Hayalinin de Bir Sınırı Var / Tamer Dursun
Tanıdığım bir aile vardı. Anne, baba ve beş çocuk. Çocukların dördü kız, biri erkek.
Erkek çocuk, kızlardan çok farklı, doğumundan itibaren ailede “özel kişi” muamelesi görerek büyütüldü. Çocuğa, ta küçük yaşlarında “Soyu devam ettirecek erkek” yakıştırması bile yapıldı.
Kızlar yalnız başlarına dışarı çıkamazken, o çıkabildi.
Kızların cebine para konulmazken, onun cepleri para doluydu.
Kızların en ufak hataları göze batardı ama erkek olanın görmezden gelinirdi.
Kızların hiç erkek arkadaşları olamadı ama erkek olan eve kız arkadaşlarını getirdiğinde, “Vay oğlumuz çapkın olmuş.” Sevinciyle karşılandı.
Öyle ki, anne, çocuğun pantolonunu ütülerken “kurban olurum ben oğluma.” diyerek ütülerdi. Babaysa, kahvede, işyerinde, aile ziyaretlerinde, sürekli, oğlunun ne kadar özel ve başarılı bir delikanlı olduğundan bahsederdi.
Gitar çalması özeldi.
Yüzmesi özeldi.
Okuması, yazması özeldi.
Görünüşü, konuşması hatta şaka yapması bile özeldi.
Özel bakardı.
Özel severdi.
Özel bir aklı vardı.
Kalbi özeldi.
İşte, zavallı çocuk bu yukarıda yazdığım “özel” kodlarla eğitildi ya da daha doğrusu eğitilemedi. Çünkü, bir süre sonra, bu kadar “özel” olmayı kaldıramayan çocuk alkole başladı. Bir kadeh, iki kadeh, üç kadeh derken, iş, şişe şişelerle içmeye kadar vardı. Önceleri eve geç gelmeye başlayan çocuk, ardından, günlerce ortadan yok oluyordu. En sonunda da uyuşturucuya karıştığı duyuldu.
Çocuğun anne ve babası önceleri durumu kabullenmek istetemeyip, sorunları, sıkıntıları, etraftan, konu konu komşudan sakladılar. Soranlara da “Tamam, oğlumuzun biraz sıkıntıları var ama o özel bir çocuktur, elbette yakında bunu da atlatacaktır.” denildi.
Denilen olmadı.
“Özel” çocuk, kendisine yapıştırılan bu “özel” etiketinin ve beklentilerin ağırlığına dayanamadı ve bir gün ölüm haberi geldi.
Bir cami tuvaletinde aşırı dozda uyuşturucuyla hayatına son vermişti. Cesedinin yanında, ölmeden önce, anne ve babası için yazdığı bir de not bulunmuştu. Notta “Keşke beni özel çocuğunuz değil de sadece çocuğunuz olarak görseydiniz. Sıradan olmayı özleyerek ölüyorum.” yazıyordu.
***
Şimdi etrafıma bakıyorum da, çoğu anne ve baba da aynı hata var. Hepsinde çocuklarının “özel” olması telaşı.Konuşmalarında, anlatımlarında hep bir aşırı övgü, hep bir abartı, hep bir taşı kaya gösterme kaygısı. Hiçbiri de dönüp “Çocuğum önce insan olsun. Etiketlerin, sıfatların, kariyerlerin ardına sığınmasın. Çok iyi okullar okuyamayabilir, iyi notlar getiremeyebilir, bizim hayal ettiğimiz gibi bir yaşam sürmeyebilir ama vicdanlı olsun. Düşene el uzatsın, ekmeğini paylaşmayı bilsin, derde derman, yaraya merhem, sıkıntıya çare olsun. Düşebilir ama yerden kalkmasını da bilsin. Yolunu şaşırabilir ama tekrar yolunu da bulsun.” demiyor. Varsa yoksa “özel” çocuklar yetiştirme yarışı.
