ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Kokunun Tarihi! | Ömer Faruk Çelebi

24.01.2023
229
A+
A-
Kokunun Tarihi! | Ömer Faruk Çelebi

DİYARBAKIR…

Kurşunlu cami’de her sene kurşun dökülmeden kalas ve tahtalarına miski amber dökülüyormuş, yaz aylarında güneş altında koku camiye yayılıyormuş…

Sefa camii minaresi harcına da misk’i amber tozu karıştırılmış…

“Fumum”, Latince “duman” demek. “Perfumum” da “dumanla yükselen” anlamına geliyor. Bu kadim sözcük bugün sürülebilir kokular için kullandığımız “parfüm “kelimesinin de kökeni…

Kokulu maddeleri olduğu gibi kullanan çok tanrılı medeniyetler zamanla kokuları bir araya getirmeyi öğreniyor.

O günlerde bir maddenin kokusunu diğerleriyle birleştirmenin en kolay yolu, onu başka bir taşıyıcı ortamın içine aktarmak, sonra da taşıyıcı ortamı kokunun kaynağı olarak kullanmak.

Bunun en meşhur örneği ise Edfu’da ve diğer pek çok Mısır tapınağında bulunan farklı formülleri günümüze kadar ulaşan “kyphi”…  İçinde hiçbir çiçek notası barındırmayan “kyphi”, kah macundan top haline getirilip ateşe atılıyor, kah merhem gibi sürülüyor..

Her medeniyet birbirinden el alıyor elbette.. Yunan medeniyeti üzerinde de kyphi” Edfu…  Büyük İskender’in Acem seferinin etkisini unutmamak lazım.

Kendisi de kokulara çok düşkün olan İskender, topladığı güzel kokulu bitki ve çiçek tohumlarını Atina’daki hocası Theophrastus’a yolluyor. “Botaniğin Babası” olarak bilinen Theophrastus da İskender’den gelenleri de dahil ettiği botanik bahçesiyle uğraşıyor, içlerinde kokulu tanımlara da yer verdiği iki önemli eseri, dokuz ciltlik “De Causis Plantarum” (Bitkiler Üzerine İncelemeler) ve iki ciltlik “De Historia Plantarum” (Bitkilerin Tarihi Hakkında)yı kaleme alıyor..

Hem yağ formunda parfümlerin ve parfümlü bakım kremlerinin üretildiği, hem de kokulu bitkilerin muhtelif kumaşı kokulandırmak için kullanıldığı Roma, sıkı bir “koku medeniyeti” idi..

Çamaşırların yıkandıktan sonra lavanta çiçekleri atılmış su içinde dinlendirilmeleri de Latince “yıkamak” anlamına gelen “lavare” kelimesinden bitkiye isim olan “lavanda” kelimesinin doğmasına neden olmuştur.

Mısır’daki esaret ve zulümden kaçan İbraniler beraberlerinde pek çok sanat gibi parfüm sanatını da götürüyorlar.

Bu nedenle tektanrılı dinlerin kokuyla ilişkisinin ilk örneğine de “Tevrat”da rastlamamıza şaşırmamak gerek..

“Eski Ahit”in “Mısır’dan Çıkış” bölümünde ayrıntılı bir parfüm tarifi var :

“500 şekel mürrüsafi, 500 şekel tarçın, 250 şekel tatlı kamış, 500 şekel Cassia’nın (Cinnamomum Cassia) zeytinyağında karıştırılması ve beklemesiyle” üretiliyor bu parfüm..

Vasat insanın elinin değmemesi gereken, sadece yüksek din adamlarınca imal ve istimal edilen (kullanılan) bu yağ formundaki parfüme “mesh yağı” deniliyor.

Ayrıca “mesh”, “silmek-ovmak” anlamında bir kelime ve kökeni İbranice “Mişah” kelimesi..

Peki, Batı dillerindeki “masaj”ın da kökenini oluşturan mesh yağının sürüldüğü, yani mesh edilen kişiye ne deniyor?

Mesih!..

Devam edelim : Mesh etmenin Yunancası “khrein”, mesh edilen kişi ise “khristos”..

Bu kelimenin İngilizcedeki karşılığı ise “Christ”!..

Bu kelimeler hem Musevilik hem de Hıristiyanlıkta kokunun kutsal kimliğinin açık kanıtlarıdır..

Hazreti İsa’nın doğumunda hürmetlerini sunmak üzere bebeği ziyarete gelen “Üç Müneccim” yanlarında birer hediye getiriyor. Bu hediyelerden biri altın, diğeri mürrüsafi, üçüncüsü ise günlük ağacı.

