Hatice Eroğlu Akdoğan’dan İki Yeni Kitap
“Rosa Luxemburg: Berlin’de Bir Spartaküs”
Birisi, 19.yüzyılın son otuz yılı içinde doğup büyüyüp 1919’da Berlin’de, ileride Hitlerin SS gücünü oluşturacak olan faşist bir terör timi tarafından öldürülen Alman ve Polonya sosyal demokrasisi ve dolayısıyla Avrupa işçi hareketinin önderi Rosa Luxemburg’un hayatını konu alan bir kitap: “Rosa Luxemburg: Berlin’de Bir Spartaküs”
Diğeri ise okurların hep merak etmiş olduğu, şair ve yazarların nasıl yazdığına dair bir konu etrafında biçimlenen derleme bir kitap olan “Kendi Kalemleriyle Yazarların Odası”.
Her iki kitap da içinde bulunduğumuz eylül ayında birer hafta arayla yayın hayatına girmiş bulundu.
Yazarın, Rosa Luxemburg’u konu alan kitabı, akademik, siyasal ve işçi toplantıları ve gösterileri etrafında akan çok hareketli ve yoğun geçen yaşamını fazla ayrıntıya boğmadan romansı bir biyografi tarzında anlatmaya dayanıyor. Rosa Luxemburg, hakkında çokça makale yazılmış, çok kitap hazırlanmış biridir. Onun hayatı içinde çok önem verdiği; bugünkü internet iletişimi yerine geçen mektuplaşmayı etkili bir şekilde kullanması bile tek başına onun hayatında öne çıkan önemli özelliklerden biridir. Kitabın arka kapak metninde kısaca yer alan şu ifade Rosa’yı anlamlandırmamıza da yardımcı olacaktır:”Onun gücü, parlak zekası etrafında biçimlenen teori ve pratik eylemde kendini belli eder. Rosa, bitmez tükenmez bir enerjiyle emekçilerin kurtuluşu için mücadele etmiş, bu yolda kalemini ucu keskin bir araca dönüştürebilmiştir.” Hani “kalem kılıçtan keskindir” denir ya; işte o kalemi kılıçtan keskin olanların başında Rosa Luxemburg vardır. Kitabın içeriği bunu anlamamıza da yardımcı oluyor.
Rosa, ezilenlerin davasına olduğu kadar sevgiye, aşka da yakın ve tutkun biridir. O nedenle hakkında yazanların kimi Rosa’yı mektupları ekseninde, kimi karşılık bulmakta zorlandığı aşkı ekseninde, kimi ekonomik-politik yazıları ekseninde ele alarak değerlendirir. Yeni çıkan “Rosa Luxemburg; Berlin’de Bir Spartaküs” ise Rosa Luxemburg’un yaşamına dahil olan her şeye ayrıntılar içinde kaybolmadan dokunan bir yapıt.
Yazarın, “Kendi Kalemleriyle Yazarların Odası” kitabı ise soruşturma ya dayalı derleme bir kitap. Bunun için yazar Hatice Eroğlu Akdoğan onlarca yazarla görüşerek yazma serüvenine ne zaman, nasıl başladığını; yazmayı hangi ortamda ve araçlarla sürdürdüğünü ve buna bağlı çevre etkileşiminin ne düzeyde olduğunu açığa çıkarmaya odaklanmıştır. Çalışmayı kabullenip yanıt veren yazarlar, yer yer kendilerine yöneltilen sorulara kelime kesinliğinde bağlı kalmayıp metne farklı açılımlarla da katkıda bulunmuşlardır.
Elbet yazarların hepsi istediği gibi özgür ortamlara sahip değildir. Kitapta en çok da dikkat çeken hapishanede olan yazarların yazı serüvenidir. Ayrıca yurt dışında zorunlu sürgünlük yaşayan yazarların da koşulları farklılık içerir. Hadi yazdılar, nerede nasıl yayımlatacaklar? Çevrelerinde aynı dili konuştuğu bir okur kitlesi var mı? Ülkeden uzak oluşları onların hayal dünyasını nasıl etkiler? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını da sürgün yazarların metninden anlamaya çalışıyoruz…
Türkü söylemek, resim yapmak gibi yazmak da çoğunlukla bir aşk halidir. İşte kitapta yer alan bir yazarın satırları bu tutkunun da yansımasıdır: “Ben biraz azim ve çaba arsızıyım. Yazmak, düşlerimi kalem yoluyla kağıda dökmek için hiçbir engeli aşılamaz görmedim. Yazmamak için değil yazabilmek için sürekli bahaneler, gerekçeler ürettim ve asla vazgeçmedim. Yazmak bir anlamda yazgıma dönüştü, içimde olup bitenleri, aklımda dönüp dolaşanları, ruhumu kanatlandırıp uçuranları, yüreğimi coşturup şenlendirenleri yazmasam her halde delirirdim.”
Ülkemizin ağır ekonomik kriz yaşadığı şu süreçte bir kitabın yayımlanması yazar ve yayıncı açısından elbet çok mu çok zor. Söz konusu zorlukların ancak ve ancak okur ilgisi ile paylaşılıp azalacağı da ayrı bir gerçektir. Ayrıca aydınlık için direnme ve aydınlık için ilerlemede kitap vazgeçilmez bir ışık kaynağıdır da…