Mektup | Yılmaz Pirinççi
Onlarca mektuba sığmayacak özlemler birikti içimde.
Uzamaya yüz tutmuş gecelerin karanlığı nasıl kangren bir yara gibi yürüyor,
Nasıl kanatıyor an be an, bir bilsen.
Bir bilsen ne çok özlediğimi…
Ne çok sustuğumu seni,
Bir bilsen
Öper gibi durduğun bir fotoğrafın vardı hatırlıyor musun?
Ne zaman sıkılsa canım.
Ne zaman canım burnuma gelse
İşte o fotoğrafına bakıp gülümsüyorum.
Sonra deniz kıyısı düşlerimiz geliyor aklıma
Esrik gözlerle birbirimizi kaçamak bakışlarla süzüp hiç konuşmadan öyle kala kaldığımız
Dizime düşen başında titreyen ellerim.
Dağılmış saçların
Sen irkilme diye tutmaya çalıştığım öksürüklerim.
Gece, deniz, iyot kokusu…
Nasıl güzel bir düşsün ki sana boğuldum.
Şimdi çaresiz bir suskunluğa düştük aslında.
Olmayanları, olduramadıklarımızı koyup bir kenara,
Öyle güzel bir manzara izler gibi izliyoruz birbirimizi
Söner mi bu ateş, yâda bıkarmışız bilinmez.
Bildiğim, yeni bir düş kuracak kadar uzun yaşayamayız.
Çocukluğumun o en yarasız zamanlarını saymazsak eğer hiç bir zaman benim olmamış bir şehrin milyonlar dolusu yalnızlığını yaşıyorum burada.
Herhangi bir yerde sana rastlamak gibi
Olasılıksız bir şey tanıdık bir yüz le karşılaşmak
Oysa hadi oturup bir şeyler içelim demekten ibarettir yaşamak.
Ahhhh…
Saçlarına astığım gecelerin ahı tutar mı beni.
Tutup ta bir gün biri seni sorarsa benden…
Ne derim.
Yandığım.
Yanmaya doyamadığım
En çok ta kurban olduğum dersem anlar mı?
Hadi kal sağlıcakla.
Öpüyorum yüreğinden…
Yılmaz Pirinççi