Haftanın Hikayesi – Milena’ya Mektuplar / Franz Kafka
Sana
Giriş gelişme sonuçsuz hikayeler yazabilirim..
Mesela bu sabah yüzümü yıkarken aynaya baktığımda “hüzün de yakışmış yüzüme,” kelimesinin altından bir otobiyografi çıkartabilirim. Bedensel hareketlerim hızını kaybettiğinde kafamın sürekli çalıştığını ve bunun beni karşı koyulmaz bir yazma eylemine ittiğinden bahsedebiliriz, ama bunu yapmak istemiyorum. Yazmak da istemiyorum. Mümkün olduğunca kısa kesip gideceğim. Mektuplarını okumak beni huzursuz ediyor. Eminim ki sen de okunduğu için mutsuzsun. Ne kadar kırılgan olduğunun ilk kez farkına varıyorum (ve kepçe kulaklarının)…
Bunları düşünürken eve dönmek için yollardayım. Senin gibi dört gündür uykusuz değilim, ama artık zamanın nasıl geçtiği anlayamıyorum. Ne zaman sabah ne zaman akşam…
Zaman
İpi salınmış uçurtma gibi uçup gidiyor.
Ne hakla mektuplarını okuyorum.
Senin duygularını, mahremiyetini, evinin çitlerini ezip geçmeye çalışmak.. İyi misin diye merak etmek ne hadsizlik, ne densizlik; kendime çok kızıyorum.
Yaz diyorsun…
Yazmam…
Yazmanın ne demek olduğunu tüm yaşamım boyunca bildim. Yüz yıllarca günlükler tutmuş bir kalem olarak kelimelerin nasıl art arda dizildiğinde, “beni” oluşturduğunu fark ettiğim gün senin tabirinle “haydi baruta yanmış kibrit atalım” diyerek, yok ettim. Şiir yazmayı da bırakalı çok oldu yani. Kısacası insanı duygulardan sıyrılalı asırlar geçti, gitti ve bitti.
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim Milena’dan nefret ettim. Hatta tiksindim; şimdi bir sığ görüş olarak “kıskandı” dersen, buna sadece tebessüm ederim.
Unutmadan, lavobaya tükürüyorum. Mütemadiyen sanırım benim öksürüğüm sadece mevsim dönümü alerjisi. Sen ciğerlerine dikkat et özellikle soldaki yara büyümesin.
Beni benden çok düşünme ve lütfen uyumaya çalış.
Hoşçakal ..
Belki yine yazarım.
Belkii?
Ama şimdi dinlenmem lazım.
Bu pasaj; “Milena’ya Mektuplar” kitabından