İnsanlık Nerede? | Erhan Tığlı
Bir türküde, “İndim dereye, taş bulamadım / Gönlüme göre eş
bulamadım” deniliyor.
Eş yerine iş, aş da diyebiliriz. Taşların bağlandığı, köpeklerin
salıverildiği bu devirde
Zalime
atmak için taş da yok. Lokantalarda, çarşı ve pazarda sağlıklı yiyecek bulmak o
kadar zor ki… Yani eş bulmakla bitmiyor iş. İyilik, güzellik azaldı ama çevre
kirliliği, gürültü, anarşi, terör bol miktarda var. Yaşamak pahalı, ölmek ucuz.
Üstelik kötülüğe, çirkinliğe alıştık, göz yumarak, aldırmayarak daha da
çoğalmaları için var gücümüzle çalıştık…
“Bu
viran ülke ve bu yoksul insan kütlesi için ne yaptın? (…) Anadolu halkının
bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu
vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. (…) O,
kara toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak,
buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru
dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte her yanın kanıyor ve sen, acıdan
yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu
şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.” diyen Yakup Kadri ne kadar
da haklı. Kendimi bir “Yaban” gibi hissediyorum ve sözde okur-yazar ama kitap
okumayan, mektup bile yazmayan kişilerin kirli sokaklarında bir yabancı gibi
dolaşıyorum.
Magandalar
birbirlerine eşek şakaları yapıyorlar, yedikleri yiyeceklerin artıklarını
yerlere fırlatıyorlar, itişip kakışarak gelip geçenleri rahatsız ediyorlar ama
kimse ses çıkar(a)mıyor, üstelik aman başım belaya girmesin, bana bulaşmasınlar
da ne yaparlarsa yapsınlar, diye oradan hızla uzaklaşıyor herkes. İsmet
İnönü’nün, “Namuslular en az namussuzlar kadar cesur olmalıdırlar” sözü geliyor
aklıma. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, dersek yüz bulur, astar ister
böyleleri. Susma, sustukça sıra sana gelecek. Bu tür kişiler çoğalacak, rahat,
huzur elden gidecek” diyorum ama kimse oralı olmuyor.
Aklıma
bir Bektaşi fıkrası geliyor: Kibar bir gence bir arkadaşı eşek demiş. Şimdiye
dek böyle bir hakarete uğramayan genç bunu hazmedememiş, düşüp bayılmış, bir
türlü ayıltamamışlar. O sırada oradan geçmekte olan bir Bektaşi durumu
öğrenmiş, gencin kulağına eğilip bir şeyler söylemiş. Geç bir süre sonra
ayılmış, gülerek çekip gitmiş. Oradakiler bunu nasıl yaptığını sormuşlar.
Bektaşi gülerek, “Çok kolay, demiş. Genç daha önce kendisine eşek denilmediği
için, bu söz çok ağırına gitmiş ama ben kulağına kırk kere eşek deyince alıştı,
hiç yadırgamadı.”
Azalan
insancıllığa, çoğalan hayvanlığa bakıyorum da, fıkradaki genç gibi olmak
üzereyiz diye düşünüyorum ve Nabi’nin bir beytini değiştirerek şöyle diyorum:
Bende
tepki yok, onda insanlıktan zerre
İki
yoktan ne çıkar, düşünelim bir kere.