Dolar 34,3061
Euro 37,1912
Altın 3.018,65
BİST 8.885,00
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 23 °C
Hafif Yağmurlu

Günün Kitabı | Yeniden Hayal Kurabilmek | Müslüm Kabadayı

30.01.2021
1.359
A+
A-
Günün Kitabı | Yeniden Hayal Kurabilmek | Müslüm Kabadayı

Üzeyir KARAHASANOĞLU

UMUDU İNSANDA GÖREN ÖYKÜLER

Bir şiirinde “Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın / Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…” diyen Müslüm Kabadayı yeni kitabıyla kapımızı çaldı: Yeniden Hayal Kurabilmek. On iki öyküden oluşan kitap Klaros Yayınları’ndan çıkarken yazar, bitmez tükenmez edebiyat sevgisine bir halka daha eklemiş oldu böylece.

Kitabı okudukça aynı söz içimde yankılanmaya, derken kulağımda uğuldamaya başladı: Coğrafya kaderdir. Müslüm Kabadayı’nın yeni öykülerinin pusulası olmaya uygun. Antakya, Afrin, Libya, Şam, Beyrut, Kuzey Yemen, Halep… Yeri geliyor Deyfe’nin gezi yazıları bize eşlik ediyor, yeri geliyor yazarın Refik Halitvari gözlem gücüyle dış dünyayı seyrediyoruz. Nehirlerin suları Aşkdeniz’e dökülse de sorunlarla boğuşmaktan yüzünü maviliklere dönemeyen bölge insanı huzursuz, gergin, diken üstünde. Hangi ülkeden, hangi kentten olursa olsun gelecekten ümitsiz. Öyle ki kadim dönemlerden beri silahların susmadığı bölge hâlâ kanıyor. Etnik farklılıklar, dini farklılıklar, bunları sürekli kaşıyan emperyalist politikalar, işbirlikçi hükümetler, güya düzen arayışları, karışıklıklarla ağırlaştırılan sömürü çarkı, bitmeyen savaşlar, çatışmalar, soykırımlar, susmayan silahlar…

Bir kültür filmi izliyoruz öte yandan. Ağır yaralı, kanaması olan uygarlığın merkezi bir türlü iyileşmiyor. Ne zaman ki hastamız toparlanma sürecine girecek oluyor, yine kıyamet kopuyor. Büyük güçler ve onların maşaları perde arkasından tedaviyi sürekli engelliyorlar. Söz gelimi bombalar, havan mermileri ve kurşunlarla zehir kusuyor işgalciler Palmira’ya. Oradakiler toprağını, geçmişini savunuyor savunmasına ama işgalciler öyle kalabalık, öyle silahlarla donatılmış ki yenilmeleri kaçınılmaz. Gelgelim kazıbilimci Halid’i kimse oradan ayrılmaya ikna edemez. Ömrünü bu topraklara adamışken cesedini çiğnemeden kimseyi buraya sokmayacaktır. Nitekim ateş çemberi giderek daralırken o, kazıda buldukları Kraliçe Zenobya’nın veda mektubunu çözmeyi sürdürür. Zenobya ki koskoca Roma İmparatorluğu’na kafa tutacak denli bağımsızlığına düşkün biri ve yüzyıllar önce halkına “Çölgelini’nin aydınlığını, hiçbir karanlık kapatamaz,” diye seslenmiş. Onun sözlerini düşünceleriyle kuşanan Halid, tepeden tırnağa irade kesilir. Ölüm de dâhil, hiçbir güç koparamayacaktır onu doğduğu topraklardan. Katil sürüsü bir yandan balyozlarla heykelleri parçalar, insanlık mirasını yok ederken, öte yandan son adamını da öldürüp karşısına dikilir. Açık hava müzesine her türlü zararı vererek bugüne, elbette geleceğe ve dahası geçmişe karşı korkunç suçlar işlemeyi sürdürürken akıllarında tek bir şey vardır: Zenobya’nın hazinesi. İnsanlığın paha biçilemez mirası umurlarında değilken, bildikleri tek miras ivedilikle satıp savacakları değerli madenlerdir. Ne var ki Kraliçenin yolunu seçen Halid’e sorgular, işkenceler kâr etmez. Nihayetinde kazıbilimci bilgenin duran kalbi, savaş baronlarını, tarihi eser kaçakçılarını çıldırtmaya yeter. O gün ve sonrasında talan edilen, ABD ve İsrail silahlarıyla cehenneme çevrilen Palmira yıkılsa da, Halid’in mirası Zenobya’nın katına erişmiştir artık.

Bölgede cirit atan işbirlikçi örgütlerden canını kurtarmak için göç eden insanları neler bekler? Yeni ülkeler ve kentlerde her şey sil baştan yaşanabilir mi? Geçmişini yüreğine gömen bu insanlar yaşamlarını nasıl sürdürür? Ölümden kurtulmak, mutluluğa kavuşmak değildir ki! Öyleyse akşamları eve mutlu bir yüzle dönmenin sırrı nedir? Bir halin süprüntülerinden toplanan yiyecekleri eve götürmenin mutlulukla ilgisi var mıdır? Sekiz kardeş ve anne baba yolunuzu gözlerse vardır.

