Büyük bir ozan, şarkılarıyla müzik dünyasına hâkim olmuş efsane şarkıcı Leonard Cohen’in hayatındaki üç kadın ve büyük aşkı.
Kendisinden yaşça epeyce büyük meşhur dansçı Armand Vaillancourt’un önce dans partneri, sonra sevgilisi. Bir çocukları da oluyor fakat inişli çıkışlı, düşüşlü yokuşlu bir ilişki, nihayetinde yolları ayrılıyor.
Suzanne, liman yakınlarında St. Lawrence Nehri’ne bakan, biraz da “metruk” kabul edilen bir eve vuruluyor ve orada yaşamaya başlıyor.
Evi, dönemin bohemlerinin takıldıkları bölgeye çok yakın.
Sıkça arkadaşlarını misafir ediyor, şarkıda işaret edildiği gibi güzel çaylar, şiirler tüketiliyor.
Eve gelenlerden biri de Leonard Cohen.
Cohen bir gece kalıyor Suzanne’in evinde hatta ama ikisinin de ifadesine bakılırsa “yatmıyorlar”.
Birkaç yıl sonra kendisini şöhretin ilk basamaklarına taşıyacak şarkıyla ayrılıyor o evden adam…
Bugün geceliği 300 dolardan kiralanıyormuş o oda.
Suzanne bildiğim kadarıyla Los Angeles’ta şirin bir karavanda “evsiz” yaşamakta.
Birbirlerinden hâlâ sevgiyle söz ediyorlar…
Marianne, Oslo’da âşık olduğu yazarın peşinden bir Yunan adasına, Hydra’ya geldiğinde gencecik ve inanılmaz güzel bir kız.
Adam, yani Axel Jensen’le Hydra’ya yerleştiklerinde küçük bir bohem kolonisi var Hydra’da.
Zor bir adam. Adaya yerleşiyorlar, ayrılıyorlar, barışıyorlar, evleniyorlar, çocukları oluyor, yine ayrılıyorlar.
Son ayrılığın ardından Hydra’ya döndüğünde, adanın meşhur buluşma noktası, bakkalı, barı, her şeyi olan Katsikas’ın Yeri’nde tok sesli, esmer bir adamla karşılaşıyor; adam “Bize katılmaz mısınız?” diyor.
Marianne Ihlen ile böyle tanışıyor Cohen.
8 yıl boyunca sürüyor birliktelikleri; başka ülkeler arası, başka aşklar arası bir ilişki.
Hydra’dan Oslo’ya, Montreal’den New York’a, kopsa da kopamayan bir aşk.
İkinci albümü “Songs From A Room”un arka kapağındaki güzel kadın Marianne’dir ve “So Long, Marianne”, o şahane şarkı bu şahane kadına yazılmıştır.
Cohen’in New York’taki “efsanevi Chelsea Hotel” günleri.
New York bohemyasının merkez üssü Chelsea Hotel. Bob Dylan’dan Andy Warhol’a, Patti Smith’ten Charles Bukowski’ye kadar herkesin yolunun düştüğü bir köprü, bir kavşak.
Bir gece Cohen ve Janis Joplin -ki o sıralar Studio E’de ikinci albümünün kayıtlarıyla uğraşmaktadır- otelin asansöründe karşılaşır.
Çok meşhur ve çok yalnız iki insan.
Cohen o günü “Janis beni değil Kris Kristofferson’ı arıyordu; ben de Janis’i değil Brigitte Bardot’yu arıyordum” aslında diyerek anıyor.
“Dağınık bir yatakta” yaşanan, “tek gecelik” bile denemeyecek bu macera, Cohen’in “Chelsea Hotel No.2” şarkısıyla ölümsüzleşir.
Cohen daha sonra şarkıyı Janis Joplin’le yaşadığı ilişkinin ardından yazdığını “bu kadar” belli ettiği için duyduğu pişmanlığı defalarca dile getirir.