Siz bu Kavanozdaki Gara Pulları (bozuklukları) Saydınız Mı? | Aybeniz Ünal
Benim çocukluğumun on yılı (ilkokul 1’den lise sona kadar); 19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başlarında “Molla Nesreddin” dergisinde satir, sarkazm, ironi şiirleri yazan Azerbaycan‘ın meşhur şairi Mirza Alekber Sabir’in adını taşıyan ve rahmetli babamın eğitim müfettişliği yaptığı, Baku‘dan 2 saatlik mesafede, Kür’le Aras‘ın kavuştuğu yerde bulunan Sabirabad şehrinde geçmiştir.
Evimiz şehrin tam göbeğindeydi. Haliyle etrafımız mağaza doluydu. Birçok kırtasiye, sahaf, kütüphane, sinema, okullar, hastane ve klinikler vardı. Ben okula başlamadan önce dedemlerin yanında Elvend köyünde (çok tarihi bir köydür) yaşıyordum. Sonra; benim ilkokula gitmemle anne babam ve diğer kardeşlerimin de yaşadığı o Sabirabad şehrinde çok övülen, övülmeyi de hak eden Seylan Muallime‘nin yeni birinci sınıfı başlatması tam da aynı zamana denk geldi. Ben de o sınıfta okula başladım. Ne tesadüftür ki, benim on yıl okuyacağım okul da Mirza Alekber Sabir’in adını taşıyordu. Ağabeylerim, ablalarım da o okulu bitirdiler. Tabiî hem şehrin, hem okulun adını bu satirik şairden almasının bizler üzerinde bir etkisi olacaktı. Babam da dil ve edebiyat öğretmeniydi, ama eğitim müfettişliği yapıyordu. Bunlardan dolayı mı, yoksa Azerbaycan’da ilk tiyatronun, ilk Türkçe gazetenin, ilk hayır cemiyetinin kurucusu, Azerbaycan’ın ilk diplomalı ziraat mühendisi, ilk diplomalı öğretmeni, ilk doktoralı bilim insanı, ilk gazetecisi,…vs. bizim dedemiz Hasan Bey Zerdabi olduğu için mi bilemem, ailece
gazete http://gazeteyı çok severdik. Ben bütün Azerbaycan ve dünya masallarını, hikâyelerini ve hatta antik edebiyatı ilkokul zamanı büyük ölçüde okuyup bitirmiştim. Böylece başlayan okumaya düşkünlük beni filoloji fakültesine kadar götürecek, o fakülte yıllarımda bana okumadığım kitap bıraktırmayacaktı.
Maalesef annemin bizden ve ev işlerinden ötürü kitap okumaya pek de zamanı olmazdı. Ama onun da çözümünü babam bulmuştu. Soğuk kış gecelerinde akşam yemeğinden sonra bütün aile soba etrafında toplaşırdık ve babam kendi seçtiği bir kitabı bizlere okurdu. Annem de dinlerken ya ütü yapar, ya da bizim söküklerimizi dikerdi.
Benim büyük ağabeyim, hatırlamadan geçemeyeceğim, daha 13-14 yaşlarından itibaren yerel gazetede yazılar yazardı. O; sonra zaten Azerbaycan’ın unutulmaz aktörü, Emektar Artisti, sunuculukta, çevirmenlikte, senaristlikte, yönetmenlikte, yazarlıkta ve o tok, güzel ses tonuyla seslendirmede aranan, işini hakkıyla yapan büyük sanatçı Azer Mirzeyev’di. Nur içinde yatsın.
Ortanca ağabeyim Abuzer‘in (biz ona “Abik” deriz) matematik zekâsı vardır. Ama onun yanısıra çok şakacıdır ve karikatüristik bir bakış açısına sahiptir. Bulunduğu her ortamda bize ve şimdiye kadar onu tanıyanlara hiç değilse 3-5 tane fıkra üretip hediye etmişliği vardır.
Bunlardan biri 31 Mart seçim gecesinden bu yana aklımda dönüp dolaşıp duruyor. Şimdi onu sizlerle paylaşmak istiyorum. Hani yazımın başlarında, evimizin çok yakınında kırtasiyeler vardı, demiştim ya, işte onlardan birini ablamın sınıf arkadaşının babası işletiyordu. O amca çocuklarını kraliyet ailesinin üyeleri gibi yetiştirirdi. Kendisi de, çocukları da reverans yaparak selâm verirlerdi. Hani 17-18. yüzyıllarda saygı kuralları vardı ya, çocuklar da, kendisi de o kuralları bire bir uygularlardı. Dünyanın giderek kabalaştığı zamanımızda onların bu hal ve tavırları insanı ister istemez gülümsetiyordu.
Bir gün bu muzip ağabeyim Abik yapacağı ödev için malzeme almaya gidiyor o mağazaya. Bakıyor, mağazada devletin müfettişleri inceleme yapıyor. Mağazanın düzeni bozulmuş, malların her biri bir yerde. Amcanın da tansiyonu çıkmış, bir sandalyede oturmuş, olup biteni keyifsiz izlemekte. Müfettişler 5000 manatlık açık bulduklarını söylüyorlar (Sovyetler döneminde en yüksek devlet görevlisinin maaşının 300 manat olduğunu düşünün).
Amca “Olamaz öyle şey! İyice sayın!” diyor, “Hesaplara tekrar bakın! Bir yanlışınız var!” diyor.
Müfettişler ise mağazadaki malları, eldeki hesapları, verileri çok iyi ve tekrar tekrar gözden geçirdiklerini söylüyorlar. Amcanın tansiyonu giderek daha çok yükseliyor, yüzünün rengi bordolaşıyor, pencereye doğru yönelip bir hava almak istiyor. O anda gözü pencere kenarında duran, içinde yarısına kadar 1, 2, 3 ve 5 gepikler (gara pullar, yani bildiğimiz bozuk paralar) bulunan kavanoza takılıyor. Amca sevinerek kavanozu gösterip “Sayın müfettişler, siz bu kavanozdaki gara pulları saydınız mı?” diye soruyor.
Bütün bu olup bitenleri izleyen ağabeyimin akşam bize anlatacağı yeni bir malzemesi olmuştu:
“Amcanın 5000 manatlık açığı kapatacağını düşündüğü bozuklukları nasıl da saymayı unutmuş sayın müfettişler?!” Adamın hali içler acısıydı, ama bizi bayağı güldürmüştü. 31 Mart’tan bu yana “Siz bu kavanozdaki bozuklukları saydınız mı, sayın müfettişler?” cümlesi beynimde, bilemiyorum, neden dönüp dolaşıyor acaba?
Şimdi Riga’da yaşayan ağabeyim Abik ve ailesine, bütün aile üyelerimize, ayrıca o amcanın, ruhu şad olsun, ailesine de bizden, İstanbul’dan selâmlar…