Günün Kitabı | Hatırladın mı Beni? | Pınar Gedik (Röportaj)
Hatırladın mı Beni? kitabının yazarı, Pınar Gedik böyle diyor.
“İnsanın karnı tok, sırtı pek de
olsa tüketim iştahı azalmıyor”
Pınar Gedik, Destek Yayınları etiketiyle yayımlanan yeni romanı Hatırladın mı Beni?de, her biri ayrı ayrı bezenmiş “Tüketici” rolleri verdiği altı karakterin, iç içe geçen yaşamlarını birçok farklı açıdan ele alırken, benlik, unutmak, hatırlamak gibi kavramları okura tekrar tekrar hatırlatıyor.
- Pınar Hanım, kitabınıza geçmeden önce sizin StefanoD’anna’nın öğrencisi olduktan sonra çıktığınız düş yolculuğuyla başlamak isterim. Nasıl bir yolculuktan bahsediyoruz?
Hayatın düşlerimizin tezahürü olduğunu içselleştirdiğim, bu bağlamda olumsuz düşüncelerimi ehlileştirmeye çalıştığım ve düşlerimi zihnimde hep diri tutmak için çabaladığım bir yolculuk… Böyle söyleyince kulağa belki romantik ve kolay geliyor. Oysa bu yolculuğun ilk adımı başımıza gelen her şeyin sorumluluğunu almakla başlıyor. Bu sorumluluk halini iki kelime ile özetleyebiliriz: MeaCulpa, yani “Benim hatam.”
BEN SORUMLUYSAM…
StefanoD’anna, “Her olayda başınıza ne gelirse gelsin kendinizi sorumlu tutun, işte sırların sırrı budur” derdi. Mutluluğumu da hüznümü de, açlığımı da refahımı da kendim yaratıyorum… İçimde ne oluyorsa dışarıda onun tezahürü var. Her şeyin sorumluluğunu almak, bizim gibi daha çocuklukta suçu dış etkenlere bağlamaya alıştırılmış bir nesil için kolay değil. Başımızı sehpaya çarpıp ağlarken, bizi yatıştırmak için sehpayı döven annelerle büyüdük biz. Bu ve bunun gibi nice şartlandırmaları bir kenara koyup “Her şeyden ben sorumluyum” demek zor geliyor. Ancak bu farkındalık beraberinde çok büyük bir de güç getiriyor: “Ben sorumluysam, hayatı istediğim gibi değiştirebilirim, şekillendirebilirim.”
Benim de böyle başladı yolculuğum: Hayatta beni zorlayan her engelin korkularımdan kaynaklandığını görüp, o korkuların sorumluluğunu alıp onları dönüştürerek, düşlerime yol açarak…
HAYAL ETMEK YETERLİ DEĞİL
- Biyografinizde, “Üniversitelerde “Profesyonel Hayalcilik” üzerine konuşmalar yaptığınız yazıyor. Nedir “Profesyonel Hayalcilik”?
Ben gençlere, kızıma ve hatta kendime önce hayal kurmayı hatırlatmaya çalışıyorum. Çünkü içinde yaşadığımız şartlar dolayısıyla hayallerimizi bile unutur hale geldik. Sonrasında her gece yatağımıza yattığımızda o hayali yaşarmışçasına imgelememizin önemini anlatıyorum. Uykuya dalmadan önceki zaman dilimi bu anlamda çok kıymetli çünkü zihin sakinleşiyor ve o hayalin tohumlarını sulamamız için elverişli bir toprak haline geliyor. Profesyonel hayalcilik, en başta bunu her gece yaptığımız bir antrenman haline getirmekle başlıyor. Nasıl bir sporcu her gün idman yaparak kaslarını geliştiriyorsa, zihnin de bu kasları geliştirmeye ihtiyacı var.
Ortaokul ve lise yıllarım her gece uykuya dalmadan önce İtalya’da okuma hayalimi adeta uzun metrajlı bir film gibi zihnimde yaşayarak geçti. Zihin bir hayalin peşine düşünce, onu gerçek kılmak için ortaya koyduğunuz çabayı da destekliyor. Benim hayalim özelinde konuşmak gerekirse; ben de hayalimin verdiği güce çaba ekledim. İtalyanca öğrendim. Orada bir üniversiteye kabul alabilmek için gerekli adımları attım. Ve üniversiteyi bitirdiğimde İtalya’da bir okula yüksek lisans için tam burslu olarak kabul edildim. İtalya’daki üniversiteme gittiğim ilk gün okulun binasının bile yıllardır düşlediğim gibi olmasının getirdiği şaşkınlık daha geçmemişti ki, ilk dersimde profesör, “Düşleyin, düş en büyük gerçektir”diyerek girdi sınıfa. İşte StefanoD’anna ile tanışmam böyle oldu. Ondan çok şey öğrendim.