O zamanlar altına eşdeğer olan bu iki kokulu hediyenin hala kiliselerde yakılan tütsülerde kullanıldığını düşünürsek, “kilise kokusu” olarak bildiğimiz bu koku en baştan beri Hıristiyanlığın kurumsal kokusu..

Kuran’da ve hadislerde bahsi geçen misk, safran, öd ağacı ve kafuru gibi pek çok kokulu malzeme ise son gelen din olan İslam’ın kokulu alameti farikaları..

Sadece Kutsal Kitap’ta bahsedilmekle kalmayıp Hazreti Muhammed’in hayatından hikâyelere de yansıyan koku unsuru, İmam Nesai’nin “İşretu’n-Nisa”da ona atfettiği “Bana (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namazda kılındı” deyişiyle zirveye çıkıyor..

Evliya Çelebi anılarında Amid’de (Diyarbakır) İpariye Camii’nin inşaatı sırasında minarenin harcına misk tozuk araştırıldığından bahsediyor.

Koku moleküllerinin ısıyla yükselip hissedilir olduğunu düşünürsek, bu karıştırma sonucu gün doğumuyla beraber belirginleşen minare imgesiyle görme duyumuza, okunan ezanla işitme duyumuza, yükselen misk kokusuyla da koklama duyumuza uyarı gönderen, müminlerin ruhuna hitap eden çok bileşenli bir mesajın hedeflendiği görülüyor.

  1. yüzyılda Evliya Çelebi’nin tanık olduğu bu durum, günümüzde birden fazla duyuya hitap eden mesajları konu alan pazarlama disiplini “duyusal pazarlamanın (Sensual marketing) tarihteki ilk örneklerinden birisidir..

Ortaçağ Avrupa’sında kötü kokunun hastalık yaptığı inancı son derece yaygındır.

Veba ve Kolera salgınlarının Avrupa’yı kırıp geçirdiği uzun yıllar boyunca tıp aleminin bu hastalıkların sebebi olarak kötü koku ve kötü havayı işaret ettiğini unutmamak gerek.

Henüz bakteri ve mikropların bilinmediği bu dönemlerde “Miyazma Teorisi”olarak adlandırılan bu yaklaşım nedeniyle ismini havadan alan hastalık bile var

Bizim “sıtma” dediğimiz “malaria”, “mal” (kötü)ve “aria” (hava) kelimelerinin birlikteliğinden oluşuyor..

“Yıkanırsak gözeneklerimiz açılır ve hastalık nüfuz eder” korkusuyla yıkanmayan insanların yaşadığı erken Ortaçağ’ın başlarında; fahişelerin çürümüş olduklarına inanılıyor ve bu çürümüşlük hali iki sebebe dayandırılıyordu.

İlk sebep, kadının çok sayıda ilişkiye girmesi ve bu yüzden bozulan yaşam sıvılar ; ikinci sebep ise erdemsizlik ve günahkarlık..

Özetle; en alt sosyal sınıfa mensup bu iffetsiz (!) kadınlardan yükselen kötü kokunun gerçek nedeninin, ruhlarıyla birlikte bedenlerinin de çürümesi olduğu düşünülüyordu.

İspanyolca ve Fransızca gibi bazı Batı dillerinde “fahişe” anlamına gelen “puta” ve “putain” kelimeleri Latince “put” kökünden gelen ve “çürük kokmak” anlamını taşıyan “putris”ten türemiştir..

Kapitalist sistemin başlangıcının bir ayağını Sanayi Devrimi oluşturuyorsa, diğer ayağını da baharat ticareti peşinde koşan tacirlerin hayatımıza soktuğu muhtelif sermaye ve para enstrümanları oluşturuyor.

Mesela Hollandalıların 1602-1796 tarihleri arasında kokulu maddeler ticaretiyle bir dünya devine dönüşen “Birleşik Doğu Hindistan Şirketi” (Vereenigde Oostindische Compagnie-VOC), halka arz edilen ilk hisse senedinin, ilk modern hisse senedi borsasının (Amsterdam Borsası) ve modern merkez bankalarının öncülü “Amsterdamsche Wisselbank”ın varlıklarının sebebi oluyor.

Ayrıca şirket, Hollanda Parlamentosu adına ordu bulundurma, işgal ve fetih yapma, mahkeme kurma, idam cezası verme ve para basma gibi olağanüstü ayrıcalıklara da sahipti..

Araya bir de anekdot sıkıştıralım..

Parfümleri sadece kısıtlı sayıda bir grup insanın kullanılabiliyor olması, sonunda gelip parfüm düşkünü Marie Antoinette’in kellesini kaybetmesine neden olmuştu !..

