Güzel Günler | Zeynep Güneş
Ana kız baş başa vermişler baharın gelişini anlatıyorlardı. Bir aydır beraberdiler ana bekar kızının yanına gelmiş bitmek bilmeyen hasretleri son bulmuştu. Oysaki telefonda saatlerce konuşurlardı. Konuştukları bahardan başka bir şey değildi elbet. Kuşların cıvıltısı, rengarenk çiçeklerin açması ruhlarını şenlendiriyor, kayısı ağacının toz pembe beyaz dallarının kokusunu içlerine çekiyorlardı. Yağan yağmurların nasıl bereket olup toprağı saracağına şahitlik yapmak istiyorlardı. Niyetleri asla kötü olamazdı ya. Kız henüz kırk ikisine yeni basmış devlette de bir koltuk kapmıştı, ana yetmiş beşini devirmiş ama minare yerindeydi.
Yine iyi bir güne, sabah kahvaltıya oğullarını gelinlerini ve damadını güzelce anarak başladılar ve iyi niyetlerle bitirdiler, demeyi çok isterdim.
Kız işine giderken anası arkasından dualar etti. Kızı yolladıktan sonra kırmızı berjere oturdu favorisi kırmızıydı, aldı eline tuşlu telefonunu memleketteki ahretlik konu komşu derken öğleni etti.
Allahtan telefonu akıllı değildi zaten arkadaşları arasında bir onun yoktu akıllısı. Bir türlü beceremiyordu kullanmasını. Bir kullanabilseydi ah kullanabilseydi. Neyse ki kızı kullanıyordu. Mesela dün pişirdiği kelleyi ondan önce kızıyla yaptıkları bumbarı, kızı duruma, hikâyeye atmasaydı millet ne bilecekti ne yediklerini ve arkadaşları onu poh pohlayamayacaktı “Oo hâlâ yapabiliyorsun… Oo maşallah kızının da on parmağında on marifet” nasıl diyeceklerdi.
Sabahtan öğlene kadar acar gazeteci gibi çalışmıştı, çenesi yorulmuştu ama içinin de yağları erimişti. Yine oğullarıyla eşlerinin arasını bozmuş hatta bununla yetinmeyip iki gelinin de arasını bozmayı becermişti. Hem onlar niye iyi olmuşlardı ki! Ne zamandır aralarını kötü tutmayı becermişti. Şimdi ne olmuştu da araları düzelmişti.
Şöyle bir gerindi kalktı, tuvalete gittikten sonra kahvaltı sofrasına bakındı, aklında değişik fikirler ve tilkiler dolaşıyor hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyordu. Tabakta kalmış kakaolu helvayı kaşıkladıktan sonra diğer tabakta duran balın ona ağlamaklı baktığını gördü “Kahrolası şeker” dedi içinden bal tabağını parmaklarken.
Telefonu büyük bir heyecanla İbrahim Tatlıses’in mavi mavi masmavi melodisini çalmaya başladı. Kendini koltuğa zor attı gömleğinin yakasını açtı, bir eliyle telefonunu tutarken diğer eliyle kendini yellemeye başladı, hastalık havasına girmişti bile. Sesini titrete titrete “Alou kıjım”
“Anne sesin iyi gelmiyor bir şey mi oldu?”
“Yok annejiğimm şekerim çıktı ama iğnemi yaparım birazdan”
“Geleyim mi?”
“Yuk yuk gelme daha iyiyim abinle konuştuktan sonra içime su serpildi”
“E ne oldu ki!”
“Bizim ahretlikle konuştum, o da kendi komşusu keke Fadime’den duymuş, onun kekeme Fadime’si geçen akşam sarı Saime’ye iftara gitmişmiş orada da bizim büyük gelinin sırdaşı maydanoz Raziye varmış o söylemiş bizim küçük gelinle aramızda geçen maraza bunların ağzına sakız olmuş.”
“Ne olmuş? Büyük gelinin ne haberi varmış ki!” “Onun her şeyden haberi vardır, o var ya o ne kara yılan”
“Ah annem, ne haldesindir şimdi sen, şekerin girmiştir ilk dört yüze” Girmemişti henüz, beklemeye almıştı.
“İyi de anne bizim gelin senin ahretliğin komşusu keke Fadime’yi tanıyor mu?”
“Bir keresinde babanın cenazesinde görmüşlerdi birbirlerini. Bizim aramızda geçen kavgayı ne bilsin maydanoz Raziye kesin o söylemiştir.
“Büyük geline kim söylemiş”
“E küçük gelin! Ben de aradım küçük abini, anlattım…Abov küçüğe bir kızdı, bir bağırdı telefon elimden düştü yeminle…Hah ha ha. Şimdi büyük abini de arayacağım, versinler karılarının ağızlarının payını.”
“İyi etmişsin anam, sen dur abimi de ben arar iyice gazlarım”
Yediği helva ile bal yavaşça kendilerini göstermeye başlamıştı. Telefonu tekrardan eline aldı diğer eliyle kalbini tutuyordu.
“Aluo oğlum ben fenayım yetiş!”
Zeynep Güneş
8 Nisan 2023