Profesyonel hayalcilik kısaca bahsettiğim bu aşamalardan oluşuyor. Hayalini bulma, her gün hayal antrenmanı yapma, onu gerçekleştirmek için gereken çabayı da beraberinde ortaya koyma…
BU ÇAĞDA ÇOĞUMUZ SÜRÜKLENİYORUZ
Yeni kitabınız “Hatırladın mı Beni?” nasıl ortaya çıktı? Sizin deneyimlerinizle örtüştüğü epey yer olduğunu var sayıyorum…
Kitaptaki karakterleri yaratırken deneyimlerimden ziyade gözlemlerimden faydalandım. Sizin de söylediğiniz gibi bu çağda bu tarz insanları çevremizde bolca görmek mümkün. Ancak kitabın önsözünde de belirttiğim gibi yarattığım karakterler gerçek değil; her biri hepimizin içindeki yapbozun parçalarından oluştu. İçinde yaşadığımız dönem çok bilgiye ve çok uyarana maruz kaldığımız, maddiyatın maneviyatın önüne geçtiği, insanın durup kendini dinlemeye bile bazen vakit ayıramadığı ya da bundan kaçındığı çok hızlı akan bir zaman dilimi. Bu baş döndüren çağda çoğumuz sürükleniyoruz. Ben bu sürüklenmeleri karakterlerimin hayatları üzerinden göstermek istedim. Geçmişten taşınan buhranları, bu dönemin getirdiği özden ve hayallerden uzaklaşmaları, ahlaksal yozlaşmaları oluşturduğum kurguya özenle yerleştirmeye gayret ettim. Sizin bahsettiğiniz “Bu bollukta” vermek istediğim mesaja hizmet edecek öğeleri seçip, karakterlerimi bütünlüklerini bozmayacak ve iç dünyalarına girerek psikolojik derinlik katacak şekilde işledim.
HİÇ BAKMADAN TÜKETİYORUZ
- “Tüketim” konusunun işlendiği sanat eserlerinde genelde bu mevzu maddiyat üzerine kurulu olur. Sizin kitabınızda da öne çıkan husus bu gibi görünse de, kitabın oyuncuları ruhani tüketimden daha fazla yararlanıyorlar. Hangisi daha önemli sizce?
Maddi açlık manevi açlıktan tetiklenmiyor mu sizce? Temel ihtiyaçlarımızı bir kenara koyduğumuzda, fazla tükettiğimiz her şey içimizdeki duygusal açlıktan kaynaklanmıyor mu? Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki sürekli tüketmeye özendiriliyoruz. Sosyal medyada bitmek bilmeyen bir tüketim güzellemesi var. Dolabımızda zaten mevcut bir kıyafetin yeni bir rengini ya da modelini çıkartıyorlar. Yemeği süsleyip püsleyip önümüze koyuyorlar. Fazla mı, zararlı mı hiç bakamadan tüketiyoruz. Çünkü sadece akıştayız, anda değil. Hep dış dünyanın onayını almak peşindeyiz, kendi iç huzurumuzda değil. İç sesimize kulak vermek yerine adeta kulağımıza fısıldanan komutları gerçekleştiriyoruz.
Kitaptaki karakterler de aramızdan, günümüzden… Onlar da kendi iç seslerine, duygusal eksiklerine odaklanmak yerine tüketmeye yöneliyorlar. Maddi tüketim dışında ruhani bir tüketim de var. Mesela Can, yetersizlik hissini, derinliği olmayan, gecelik ilişkilerle bastırmaya çalışıyor. Karşısındaki kadınları adeta maddeleştirerek tüketiyor. Kitaptaki aldatmalar da bu tüketime dahil. İnsan insanı tüketiyor.
Ne diyordu kitapta Simurg: “Biz insanoğlu, sevgilimizin en mahrem alanlarına bile tecavüz edip, en özel sırlarına hâkim olmayı isteyecek kadar açgözlüyüz. Sevmeyi sahip olmak sanıyoruz. Sevdiğimizin bedenine, aklına, düşüncelerine, duygularına, nefesine hâkim olmak istiyoruz. Biz âdemoğlu bildiğin yağmacıyız!” Bu da başka türlü bir tüketim… Sevdiğimizi, ilişkilerimizi tüketiyoruz.
Kısacası, insanın karnı tok, sırtı pek de olsa tüketim iştahı azalmıyor. Çünkü insan şikâyet ettiği dünyanın mimarı olduğunu kabullenip, kendini değiştirmeye çalışmaktansa, tam da sistemin desteklediği gibi fazla çalışmaya, fazla sekse, fazla yemeğe, uykuya ve tüketmeye sığınıyor.