20 Haziran 1791’de, asilerin hareketliliğinden endişeye kapılan XVI. Louis ve Kraliçe, sıradan birer burjuva gibi giyinerek Paris’ten uzaklaşmayı deniyorlar.

Çiftin arabası oldukça yüklü, zira kraliçe pek sevdiği elbise ve şapkaları ile kişisel bakım malzemesi sandığını geride bırakmaya kıyamıyor.

Sandığın içinden yükselen parfüm kokusu, Sainte-Menehould civarında yolu kesen asilerin hemen dikkatini çekiyor.

Kentsoylu gibi giyinmiş olmasına rağmen çevresindekilere buyruk veren bir kadın, yanında, yüzü ellerindeki paradaki resme benzeyen bir adam, üstelik ikisinden de buram buram parfüm kokusu yükseliyor !..

Şüphelenen asiler hemen yakındaki Varenne’e haber uçuruyorlar ve araba kentin girişinde yeniden durdurulup içindekiler derdest edilerek Paris’e yollanıyor. Hikayenin hazin sonu malum..

1792’de mahkum olan kral ve kraliçenin idamları 1793’ün Ocakve Ekim aylarında giyotinle infaz ediliyor..

1700’lü yıllarda kokulu moleküllerin içinde taşıtıldığı ortamın yağdan alkole evrilmesi, “Kölnische Wasser” veya bugün bildiğimiz adıyla “limon Kolonyası”nın yaygınlaşması, parfümü “sokağa indirmek” için tek başına yeterli olmuyor..

Ardından bilim insanları doğal kokuların aslında sayısız farklı molekülden oluşmuş bileşimler olduklarını, bu doğal bileşimler içindeki bazı moleküllerin de malzemenin karakteristik kokusunu vermeye kafi geldiğini keşfediyorlar. 1833’de Dumas ve Péligot’nun tarçın kabuğu yağından “cinnamic aldehyde”i ayrıştırmasıyla başlayan süreç, 1876’da Reimer ve De Laire’in çam ağacı yağından ilk yapay “vanilin”i sentezlemesi ile zirve yapıyor.

Artık parfüm yapımcılarının çok pahalı vanilya çubukları için Madagaskar’a veya tarçın için Seylan’a gitmeleri gerekmiyor.

Kimyacılar doğal olanlardan çok daha ucuz bir fiyata bu kokulu molekülleri onların kapılarının önüne getiriyor.

Kokunun kimyasal tarihinde bu baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı yıllarda, onun kültür tarihinde iz bırakmasına vesile olacak bir gelişme daha yaşanıyor : “Proust Fenomeni”!…

1871 doğumlu Fransız yazar Marcel Proust 9 yaşında astım krizlerinin sıklaşması üzerine ailesi tarafından halasının yanına, Illiers’e gönderiliyor.

Çocukluğunun bir bölümünü orada geçiren Proust daha sonra Paris’e dönüyor.

Yağmurlu bir akşam üşümüş olarak eve geldiğinde, annesi ona bir fincan çay ve yanında küçük bir “madeleine keki” veriyor. Fincandan yükselen koku, madeleine’i çayına batıran Proust’u aniden halasının ikram ettiği ıhlamur çayı ve madeleine kekiyle buluşturan bir bellek yolculuğuna çıkarıyor.. Un, şeker, tereyağı, yumurta, limon kabuğu rendesi ve demlenmiş çay; kendi kokularını bir yana bırakarak “çocukluğun kokusu” oluyorlar Proust’un…

Yazarın “Kayıp Zamanın İzinde” adlı 3 bin sayfalık eserinin çıkış noktası olan bu koku aynı zamanda koku-uzak hafıza arasındaki doğrudan ilişkiyi tanımlamak için kullanılan “Proust Fenomeni” teriminin doğuşunun da nedeni…

Dünya nüfusunun hatırı sayılır bir bölümü “laktoz intoleransı” nedeniyle süt ve süt ürünleri tüketmiyor. Süt ürünleri tüketmeyen insanlar, sütün kokusunu, süt ürünleri tüketenlerden çok daha çabuk ve çok daha kesin algılıyorlar.

Bu, bize yabancı ve her koku için geçerli bir durum. Vietnam Savaşı’ndan bir örnek: Bir yanda süt tüketmeyen Vietnamlılar, diğer yandaysa ülkelerinden gönderilen süt tozlarını çekinmeden tüketen ABD birlikleri var. Viet Cong askerleri, yoğun bitki örtüsü içinde kamufle olan Amerikan birliklerinin yerini havadaki yoğun süt kokusundan saptıyorlar…

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.