ekrana kilitlenmiş, inatla direnen
kalbinin çarpmasını boşuna beklemişlerdi. Sırtına takılan bir yığın aletlerle bile farklı atıma
ulaşılmamıştı. “Ellerini yumruk yap, açı… bir süre de böyle bekleyelim” demişti Doktoru. Kadın bu
eylemi oluştururken sormuştu.
“Doktor bey, siz hiç oruç tuttunuz mu?”
Bu sefer gözler kadına dikilmişti.
“Anlamadım” demişti doktoru, “tutmuşumdur, neden sordunuz?”
“Şu an saat üç… Dün gece saat 11 den beri hiçbir şey yiyip içmedim. Yani 16 saattir aç ve
susuzum. Vücudumun diğer organları gibi kalbim de şu an uyku halinde olabilir. Hani oruçluyken
yaşanıyor ya, o bakımdan…” demişti.
Doktor başına dokunarak gülümsemişti. “Bak bunu hiç düşünmemiştim” demişti diğer
meslektaşlarına bakarak.
“Tamam, yumruk yapmayı bırakın, yormayalım sizi. Çarpıntı olmadan yavaş atımı
yakalayabilmek mümkün değil. Bana kalırsa bir süre daha bekleyelim, şikayetiniz çoğalınca yeniden
randevu alıp gelin, tekrar bir bakalım” demişti aritmi doçent yardımcısı Taylan bey.
“Bir saniye” demişti kadın, “bana bir sigara verseniz, belki o çarpıntıyı oluşturabilir”
Ameliyathanede bulunan herkes kahkaha ile gülmeye başlayınca şaşırmıştı kadın, Niye
gülüyorlardı bu insanlar? Keyfinden istemiyordu ki… “Çarpıntıyı oluşturmak için ilaç verilse o daha mı
masum olacak” dedi düşüncesinde. Sigara sağlığa zararlıydı, bunu sağır sultan bile duymuştu artık.
Fakat vücudunun hiç bilmediği, nasıl tepki vereceğinden emin olmadığı yabancı bir madde
olmaktansa, bir sigarayla sorun çözülebilirdi belki… Sigara var olanı tetikliyordu, bilmediği bir ilaç yan
etkisiyle belki de olmayanı oluşturacaktı… Bunu bilemezlerdi ki. Üstelik ameliyathanede içmek
istememişti…
“Bizler sigarayı bırakın diyoruz, sen onu ameliyat masasında istiyorsun” demişti doktor
sevecen yüz ifadesiyle.
“Şey” demişti kadın, “ bu sefer farklı ama… Sağlık için istiyorum, sonuçta istenilen bir sonuca
hizmet edecek”
*
Gözlerini ekrandan çekti.
“İşte” dedi düşüncesinde, “bu sefer ilaçla yapılacak, artık kaçış yok. Haydi hayırlısı…”
Asık suratlı bir kadın geldi, üzerini açarak sıvıyı sürdü. Sonra üzerini kalın bir şeyle boydan
boya örttü.
Kadın, “Bir sıkıntı mı var?” diye sordu ona.
Asık suratı daha da aksileşti kadının, “Neden” dedi kaşlarını kaldırarak, “Ne sıkıntısı?”
“Bilmiyorum” dedi kadın ona, “yüz ifadenizi gören, bu masadan sürekli cenaze taşıyorsunuz
sanır, biraz gülümseyin canım”
Deli misin nesin, ifadesiyle tam bir mendebur olmuştu kadın, kapıdan çıkıp giderken.

“Bu ilaç size kaça mal oldu?” diyen doktora dönüp baktı.
“170” Euro”
“Azmedip getirttiniz ilacı, bu ilaç Amerika’da 1.500 dolara satılıyormuş” dedi diğer doktor.
Çarpıntı oluşmadığı için İsuprel isimli ilacı istemişti doktor. Türkiye’de satılmıyordu.
Yurtdışında da sadece Belçika ve İsveç’te bulunuyordu. Yurtdışında bulunan yakınlarının da
yardımıyla ilaç kendine bir ay içinde ulaşmıştı.

Suzan Kuyumcu
Roman ve öykü yazarıyım. Nefise ve Satılık Sevda isimli iki roman, İlesam ve Akçağ yayıncılığın ortaklaşa oluşturduğu yarışmada ödül alan Gülce'nin Can Dostları isimli öykü kitabım var. Basılmayı bekleyen dört romanım demlenmede... Aynı pencereden bakan dostlarla birlikte olmak keyif verici...
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.