Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Hilmi Gözeneli ile Söyleşi | Nebih Nafile
Hayatınıza kaç öğretmen girdi, bunlardan kaçı kalbinize dokunuş yaptı? Evet, bu kez benim için soruları hazırlamakta zorlandığım bir söyleşi oldu.
EN BABA ÖĞRETMEN…
Öğretmen; Zihnine olduğu kadar yüreğine de dokunmalı çocuğunun… Hayatınıza kaç öğretmen girdi, bunlardan kaçı kalbinize dokunuş yaptı? Evet, bu kez benim için soruları hazırlamakta zorlanacağım bir söyleşi olacak. Çünkü hep Hilmi Baba sorardı, biz yanıtlardık. Hiç unutmuyorum, üniversiteyi başarıyla kazanmış elli öğrenci, memleketimizin farklı yörelerinden Ankara’ya gelmişti. Her birinin hayalleri vardı. Okulu dört yılda bitirmek, bir an önce atölyede kendi öğrencilerinin başına geçeceği anları düşlüyorlardı. Yeniydik… İlkokul, ortaokul ve lise yıllarımızda olduğu gibi bizi elimizden tutup, yönlendiren yoktu. Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Mobilya ve Dekorasyon bölümüne kayıt olacağımız gün, sabahın erken saatlerinde okul girişinin olduğu bölümde annesini kaybetmiş civcivler gibi birbiriyle o dakikada tanışan gençler toplanmış sohbet ediyorduk. Karşıdan, uzun boylu, yüzünde gülümsemesi ile -sonradan öğretmenimiz olacak Hilmi Gözeneli- geliyordu. Giriş bölümünden tam geçecekti ki, arkaya dönüp o tok sesiyle; “Gençler neden burada toplanmışsınız?” (Kayıt olmak için bekliyoruz) “Artık kendi işinizi kendinizin yapacağı bir dönem başladı, gelin bakıyım.” Ve artık güvendeydik… Yerimizi, öğretmenimizi biliyorduk… “Baba” lakabıyla bilinen, sevilen ve hepimizin gönülden babası öğretmenim(iz) Hilmi Gözeneli ile eski günlere gideceğiz… Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi emekli Öğretim Görevlisi kıymetli Hilmi Gözeneli öğretmenimle benim için özel bir yeri ve anlamı olan söyleşi ile eski günleri hatırlayalım…
Nebih Nafile
Nebih Nafile: Mezuniyetimden yirmi dokuz yıl sonra yine bir aradayız. Bu kez soruları izninizle ben soracağım. Çok duygulandığımı ve heyecanlandığımı belirtmek istiyorum. Daha önce mesleki çalışmalar hariç, herhangi bir öğrencinizle söyleşi yaptınız mı? Duygularınızı öğrenebilir miyim?
Hilmi Gözeneli: Nebihciğim öncelikle bana bu fırsatı verdiğin için teşekkür ediyorum. Daha önce böylesi kapsamlı bir söyleşim olmadı. Hele mezun ettiğim öğrencilerimle hiç olmadı. Genelde öğrencilerimle öyle ayak üstü sohbetlerim oldu. Bu anlamda bu söyleşi benim için de özel oldu.
Nebih Nafile: Öğrencilerinize verdiğiniz bilgiler ve tüm emekleriniz için size çok teşekkür ediyorum. Okuduğumuz yıllarda (1988-1992) ellerimizde cep telefonları yoktu, okulun web sayfası olmadığı gibi teknolojiden uzak bir dönemdeydik. Ancak tekrar o yılları yaşamak ister misiniz sorusuna kesinlikle “evet” olarak yanıtım olur. Kıymetli öğretmenim, öncelikle ben de okurlarım da bugünkü söyleşimizde sizi biraz daha yakından tanıyacağız. Hilmi Gözeneli kimdir?
Hilmi Gözeneli: Aslen Malatyalıyım. Doğu Torosların devamı olan Mihrap dağı eteklerinde kurulan Elazığ’ın Maden ilçesinde 1945 yılında doğmuşum. Rahmetli babam, Türkiye Devlet Demir Yolları (TCDD) personeli idi. İlkokulu Maden’de okudum. Sonra babam Gaziantep’e tayin oldu. O zamanki adıyla Sanat Enstitüsü’nü Gaziantep’te okudum. Babam, 1963 yılında emekli oldu ve Ankara’ya yerleştik. Ben de o yıl, bugünkü adıyla Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi olan (YTÖO) Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’nu kazandım ve 1967 yılında mezun oldum. İlk görev yerim Zonguldak Endüstri Meslek Lisesi, askerlik görevimi yedek subay olarak 18 ay Erzincan Topçu Tugayında yerine getirdim. Nevşehir Endüstri Meslek Lisesinde 1,5 yıl çalıştıktan sonra istifa edip Tepe Mobilya fabrikasında kesim atölyesi şefi olarak beş yıl süreyle çalıştım. Öğretmenlik daha ağır basıyordu, 1978 yılında Yıldırım Beyazıt Endüstri Meslek Lisesine tayin oldum. 1981 yılında Yüksek Teknik Öğretmen Okuluna tayin oldum. Bir yıl sonra Gazi Üniversitesi bünyesinde okulumuzun adı Teknik Eğitim Fakültesi oldu. Biz de öğretim görevlisi olduk. Artık, 2547 sayılı üniversite akademik kadrosuna dahil olduk. Müdürlük gitti dekanlık geldi. Bizim bölümün adı “Ağaç İşleri Endüstri Eğitimi” oldu. İlk bölüm başkanımız Karadeniz Teknik Üniversitesinden Prof. Dr. Ramazan Özen tayinen geldi. Öğretmen olarak geldiğim okulda Öğretim Görevlisi olarak görev yapmak. Benim için büyük bir onur ve gurur kaynağı olmuştur. Öğretmen yetiştirmek benim idealimdi. Bu görevi en başarılı ve özveriyle yaptığıma inanıyorum.
AĞAÇ VE EMEK KOKUSU
Hilmi Gözeneli: Mezun olduktan sonra Ankara’ya her yolum düştüğünde okuduğum fakülteye uğrar, müsait olan öğretmenlerimizi ziyaret eder, o yılları hatırlamak adına biraz takılırdım. Kızım da aynı üniversitenin müzik bölümünden mezun oldu ve baba mesleğini seçti. En son Ankara’ya gelişimde uygulama derslerimizi yaptığımız atelyeye uğramıştım. Kokusu aynıydı, ağaç ve emek kokuyordu, ancak ağaç işleme makinelerinin yerini teknolojik bilgisayar aletlerini görmek beni üzmüştü. Uygulama dersi bir nevi yok. Bu durum için neler söyleyeceksiniz?
Nebih Nafile: Emek en kutsal değerdir. Her şey çok değişti. Gelişen teknoloji ile birlikte bilgisayarların gücü hâkim oldu. Ağaç kokusu seni etkilediği gibi beni de etkilemiştir. Kırmızı gül ağaçtan değil mi? Senin de şair olmanda o kokunun etkisi yok mu.? Ağaç sevgisinden ve mesleğimi çok sevdiğimden hiç idari görev heveslisi olmadım. Atelyeden hiç ayrı kalmadım. Fakültedeki hayatım beni çok mutlu etmiştir. Öğrencilerimle omuz omuza işleri beraberce yapmak benim için en büyük mutluluktur.
Hilmi Gözeneli: Nebihçiğim, 1960’lı yıllarda belki daha sonrası ilkokuldan sonra Sanat Enstitüsüne başlardık. Biliyorsun bölümümüze düz lise mezunları alınınca bizim ortaokul 1. sınıfta yaptığımız temrinleri onlara yaptırmak zorunda kaldık. Ortaokul nere üniversite nere. Teknik resim ve teknoloji dersleri çabası. Ben 8. sınıfta çekmeceli masa 10. sınıfta bombeli kapaklı gardrop yaptım tek başıma.
ETYÖO’da 1967’li yıllarda atelye uygulamamız 20 saatti. Fakülte olunca 6 saate düştü. Bir profesör “burası en son fakülte olacak okuldu” demişti. Şimdi mühendislik oldu. Mezunlar açısından elbette iyi oldu. Teknik Öğretmen çok daha yetenekli olmasına rağmen fabrikalarda mühendis altında kalıyordu. Ben bunları bizzat yaşadım. Yetkililer uygulama ağırlıklı mühendis yetiştirmek için bizim fakülteyi Teknoloji Fakültesine dönüştürdüler. Nebihciğim işte böylece senin gezip gördüğün gibi atölyeler kadarda laboratuvarlar oluştu mecburen. Yalnız önemli bir husus; Meslek liselerine öğretmen ve de uygulama ağırlıklı öğretmen nerde yetişecek? Bütün Teknik Öğretmen arkadaşlar bunu konuşuyor.
