PASKALYA’DA SONSUZLUK YANILSAMASI | Josef H. Kılçıksız
Annem sonsuzluk işareti şeklinde pişirirdi çöreklerini. Başı sonu birbirine karışan, iyiyle kötünün, suçluyla masumun yerinin değiştirildiği dönel bir sonsuzluk…
Bir Hint atasözü, “Kardeşinin salının nehri geçmesine yardımcı ol, karşı kıyıya kendinin de geçtiğini göreceksin” der. Korona virüsü, insanlık ailesinin geçmesi gereken nehrin adıdır. Şimdiye kadar bu nehri tek başına geçmeyi başaran olmadı.
“Kayıp Zamanın İzini” sürmek için yine bir Paskalya yortusunda Antakya Rum Ortodoks kilisesinin taş avlusundayım.
Kilisenin taş avlusunda bir sürgü gıcırdamakta. Kapıların sürgüleri, reze gıcırtıları bende, “belki ben hiç olmadım ya da bir öyküde uydurma bir kişiydim” hissini uyandırır.
xxx
Kilisenin bir duvarına resmedilmiş “Ölü Deniz.” Ne zaman bir “kıyısızlıktan” söz edilse sıklıkla aklıma gelir.
xxx
Çocukluğumun Antakya’sı bir medeniyetler mozaiği. Yoksa medeniyetler mezarlığı mı deseydim? Farklı kültür ve etnik kökenlerden insanların bu topraklarda barış içinde birlikte yaşadığı savı, sadece eskil bir mittir aslında. Bu mit, böyle bir şeyin hiç olmadığına, yaşanmadığına dair bir alibi için özenle inşa edilmiştir. Birlikte barış içinde yaşamış olmaktan çok, farklı kültür, inanç ve etnik kökenlerden insanların yan yanalığından söz edilebilir belki.
xxx
Antakya özlemden beslenen serin yapraklı koca bir ağaçtır benim için. Toprağın ve suyun birikmesidir içimde. Defne ve zahter kokulu hüzündür, yenik aşktır, sürgündür.
xxx
Yürekleri ellerinde, karanfil niyetli çocukların kuş olup uçtuklarını bilmek çok zor. Abdullah, Ali İsmail ve Ahmet aynı şiirin gölgesine, aynı şarkının sevincine sığınmışlardı. Haziran direnişinden bu yana kaç zaman geçti, ölülerimiz hâlâ adalet dileniyor!
xxx
Yazının tümü için Bianet
http://bianet.org/bianet/yasam/222865-paskalya-da-sonsuzluk-yanilsamasi