“Kimin çocuğu daha mükemmel.?”
Zamanında beceremedikleri, yapamadıkları, yerine getiremedikleri, peşine düşüp kazanamadıkları ne varsa, o eksiklerini, hayallerini, yenilgilerini kendi çocuklarına yüklüyorlar. Sanki çocuklar, onların bu içsel yaralarını kapatmak için dünyaya gelmişler gibi.
***
İnanın, sohbet ettiğim çocukların hepsi, normal, sıradan ve basit olmayı özlediklerini söylüyor. Hatta geçenlerde, içlerinden biri “Tamer amca, çok yorgunum. Yarış atı gibi, nereye gittiğimi bilmeden koşuyorum. Birinci gelmeliyim ama neden birinci gelmeliyim, onu da bilmiyorum. Bu koşuda yapayalnızım ve babamın beni gıdıklamasını, benimle şakalaşmasını özledim.” deyiverdi.
Ne kadar acı bir durum!
Bütün olanakları önlerine serdiğimiz çocuklarımızı gıdıklayacak kadar vaktimiz yok.
Ne bu kadar “özel” olma derdinde bu insanlar?
Neden bu kadar çok görülmek, takdir edilmek, en üstte olmak ve mükemmel bir yaşam sürmek istiyorlar?
Bu büyük bir yanılgı. Çünkü mükemmellik, bir meyvenin içindeki kurt gibidir. İnsanın gelişim ve değişim duygusunu köreltir, rahatlatır, yavaşlatır ve tüketir. Özel olmak övünülecek bir durum değildir. Özel insanı ileriye taşıyacak bir amacı olmaz. Çünkü zaten o her şeydir!
Sürekli doğru yapan insan ne öğrenebilir. Hatalarımız bizim en iyi öğretmenlerimizdir ve en doğru yol, hatalardan ders çıkarılarak aşılan yoldur.
***
Geçenlerdde bir aile toplantısında, çocuklardan biri, büyüdüğünde, dünyanın en tanınmış ressamı olmayı hayal ettiğini söyleyince, anne aşırı bir tepki gösterip “Aman oğlum ya, abartma. Hayalin de bir sınırı vardır.” çocuğa çıkıştı.
“Hayalin de bir sınırı vardır.”
Gerçekten mi?
Gerçekten de hayalin bir sınırı var mıdır?
Ya da, sınırı olan şey, nasıl hayal olabilir?
Hem kendimizi hem de çocuklarımızı çok yoruyoruz, çok hırpalıyoruz. Özel olmak için saçmalamaya başladık. Sanki, birileri bizim sıradan olduğumuzu anlayacak gibi anlamsız bir kaygının altında kıvranıp duruyoruz.
Diplomalarını paylaşanlar,
Paralarını, mallarını mülklerini ve etiketlerini anlatanlar,
Kendilerinden ve çocuklarından abartılı övgüyle bahsedenler…
En iyi evlerde onlar oturmalı.
En iyi lokantalara onlar gitmeli. En iyi arabalar onların olmalı ve en çok eğlenmeli. Çünkü onlar özel!
Bu bir yanılgı.
Bir an önce, bu kaygılı hallerden sıyrılıp, sıradan ve yürekten yaşamanın şifresini çözmeliyiz. Asıl zor olan bu.
Yoksai bu asırda en sıradan olan işlerden bir tanesi de “önemli ve özel” olmak ve ilgi toplamaktır. Bunun nesi zor ki?!
Parola belli.
“Ne kadar alçalırsan, o kadar yükselirsin.”
Bitti.
Bu kadar basit.
Basit bu kadar.
Kusursuzluk, düşünsel ve duygusal bir engelliliktir. Allah kimsenin başına vermesin ve kimseyi özel olmakla sınamasın!
Amin.
***
Özünüze rast gelesiniz.
Sevgiyle…
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun