ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Gergin Akşam | Hüseyin Evcil

12.12.2020
7.189
A+
A-
Gergin Akşam | Hüseyin Evcil

Gün, güneş ışınları tarafından içtenlikle kucaklansa da yeterince mutlu olmadı, yeterince gülümsemedi.

Gün, çok yorgundu, acımasızlığı bilinen bazı temizlikçilerin omuzlarında gitti.

Gün, kurban edildi.

Kum fırtınasında griler öne döküldüler. Susmadım.

Bağırdım. Çağırdım.

Bir şeylerin canlanması uğruna, daha doğrusu, derinliği olan şeyler uğruna, kendimce uğraştım diyebilirim.

Aslında üzgünüm.

Son yıllarda, şiirin, ruh okşayıcı özelliğini layıkıyla yaşatamadım, o yüce duyguyu layıkıyla hissettiremedim. Bunun nedenleri var elbette.

Nedenler üzerinde konuşmak, fikir yürütmek uzun zaman alabilir. Geçiyorum.

İnsanların edebiyata, felsefeye, romantizme eğilimleri, ilgileri, katkıları malum düşük düzeylerde dolaşıyor. Dolaşıyor ve kaçınılmaz biçimde bir çukurda düğümleniyor.

Tarih vermek gerekirse : 1980 yılından sonra, her geçen gün, daha az duygu, daha az düşünce, daha az edebi çalışma yaşantımıza damgasını vurdu.

Birileri, bizim adımıza düşünmeye, hissetmeye, yön ve rota belirlemeye başladı. Bu, en büyük felaket bence.


Yapay koşulları düşünmeye ve çözmeye çalışan her birey gibi, ben de sorumluyum, dahası, suçluyum. Suçumun farkındayım.

Akşam karanlığı çöktü şehrin her noktasına. Acıktım.

İşte burası şirin, temiz bir lokanta. Giriyorum. Oturuyorum.

Getirilen yemeği yiyorum yavaş yavaş ama bir türlü sakin kalamıyorum.

Heyecan denizlerine düşmüşüm, su yutmamaya, boğulmamaya çalışıyorum sanki.

Anlaşıldı, meğer sandalyede değil, diken üzerinde oturuyorum. Görünmez bir diken.

Masa kırmızı, sandalye kırmızı, duvar kırmızı, tavan kırmızı, tezgah kırmızı ve üstelik gömleğim kırmızı kareli.

Allah ’tan, tabak, bardak, çatal, kaşık, kürdan kırmızı değil.

Niçin bu kadar yoğun kırmızılar eşliğinde yiyorum yemeğimi ? Öyle denk geldi. Planlı bir şey değil.

Hemen dışarıya kaçmam doğru davranış olmayacak.

Rengin oluşturduğu baskı kabul edilir şey değil. Rahatsız edici. İşkence seansı gibi.

Sıradan bir akşam yemeği yiyecektim sonuçta. Zorlanıyorum. Kalkıp gitsem mi acaba ?

Dükkan sahibi kafamdaki düşünceleri kaç metre uzaklıktan okumuş ki, şöyle dedi :

– Siz sanat emektarısınız. Renkten korkmamalısınız. Lütfen rahat oturunuz. Biraz sohbet etmeden bırakmam. Taze çay demliyorum.

Ben de :

– Beyefendi. Çayı severim. Kim sevmez ? Teşekkür ederim, eksik olmayınız ama oturduğum sürece, kan basıncımla oynuyorsunuz gibi oluyor. Gerçekten. Lokmalar boğazıma takıldı. Durum budur. Elbette anlattığım şey, benim problemim. Sizin probleminiz değil
dedim.

Tireli ressam büyüğümüz, resim öğretmenimiz, rahmetli Seha Gidel (Tire ’mizin onuru ve gururu) söylemişti atölyede çalışırken (1970 ’li yıllarda), hiç unutmuyorum :

– Kırmızının bütün tonları, kalp atışını hızlandırır, tansiyonu yükseltir, insanı hareketli alanlara iter. Yerine göre, ters kepçe gelirsiniz. Hırçınlık krizine bile girersiniz.

Allah Allah. Durduk yerde neden krize girelim ? Fakat hocadan aldığımız bu bilgiler önemli, bilimsel temele dayanıyor.


Bu arada, siyahın özellikle tercih edildiği sunumlar var (moda alanında, spor alanında).

Alışılagelen bakış ve düşünüş ile, siyah renge hep asalet, hep ezicilik yüklenmesi doğru yaklaşım mıdır ? Tartışılır.

Yaşamın her dakikasında siyahın varlığını, duruşunu, etkisini, uyarısını görüyoruz. Sıklıkla görüyoruz.