Tüm yollar, tüm hikâyeler ölüme çıkar Önasya’da. İbn Garip okula değil, ölü çocukların kan denizine girer, kardeşi Fariz’in gözünden vurulmuş cansız bedenini görür. Beyrut’u gezen karı koca patlamalara denk gelince onlardan dikkatli olmaları, yoksa canlarına kıyılabileceği söylenir. Allah’a şirk koşan heykelleri kutsadıkları palavrasıyla Palmira’ya ölüm kusar, IŞİD silahları. Bir Sünni’ye âşık olduğu için Dürzi kızı Senâ’ya kıyılır. Yüksek sanatını başkalarına sunmasınlar diye ustalar bile öldürülür. Heyhat! Silahlı çetelerle, katil sürüleriyle, apansız patlayan bombalarla, işgalci ordularla ölüm kanıksanmıştır bu topraklarda. İnsanların hayatları bir kader sarmalında ölümle kuşatılmıştır. Peki, yok mudur bu hayata karşı gelmenin, mücadele etmenin bir yolu? Ölümü göze almak gerekir gene. Bir insancık hak aramaya görsün, başında sallanır Demokles’in kılıcı. Şayet kimin elinin kimin cebinde olduğu bilinmeyen bu coğrafyada çektiğiniz bir fotoğraf bile hayatınızın karartılmasına yeter. İnsanın insanı aşındırma etkisi öyle kuvvetli eser ki bu topraklarda çöl rüzgârının esamisi okunmaz! Kimiyse çaresizliğinde arar çareyi. Bu durumlardan birinde Halalı Mücahittin şöyle der: “Şu aklı fikri çıkarlarında olanların oyunlarına düşmeyecek kadar uyanık olabilse insanlar, hiçbir toprak kana bulanmaz. Sırtlan sürülerinin üşüştükleri leşe dönüşmez insanlar.” Ne var ki bu sert benzetme bile yeterli gelmez yaşananları anlatmaya. Anaokulu öğretmeni Mizgin’in yerini yurdunu bırakıp Almanya’nın ücra bir köşesine göçmesi nedendir? El Nusracı kuduz köpek sürülerinin katliamından kaçmasındandır. Görece şanslıdır Afrinli öğretmen. Öyle ki tam o sırada kıyıya vurur, Aylan bebeğin cesedi. Üstelik zavallının ardından söylenenler… Tüm bunlara karşın insanlığı kıyıya vurmayanlardandır Mizgin. Vicdanının susmaması bundandır. “Akdeniz ve Ege balıklarını yiyen insanların, aslında mavi sularda boğulan göçmenlerin etini yiyor olmaları değil miydi sorgulanması gereken? Silahtan sermayesini büyütenlerin kana doyamadıklarını görüp komşusuyla el ele vererek ayağa kalkmak, hesap sormak değil miydi hedeflenmesi gereken?” Mizgin öğretmen iki çocuğuyla hayata yeniden tutunabilenlerden olur ve yeniden hayal kurmaya başlar. Bölge insanının birçoğu onun kadar şanslı değildir. Petra’ya Giderken öyküsünde bir fotoğraf karesiyle Türk gazetecinin başına gelenler yürekleri hoplatmaya yeter. O, sınır dışı edilerek kurtulsa da bu topraklarda kimler canından olmaz ki! Öyle ki insanlığı kıyıya vuranların bu kadar kalabalık, avaz avaz, vahşi olduğu coğrafyada mücadele edenler öyle azken, İbn Garip’in aklından bir türlü çıkmayan dedesinin“Korkarım, Sahra halkı yeni Ömer Muhtarlara muhtaç kalacak,” cümlesini bu bağlamda okumak mümkün.

Yazar en sona Çantadaki Anılar’ı bırakırken sonsözü Halalı Barış’a veriyor: “Birçok gıdayı bir araya getirip tatlandırmayı bilen insan, paylaşmanın da tadına vardıktan sonra niye düşmanlıklar, savaşlar olsun ki? İnsanlar, toplumlar arasına çekilen siyasi sınırlar, halkların kültür ortaklığını yok edemiyor işte. Mutfak kültürümüz başta olmak üzere üretim biçiminden gelenek-göreneklere kadar yaratılan ortak değerlerin sınır tanımadığı ortada.”

Bölgede hiç susmayan silahların bırakılacağına, kan ve gözyaşının yerini paylaşmanın bin bir çeşidinin alacağına inanıyor yazar. Kimse kimsenin oyuncağı olmasın diyor. Bu kesin. Bunun da ancak birlik olarak yurduna, tarihine sahip çıkmakla gerçekleşeceğini vurguluyor. Birlik olunca acılar azalacak, uzaklar yakın olacak. Buna iki örneği var Müslüm Kabadayı’nın. İlki Gezi. “İşgal kuvvetlerine destek veren komşu ülkenin hükümetine karşı komşu halkın çocukları, Haziran Direnişi’nde en büyük dersi vermişti. Taksim Gezi Parkı’nın kalbi Şam’da, Halep’te, Kalamun’da atmıştı.” İkincisi Çanakkale. “Dünyanın neresinde olursa olsun, haksızlığa, zulme ve işgale karşı halkların birliği Çanakkale’deki gibi sağlanırsa, savaş tüccarlarına da meydan bırakılmaz. Bunun bilincinde olmayan komşular, halklar birbirini boğazlarken, onlara silah satanlar, yer altı ve yer üstü zenginliklerini de sömürüyor. Oysa Dünyanın kaynakları tüm insanlığı bal gibi geçindirir. Kıtlık da olmaz, yoksulluk da.”

Yeniden Hayal Kurabilmek okurun nicesine ulaşsın!

Kitabın Künyesi:

Müslüm Kabadayı, Yeniden Hayal Kurabilmek(Önasya Öyküleri), Klaros Yayınları, Ankara, Ocak 2021, 93 s.

Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.