Kahire’nin Mor Gülü | Yelda Karataş
Kahire’nin Mor Gülü, beni altüst etmişti. Beşinci okuyuşumdu Tutunamayanlar’ı. Bir altüst oluş daha. Kıyıya varamadan bir türlü.
Turgut Özbenler’e razıydım o zamanlar. Sonra, filmle kitabın kalbimin ortasında çöreklendiğini gördüm.
Duramadım, bir yazı yazdım, sonra, değiştirdim kitaba aldım.
Bu ilk hali
GIRIŞ
Bir tuhaf yazı edindim olric,
sürekli değiştirip, ekleyip çıkardığım.
Mor bir şey İvan gibi.
Ama bana kalırsa Dimitri gizli mor, evet ona çok dikkat etmeli Selim!
Onur, gururla karıştırılmayınca, dik duran üçgen omurgası insanlık tarihinin.
Değişmez haritası değişimde saklı o muhteşem hazine.
Limon yiyince dişlerin kamaşması kadar eski ve genlere yazılı.
İvan’ın içi sesi Olric mi?
Kesinlikle hayır.
Olric, zamanın sarmal olduğunu unutup düz çizgide arayanlara öz yürüyüşlerini göstermeye bir ithaftır .
Bilinen filmler, kitaplar üzerinden aynalaşmak ve aynılaşmak, aidiyetle büyümek.
Bilinenler hep değişir, Beyaz Geceler’in ardından,
kendinize acı vermenin gösterişli gururu yerine, başkalarının acılarını dindirmenin onurunu tanırsınız içinizde şefkatle.
Büyüksün Olric, öğrenmenin sonu yok!
Asıl bunu inkar etmeli varoluş; ırmak’ı akıp giderken seyretmek. İyice seyretmek; Duygularımıza sıkı sıkı tutunmayı önler,
çakıltaşı renk değiştirir, göğün bir parçası da…
Olric bir varoluş hesaplaşması değildir.
Oğuz’a herkes kalbi kadar tutunuyor.
Olric tutunmamanın asıl olduğunu söyler.
Yüzleşmenin Olric’le yapılması kendinize ihanet değil midir!
Varoluşu ayakları üstüne oturtmak buna derim ben.
OLric’i okumayınız anlayınız…Yoksa kitap intihar edecek böyle düz okumalarla yorula yorula…
İlk elden anladıklarıyla yetinmenin vahşeti; burda susmalı.
Olric Kahire’nin Mor Gülü’dür.
Bir süreliğine öyle.
Her bir yere yazıp değiştirdiğim o gül Olric’tir.
Olric isteseydi, baştan yazardı Selim hayatını ve Oğuz buna gülümserdi…
İvan Alyoşa’ya hiç acımadı.Budur OLric’in hikayesi.
Temmuz 2010
KAHİRE’NİN MOR GÜLÜ
— ‘ Gerçek olmayı öğrenebilirim ‘
Nasıl gerçek olunur üzerine ilk deneylere başladığımda reddedilmeyi göze alabileceğimi hiç düşünmemiştim.
Bir kuyunun dibinde Yusuf gibi kalmanın efsanelerden süzülüp geldiğini bile bilmiyordum.
Kara bakraçlarıyla bir arada hatta bir diğeri olmadan yaşayamayanların korosunda sesim çok kısıktı önceleri.
Gerçeğin sert kayalarından atlamanın sadece başa ve bedene değil, ruha da ne denli zararlı olduğunu anlamam için, önce Oscar Wilde, sonra Dostoyevski ve çok sonra Kafka ile tanışmam gerekti…
Bu üçlü çemberin ortasına çok civan mert gerçeksizleri aldım sonra: Başta Camus, nedense en hüzünlü o gelmiştir intihar meselesinden olmalı. Ama Zweig da öyleydi. Zweig hüznünü altın tepside sundu. Camus ince bir alaycılıkla… Caligula ile tanışma isteğimi ve Veba’ya direnebilen bir sevgim olduğunu ondan öğrendim.
Sonra, Kawabata ve onun sonsuz çay saatleri: Bin Beyaz Turna.
Mor suretlerin gerçekleşemeyeceğini ve Uykuda Sevilen Kızlar’ın nasıl bizden öte çağlara erdiğini anladım…
O zamanlar Kuğu’nun Ölümü’ne ağlar mıydım?
Evet, ama sanki bir burgacın içinde yarım yamalak dönerek.
Yalan olmak öğrenilmiyor ki; her şey yalan.
Gerçek olmayı öğrenmemeli insan: Selim Işık gibi…
Kahire saatiyle: gün dönümü
Gerçek öldürücüdür.
Yalan geliştirici.
Birbirimizin gözünün içine bakarak hala varlığına yokmuş gibi davrandığımız genelevlerini saymazsak daha kaç yalanın içinde gerçek gibi duran gönülleriz.
Ölüm öncesini bilebilir miyiz ki birbirimizi yaşatalım.
Ölüm korkusu değil belki de bazılarının tanrısını yaratan; öncesi, çok öncesi; gerçeğe duyulan korku.
Zaman: Türkiye saatiyle yine mor
Zamanı temize çıkarmak için yaşamak şart!
Yelda Karataş
2008, 2009, 2010…2021…
* Kahire’nin Mor Gülü, 1985 ABD yapımı fantastik bir filmidir.
Özgün adı The Purple Rose of Cairo dur. Senaryosunu Woody Allen’ın yazıp yönettiği filmde Mia Farrow (Cecilia), Danny Aiello (Monk), Jeff Daniels (Tom Baxter) oynamışlardı.
,,,
,