ACININ İÇİNDE ŞİFA DA VAR
- “Hatırladın mı Beni?”de üzerinde durduğunuz diğer ve belki daha da mühim mesele unutmak. Üzerimize çullanan onca şeyden kaçmak için sizin de ısrarla altını çizdiğiniz gibi unutmayı seçiyoruz. Her şey hatırlamakla başlamaz mı?
Birçok ünlü düşünür unutmaya övgüler yağdırmış. Mesela Nietzsche “Unutmak, iyileşmektir” demiş. Hafızanın insanın mutluluğuna ket vuran en büyük engel olduğu savunulmuş.
Biz insanoğlu mutluluklarımıza ve acılarımıza aynı mesafede durmaktan çok uzağız. Oysa bizi yaşamla ve özümüzle hizalayacak denge tam da o mesafe ayarında. Hafızayı güzel şeyleri hatırlamaya vesile olurken seviyoruz, onu güzel anıları zihnimizde tekrar tekrar oynatırken kullanıyoruz ama geçmişten gelen yüklerimizi bize göstermesin istiyoruz. İnsan acıdan kaçmak için unutmayı seçiyor. Oysa o acının içinde şifa da var.
Hatırlamanın çok büyük bir sıçrayış olduğunu düşünüyorum. Halı altına süpürdüklerimize kabul verip sahip çıktığımızda hayatımıza da sahip çıkabiliriz.
- Kitabın geneline yayılan ve hiçbirimizin olumsuz cevap veremeyeceği büyük resmin keskin bir eleştirisi var. Konuyla ilgili tüm kapılar aynı yere açıldığından yeni bir şey söylenemeyeceği için fazlasıyla yavan kalıyor. Hatırladın mı Beni?’de tekrara düşme tehlikesinden de sizi kurataran ne oldu?
Belki sizin bahsettiğiniz gibi içinde bulunduğumuz çağa, sisteme ve onun getirdiği olumsuzluklara karşı birçoğumuzun eleştirisel bir yaklaşımı var. Ancak, bu genelde hep başkaları üzerinden. O bahsettiğiniz okları kendimize yöneltmiyoruz. Aynada gözlerimizin içine bakarak hayatlarımızı ne denli otomatize yaşadığımızı kendimize itiraf etmiyoruz. Hep şikâyet ettiğimiz sistemin, ayıpladığımız ahlâksal yozlaşmanın, dünyayı bir öğütücü gibi paramparça etmekte olan tüketimin kocaman bir parçası olduğumuzu görmezden gelmeyi seçiyoruz.
Benim söyleyecek sözüm vardı. Çok sözüm. Sisteme kafa tutasım, onun bir parçası olduğum için kendimle uğraşasım vardı. Kendimi bu konuda sarsarken, okuru da bunun içine çekesim, “Hadi birlikte harekete geçelim” diyesim vardı. Çünkü insanın kendi doğasına müdahale etmesinin, kendini değişime adamasının yeryüzündeki en büyük devrim olduğuna inanıyorum.
HER BİRİMİZ OKYANUSUN TA KENDİSİYİZ
Bu roman, içindeki her kelime ve her karakteriyle benim kişisel devrimimin bir parçası. Ve, bu devrimin en anlamlı amacı okuru da harekete geçirebilmek. Bilip de kendine söylemediklerini söyleyerek, başkasına günah kendine mubah saydıklarını “Kör göze parmak sokar” gibi göstererek, şikâyet ettiği her şeyden kendisinin de sorumlu olduğunu hatırlatarak, okuru sistemin dayatmalarını değil de kendi düşlerini yaşamasına davet etmek… Bir kişiyi bile harekete geçirebilirsem, değişim çarklarının dönmeye başlayacağına inanıyorum. Çünkü inanıyorum ki bizler okyanusta sadece bir damla değiliz, her birimiz okyanusun ta kendisiyiz.
Son olarak kitabı bitirdiğimde, Karakterlerin yeni hayatlarıda yazılabilirmiş diye geçirdim aklımdan. Var mı böyle bir ihtimal?
Okurlarımdan da benzer bir yorum alıyorum. Yasemin’in, Kaya’nın ve diğerlerinin yeni hayatlarını görmek istiyorlar. Neden olmasın? Ancak, aklımda bunu direk bu karakterlerin üzerinden değil de onların çocuklarının üzerlerinden yapmak var. Ne de olsa “Hatırladın mı Beni?”nin en temelinde ebeveynlerimizin hayatlarımızdaki izdüşümünü görmek ve bununla barışmak vardı. Bir devam kitabı yazarsam, bu karakterlerin ebeveyn olarak çocuklarının üzerindeki etkisinin üzerinden yazmayı isterim.
SAYFA SAYISI: 296.
YAYINEVİ: DESTEK YAYINLARI
/////