Günün Hikayesi | Giresun’da bir Hayata Dokunmak | Aydın Ayhan
Yıl 1973, Giresun Atatürk Orta Okulunda Almanca öğretmeniydim. Orta 3.sınıfta iki amca oğlu vardı. Yan yana otururlardı. Birisi çok uslu, diğeri tam tersi, oldukça yaramazdı. Ben her zaman olduğu gibi yapılan yaramazlıkları hep şakaya vurdurur, güler geçerdim.
Babaları ayni yerde çalışırlar, toptancılık yaparlardı. Zaman zaman oradan alış veriş yapar, çaylarını içer, sohbet ederdim.
Mağaza dedelerine aitti. Çok büyük bir mağaza idi. Mağazanın en arkasında dedelerinin büyükçe bir bürosu vardı. Oraya da davet üzerine birkaç kere girmiş, dedelerini de tanımış, çaylarını içmiştim.
Dedeleri hayli yaşlı olmasına rağmen, dimdik duran, çatık çehreli, Topal Osman Ağanın fedailerinden olan birisiydi. Duvarlar bayraklar, Atatürk, Osman Ağa ve diğer fedailerin silahlı fotoğraflarıyla doluydu.
Ama Türk bayrağının hemen altında bir İstiklâl Madalyası asılıydı.
O büroya her girişimde orada gene kendi yaşlarında, gene çatık çehreli İstiklâl Madalyalı kişilere rastlardım. Muhabbetleri, vatan sevgisi, eski arkadaşları, Atatürk, Osman Ağa ve Kurtuluş Savaşları üzerine olurdu.
Bir gün sınıfta o iki amca oğlundan yaramaz olanını göremeyince, diğerine ”Nerede?” olduğunu sordum.
“Artık okula gelmeyeceğini, okulu bıraktığını, bir öğretmenin mağazalarına gidip, onun yaramazlığını dedelerine şikâyet ettiğini, dedelerinin de ona okulu bıraktırdığını” söyledi.
Teneffüs aralarında öğretmenler odasında diğer arkadaşlarla görüştüm. Onlar da doğruladılar. Ve çocuğun artık okula gelmeyeceğini, söylediler.
Orta üçüncü sınıfa gelmiş, okulun bitmesine birkaç ay kalmış, bir öğrencinin okula yollanmamasını kabul edemezdim.
Öğleden sonra okul bitince, doğru mağazalarına gittim. Çocuk da oralarda idi. Hemen babasına sordum; biraz da çaresizlik içinde: “Hocam, biz şikâyete tahammül edemeyiz. Zaten bize burada, bu işler için adam lazım. Onun için artık yollamıyoruz. Baktım uzaktan çocuk bize bakıyor, gözleriyle adeta yalvarıyordu.
Durumu bildiğim için doğru büroya yöneldim. İçeri girip selam bile vermeden, oradaki diğer misafirlerin yanında doğrudan dedeye; çocuğun okulunun bitmesine birkaç ay kala okuldan neden alındığını, sordum.
Dede ayağa kalktı, bana yer göstererek; “Hocam, önce buyurun bir çay için.” dedi.
Ben oturmadan; “Eğer çocuğu okula yollamazsanız, ben sizin çayınızı içmem.” dedim. Birden odada bulunanların hepsinin yüzleri değişti, buz gibi oldular. Çaylarını içmemek onlar için akıl almaz bir hakaretti.
Ben devam ettim; “Bu çocuğu okula yollamamak, vatana ihanettir.” Bu söz daha korkunç bir hakaretti onlar için.
“Vatana ihanet”
Giresun’da bundan daha büyük bir hakaret olamazdı.
Dede; “Hocam, söz.! Yarın okula gelecek ve devam edecek.!”
Ben: “Tamam, şimdi sizin çayınızı içerim.” dedim ve masanın önündeki yere oturdum. Buzlar çözülmüştü.
Çocuk birkaç ay sonra ortaokulu bitirdi. Liseye gitti. Onu da bitirdi.
Kara Harp Okulu’na girdiğini duydum. Bir ara babası, çocuğunun annesine; “Anne, benim okumama sebep olan Almanca öğretmenimdir.” dediğini anlattı. Evlerinde herkes bana dua ediyorlarmış.
Giresun’dan ayrıldıktan sonra onlardan bir daha haber alamadım.