Sarı, yeşil ve mor (eflatun dahil) renklerle birlikte, siyah renk onlara komşuluk yaptırıldığında, siyahın yanında yer alan rengin yaydığı enerjiler hızla çoğalıyormuş.


Bu gibi renk tasarımlarının, renk ortaklıklarının, insanda dinamizmi ve üretimi desteklediğine, düzene koyduğuna, kalitesini yükselttiğine dair görüşlere rastlamıştım dergilerde.

Örneğin :
Bir dağcının, bir koşucunun, bir yüzücünün, bir jimnastikçinin, kendi vücudunda komple sarıyı ya da komple yeşili tercih etmesi (giyinmesi kastediliyor) : Psikolojisi açısından, hormon salgıları açısından, kalp atışları açısından sakıncalı olabiliyormuş ama vücudunun diğer yarısı için (giysi olarak) siyahı tercih eder ise (gövdesinin altı ya da üstü), ideal sonuçlar almasına yardımcıdır
diye görüşler okumuştum.

Keşke o eski dergileri muhafaza etseydim. Şimdi tekrar okumak için arıyorum, bulamıyorum.

Ünlü Alman filozof Friedrich Nietzsche ’nin güzel bir sözü var. Tüm sözleri güzel, düşündürücü. Diyor ki :

– Bazı şeyleri yarım bileceğine, hiç bilme, daha iyi.

Renkleri yarım yamalak tanıyoruz karşıdan. Fakat ince detaylarını, yani yapılarını, enerji dağılımlarını tam bilmiyoruz.

Araştırıp öğrenmek, bilgi dağarcığımız açısından bizim kazancımız.

Bütün renkler güzel. Bütün renkler saygıdeğer. Bütün renkler gerekli. Bütün renkler doğanın armağanı.

Renklerle muhatap olmak hoş. Bazı zaman biz onları buluyoruz. Bazı zaman onlar bizi buluyorlar.

Buluşuyoruz. Kaynaşıyoruz.

İtiraf edeyim. Ressam dostlara imreniyorum. Gıpta ediyorum. Renklere ruh katıyorlar. Renklerden, fırça darbelerinden, özel, harika, kalıcı eserler yaratıyorlar.

Bir resim, çok şeyi kurtarabilir, çok kapıyı sonuna kadar açabilir. Fotoğraf da öyle. Etkisi, mesajı göz ardı edilemez.

Yeni dünyalar, yeni evrenler, yeni kavramlar, yeni hayaller, yeni mutluluklar.

İzmir ’den tuvaller, boyalar satın aldım. İnanıyorum, zorlanmadan, iyi puan alabilecek resimler yapabilirim fakat yazı çalışmaları geri kalacak. Düşünceler, fikirler, hayaller biraz kenarda duracaklar, sıralarını bekleyecekler. İşte bu durumu, haksızlık olarak değerlendirdim.

Bekletilmesi doğru olmayacak şeyler yığıldığı için kalemin ucuna : Cesaret edemedim. Kaldı. Tuvallerin ambalajlarını dahi açmadım.

Hem güzel resimler yapan, hem de güzel şiirler ve güzel denemeler yazan dostlar tanıyorum. Zaman bulabiliyorlar. Sıkılmadan çalışabiliyorlar. Ne güzel bir şey.

Ben, yapamayacağım. Yerimde duracağım.

Yerimi bir parça genişletebilirsem, o genişliği her iklimde koruyabilirsem sevinirim, böylece daha verimli, daha yararlı olabilirim diye düşünüyorum.

Saygılarımla

Yazan / Hüseyin Evcil

Hüseyin Evcil
Hüseyin Evcil
Ben Kimim ? Köklü bir ailenin tek çocuğu olarak İzmir in Tire İlçesinde doğdum. Lise eğitiminden sonra değişik iş kollarında çalıştım. Gelişmiş ülkelerin farmakoloji ürünlerini, yaşadığım bölgenin sık görülen rahatsızlıklarını araştırdım. Kule Günlüğü logosu altında, günümüz toplumunun iletişimini ve mutluluk anlayışını inceleyen fikir içerikli kompozisyonlar, felsefi tarzda denemeler - şiirler yazdım. Bunlar yurt içinde ve Türklerin yoğun olarak bulunduğu ülkelerde yayınlandığında ilgiyle izleyen okuyucular oluştu. Ürünlerimin ağırlığı ve hedefi = İnsana, uyanma ve düşünme eylemlerindeki sorumluluğunu hissettirebilmektir. Birinci kitabım geçen yıl yayınlandı, ikincisini hazırlamaktayım. Yalnız yaşıyorum. Evimde odun ateşi kullanırım.
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.