Paris’te Antalya’lı Olmak | İbrahim Uysal
Geçen gün Ankara’da Antalyalı olmanın zorluğunu anlatırken, Ankara’ya yeni gelen öğrencilere, iş için gelenlere, herkese maddi ve manevi dokunmaya çalıştığımızı, Ankara’daki diğer hemşerilerimizin de benzer bir çaba içinde olduğunu yazmıştım.
Kamuda çalışırken pek anlaşılmayan ama zamanla çok keyifli anılar insanın aklına gelince, biraz tebessüm ettirerek gülümseten yaşanmışları yazayım dedim.
Babamın, oğlum yazın köyde tarla tokat işlerine baksın, kışında Antalya’da açılacak beyaz eşya dükkanı ile tüccar olsun hevesini kursağında bıraktık. Ama Ankara’yı da pek sevdik!..
Bakanlıkta, kadro sürem yetmediği için atamam yapılamasa da görevlendirme kadrolarda bir takım görevler yapıyorum.
Dönemin Bakanının talimatı ile Fransa-Paris’te yapılacak bir toplantı ve diğer işler için görevlendirmem yapıldığından, ilk önce pek bir şey anlamasam da on beş gün Paris’te kalınca anladım, dünyanın kaç köşe bucak olduğunu.
Gündüz görevlendirildiğim projeler elçilikte görüşmeler ile geçerken, bunları dışında da daha önceden tanıdığım bir arkadaşım ile de Paris’in altını üstüne getiriyor, gecesini gündüzüne katıyorduk.
Dedim ya, kadro derecemiz düşük olduğundan, aldığımız harcırah (görev parası) da günlük harcamalara yetmese de Ana-Baba destek fonu ile geldiğimden, bir sorun yoktu.
Bilenler bilir Paris’in planı içi içe geçen 20 bölgeden oluşur. Aydın ili Atça kasabasının (diyeyim) şehir planı da birinci dünya savaşında yakılıp yıkıldıktan sonra Paris’te yaşayan bir Atçalı Mimar tarafından, Paris şehir planı örnek alınarak çizilmiştir.
Şanzelize Caddesi/Champs-Élysées), Sen Nehri kıyıları, kafeler, Montmartre’dan, Louvre Müzesine, yol yapmayı göze alıp Versay Sarayına kadar ne var ise turladık, bu on günden fazla zamanda.
Ama, ANTALYALI olmanın keyfini ise Montparnasse’da çıkardım.
Paris’te yaşayan Türk arkadaşlar ile güzel bir uyum içindeyiz. Onların bile daha önce akıllarına gelmeyen nerelere gittik.
Tabi Montparnasse, bir başkaydı.
Burası Paris,’ çok eski ama çok bakımlı bir semti.
Bir gün dediler ki Montparnasse’da, İspanyol ünlü bir şarkıcı kadın ile birlikte yaşadığı bir ünlü maraton koşucusunun işlettiği balık restoranı var, oranın rezervasyonu zor ama, bir şekilde halledip, gidelim diye plan yaptık.
Aynı gün akşamı da gittik. Restoranın her tarafı tıklım tıklım dolu, dışarıda sıra bekleyenler var. Rezervasyon yapıldı diye içeri girdik.
Bize, sahnenin en önünde bir masa açmışlar. Havamız yerinde, herkes bize kim bu torpilli masa diye bakıyor.
Garsona siparişler verildi ama bizim konuşmaları dinleyen bir kadın geldi ve arkadaşlara sordu, “siz nece konuşuyorsunuz?” diye.
Arkadaşlar da “Türkçe” dedi, ama kadın nedense inanmadı. Israrla “nece konuşuyorsunuz, bu dil bana yabancı değil” deyip ısrar etti.
Onlarda hepimiz Türküz, hatta beni gösterip, bu daha bir kaç gün öncesinde geldi Türkiye’den dediler. Bu kez kadın:
“Bakın, tamam siz burada yaşayan Türkler olabilirsiniz,” ama beni gösterip, “bu Türk ise mutlaka Antalyalıdır” deyince masa koptu.
Tabi bir Antalyalı olarak, ilk defa Türkiye’den bile daha havalı olmanın hazzını yaşıyorum.
Hemen bizim sipariş listesi değişti ve Hanımefendi kendisi, daha sonra sofraya gelince anlayacağınız kocaman bir tepsi içinde pirinç pilavı, ortasında koca bir logos benzeri balık ve her tarafı, karides, kalamar aklına gelecek ne kadar deniz canlısı olan bir tepsi geldi.
Tabi işletmenin sahibi Ünlü İspanyol şarkıcı, hemen bir tabure ile benim yanıma ilişti. Ha bire sorular soruyor ve bir şeyler anlatıyor.
Hani bizim oralarda “Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi” derler ya, bizim kadın patronun niyeti anlaşıldı.
Ah ulan kemerliler, hem sayenizde güzel bir gün yaşadım, hem de ne diller döktürdünüz bize, o gece.
Meğer kadın bir yıl önce paket tur ile Kemer’de bir otele, tatile gelmiş. Şarkı falan söylediği için de çok kişi ile muhabbeti arttırmış. Tatil bitmiş, ama bu kez de tanıştığı yakışıklı bir Antalyalı, hanımefendiye Kemer’de bir aylık villa kiralamış ve bir de araba vermiş altına. Bir ay herkes hayatını yaşamış!..
Çoğu kişi bilmez ama yıllar öncesinde, özellikle Avrupa’dan ülke tanıtımı için davet edilip gelen gazeteciler, her şeyin fotoğrafını çekerler. Bir karenin eksik olduğunu düşündüklerinde, bizden at ya da eşek üstünde bir yerlere giden kadın erek fotoğrafını nerede çekebileceklerini sorarlardı.
İmaj o kadar önemlidir ki. Onlara göre kadınlar kara çarşaflı, erkekler de at ya da eşek üstünde, sırtlarında bir torba ile dolanır.
Kadın da ülkenin her yeri böyle, ama sadece Antalya ve Antalyalılar kendilerine benzediğini kafasına yerleştirmiş. O yüzden de eli ayağı düzgün, kılığı kıyafeti yerinde bir Türk görünce, “Eğer bu Türk ise olsa olsa Antalyalıdır” kanaatine varmış.
Kadın, arkadaşlarıma ısrar ediyor, kendisinden vatandaşlık, vize kolaylığı, oturma, ne istersem ayarlayacağını söylüyordu. Arkadaşlarım da benim zaten bu ayrıcalığımın olduğunu söyleyip, kadına teşekkür ettiğimi anlatmakta zorlanıyorlardı.
Kadın sıradan olmayan teklifler ettiğinin farkında, ama benim kabul etmememi de bir türlü anlamıyordu. Eh, köy delikanlısı olmak pek kolay olmuyor işte!..
Evet ya, siz bu gün her tarafın turist kaynadığına bakmayın. Biz bu ülke için neler, neler yapmadık ki!..
—