Dolar 34,4910
Euro 36,3975
Altın 2.965,97
BİST 9.261,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

Günün Kitabı | Son Talika | Sabriye Cemboluk

20.02.2020
1.561
A+
A-
Günün Kitabı | Son Talika | Sabriye Cemboluk

ÖNSÖZ

25 Haziran 2011, 17:49

600 yıl hüküm süren üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu dağılırken kendini Osmanlı sayan insanların hayatları da paramparça oldu. Bu coğrafyada yeni bir dünya kurup eskisini yıkmak gerektiğine inananların iktidarları sırasında bölge halkları, temeline dinamit konulmuş bir binanın parçacıkları gibi şiddetle sağa sola savruldular. İmparatorluğun batısında yer alan Rumeli topraklarında yaşayan halklar da dinsel ve etnik kökenlerine göre acımasızca darmadağın edilip bu sarsıntıdan nasiplerini aldılar.

Aynı çatı altında yaşayan akrabalar bile yabancılaştırıldı. Savaşlar, muhasaralar, isyanlar, sürgünlerle, göçler birbirini takip etti.

Meriç’in suları, Sofulu ve Ede köylerini ortadan bölüp Yunanistan ve Türkiye arasında sınır olmadan önce Sofulu’da Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler henüz birbirlerini ötelememiş ve ötekileştirmemişlerdi. O zamanlar düğünler, bayramlar, cenazelerde birlik olunur, hoca, haham, papaz dostça sohbet edebilirken aralarına ayrılık tohumları ekilmemiş insanlar birlikte yaşarlardı.

Ebruli bir ipliğe benzeyen ailemin fertleri, ayrılık rüzgarlarına, göçlere, sürgünlere ve kıyımlara göğüs gererken birbirlerinden kopmamaya, geçmişlerini ve geleceklerini kaybetmemeye, bunun için de en küçük umut kırıntılarına tutunmaya çalıştılar. Anneannem, kendi anneannesinin gerçek adını hiçbir zaman bilmedi. Yahudi olan anneannesi Selanik’te Müslüman dedesi ile evlendikten sonra asıl ismi geçen yıllarla birlikte yitip gitti. 1900’lü yılların başlarında yaşayan Tatar Mahmut Ağa’nın, Emine Hanım’ın, Abdullah Efendi’nin, Nefise Hanım’ın, küçük Hasan’ın, ablaları Habibe ve Lebibe’nin, ailenin birer ferdi sayılan Raşel’in ve Katina’nın isimlerini ise çok şükür ben hala biliyor, hala hatırlıyorum.

Onların Misak-ı Milli sınırlarının çizilmesinden önce başlayıp mübadeleyle altüst olan, Trakya’dan Yahudilerin sürülmesi, çok sonraları Almanlardan kaçmaları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları ve son olarak da 1960 ihtilaliyle tuzbuz olup parçalanan hayatları bu romanın hikayesini oluşturuyor. Artık unutulmuş Müslüman Türk, Yahudi ve Rum halkların ortak sofralarından, şarkılarından, türkülerinden anılarımda ve anılarda kalanları yazdım.

Osmanlı’nın son ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, erkekler savaşırken, çalışırken, yeni bir düzen ve yeni bir dünya kurma sevdasındaydılar. Yüksek duvarların, kafesli cumbaların, kara çarşafların ve peçelerin ardına hapsedilmiş kadınlar da kurtuluş, yenilenme, modernleşme savaşının isteyerek ya da istemeyerek içinde yer aldılar. Edirne’de peçesini ilk çıkaran, ilk mantoyu giyen hanımlar Mustafa Kemal’in açtığı yolda nasıl ve ne yöne doğru koşmaya başlamışlardı? Peşpeşe yapılan köklü inkilapların evlerin ve bahçelerin kalın duvarları ardına yansımaları nasıl olmuştu?

Hiçbir zaman kahraman olmak gibi bir derdi olmayan anneannem, Selanik, Gümülcine, Sofulu, Edirne ve İstanbul arasında paramparça olan hayatının kahramanı oldu. Çevresini saran kan, ateş ve gözyaşı çemberinde nefes almak istediği anlarda hep doğduğu, çocukluğunun mutlu yıllarını geçirdiği Sofulu’nun hayallerine sığındı. Sofulu’da henüz nehir sınır sayılmazken Meriç’in iki yakasında uçsuz bucaksız ekili toprakları vardı. Kafkasya’lı haminnesi, gerçek adını bilmediği Yahudi asıllı anneannesi, annesinin akrabası olan Raşel ablası ve birlikte oynadıkları Rum komşu çocuklarıyla dünyası, düşmanlıklardan uzak ve çok güzeldi. Son nefesine kadar hep Sofulu’yu özledi.

20 Ekim 2009, Salı


—————

Kitap Alıntısı

Sayfa 251

Derken söylentiler arttı. Bir gece yatsı namazından sonra kapımız çalındı. Destur, bismillah deyip açtım. İki Rum hükümet adamı iskan emrini elime verdi. ’Üç gün! Tam üç gün. Dördüncü gün burada yoksunuz’ dedi. Verilen kağıda fener ışığında parmak bastım. Okumam yazmam var ama parmak bastırıp gittiler. Başımı kapıdan dışarı uzattım. Kavala’nın orta yeri anacık babacık günü gibi olmuştu. Ordan oraya koşuşanlar, ağlayıp feryad edenler, analarının peşinden koşan çocuklar, insanların telaşından korkup havlayan köpekler. İskan emrini alan Türkler, hısımına, akrabasına koşuyordu. Baktım rahmetli kocam koşarak eve geliyor. İçeri girdi soluk soluğa, beti benzi atmış. Elime tutuşturdukları kağıdı alıp lambaya iyice yaklaştırarak bir daha okudu. 24 Temmuz 1923’de Lozan’da yapılan anlaşma gereği Yunanistan’da yaşayan Türkler Türkiye’ye gidecek, Türkiye’de yaşayan Rumlar buraya gelecektir! Böyle yazılmış. Bizim evlerimiz, mallarımız Türkiye’den gelecek Rumlara verilecekmiş! Rahmetli kocam, tek tek yüksek sesle okudu. Türkiye Rumları çoktan yola çıkarmış. Hatta bazı yerlere ulaşmışlar. Karantinadan sonra bizim evlerimize yerleşeceklermiş!

Bizi bir ağlamak tuttu ki gözyaşımı salsaydım, denize kadar giderdi. Rum komşularımız koşuştular. Biz ağlıyoruz, onlar da ağlıyor. Kocam ve çocuklarım balıkçılık yapardı. Liman evimizin hemen önündeydi. Üç tane teknemiz yan yana dururdu. Limanın üst tarafı da yokuştur. Denizin kıyısında kumlar biter, kayalar başlar. İşte o kayaların tepesinde bir de küçük balıkçı lokantamız vardı. Akşam oldu mu liman civarında oturan erkekler orada toplanır, kimi rakı kimi şarap içer, kimi dertlenir kimi eğlenirdi. Komşuyduk canım, komşuyduk. Bir derdimiz, bir ihtiyacımız olsa hısım akrabalarımızdan önce birbirimize koşardık. Komşularımızın çoğu da bizim gibi balıkçıydı. Balıkçılar aralarında Türk Rum ayrımı bilmezler. Tıpkı denizdeki balıkların bilmediği gibi.

Sabriye Cemboluk

Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.   http://yaziatolyesi.com/   Editör: Hatice Elveren Peköz   Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com   GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.