Nebih Nafile: Uzun süre emek verdiniz, yüzlerce öğrenciniz sizin öğrettiklerinizle Anadolu’nun farklı yerlerinde öğrencilerini yetiştiriyor. Kıymetli öğretmenim Zafer Işık beyi de saygı ve sevgimle anmak isterim. Hepimiz size ve emek veren tüm öğretmenlerimize teşekkür ediyoruz. Eski günlere özlem vardır mutlaka. Fakültedeki anılarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Hilmi Gözeneli: Olmaz olur mu Nebihciğim. TYÖO iken, fakülte olana kadar Makina bölümünde en gelişmiş endüstriyel tezgahlarda Meslek Liseleri için makinalar yapılırdı. Ne yazık ki şimdi âtıl kaldılar. Üretilen makinaların gövdeleri Döküm Bölümünde dökülürdü. İki adet metal eritme ocağı vardı. Onlar söküldü ve koca döküm atölyesi boş kaldı. Fakülte olunca; “artık cezveyle döküm yaparsınız” diye espri yapmıştım, gerçek oldu maalesef. İşte böyle Nebihciğim, eskiden öğrenciler makine üretiyordu, bizim bölümde klasik mobilyalar bile yapılırdı. Anı çok elbette. TYÖO’dan mezun olana kadar beni Gaziantepli olarak bildiler ama ben hiç oturmasam da memleketim Malatya ilçesi Battalgazi’dir. Gaziantep Sanat Enstitüsü’nden üç bölümden on üç arkadaş TYÖO kazandık. Aradan 2-3 ay geçti, arkadaşlar ben Malatyalıyım dedim. Onlar olmaz arkadaş sen Gazianteplisin, tabiki birbirimize çok bağlıyız, senle konuşmayız dediler ve mezun olana kadar öyle gitti. Öğretmen atamasının garanti olduğu yıllarda Tepe Mobilya’da benim beş yıllık sanayi tecrübem olduğu için sorarlardı; Hocam, “öğretmenlik mi yapalım yoksa sanayide mi çalışalım” Ben de çocuklar; “en iyi patron devlettir.” demiştim. Bir öğrencim özel sektörü bir ara denemiş ve hocam çok haklıymışsınız demişti. Bir hususu paylaşmak istiyorum; 1985 yılında üniversite yönetmeliğine ilave edilen 5. madde ile ülke çapında çeşitli sanat dallarında birçok kişi Doç, Prof. unvanı almıştı. Biz de kakma, oyma vs. şeklinde eserler ile bu unvanı hak ettik. Ancak Öğretim Üyeliğine yükselmemiz için bölümde Sanat Dalı olması gerekiyordu. Benim başkanlığım döneminde teklif ettik, ancak sırf biz unvan almayalım diye Fakülte Kurulunda reddettiler. Maalesef geleceğimizi kararttılar.
Nebihciğim önemli bir husus daha var sende takdir edersin, TYÖO iken öğretmenler atölye ve meslek derslerine bizzat girerdi. Ancak fakülte olduktan sonra hocalar unvan alma çabasına düştüler ve özellikle atölyeleri asistanlara bıraktılar. Kendileri odalarına çekilip unvan almak için makale vs. yayın yazdılar. Bizdeki gibi bazı özverili hocaları tenzih ederim. Ders ve uygulamaya giren özverili hocalar da yok değildi ama onlar unvan almada geciktiler. Anlayacağın üniversite bana göre öğrenciden çok Öğretim Üyesi yetiştiren bir kurumdur.
TYÖO iken şahsi odamız yoktu, saat 10.00 ve 15.00’da öğrenciler de biz de çay molası verir, bunun dışında atölyeden ayrılmazdık.
Nebih Nafile: Adı bende kalsın, eğitimim sırasında bir öğretmenimin yaptığı haksız bir davranışta mesai arkadaşınızın yanında değil, bana yol göstererek bölüm öğretmeni arkadaşınızı da küçük düşürmeden öğrencinizin yanında yer almıştınız. Doğruluk, sizinle eş değerde. “BABA” lakabı size nasıl, ne zaman söylenmeye başlandı, hatırlıyor musunuz?
Hilmi Gözeneli: Nebihciğim teşekkür ediyorum. Bunları yıllar sonra sizlerden duymak ayrı bir mutluluk kaynağı. “Hilmi Baba” olayına gelince, bunu ilk olarak bölümler arası bir maçta duydum. Büyük bir coşkuyla “Hilmi Baba” olarak karşıladılar. Öğrencilerimle yakinen ilgilenirdim. Hastalıklarında hastaneye götürür ilgilenirdim. Maç oynadıkları akşamlar okulda kalır onları izlerdim. Doğal olarak öğrencilerimiz ailelerinden uzaktalar. Bir seferinde öğrencimiz mideden rahatsızlanmıştı. Hastaneye götürdük ve acil olarak ameliyata aldılar. Birçoğunun öğrenim kredisi senetlerini imzalardım. Hiçbirinden de icra gelmedi.
Nebih Nafile: Kıymetli Öğretmenim, söyleşimizin sonuna geldik. Aileniz özelinde bir sorum olacak. Çocuklarınız, torunlarınızla birlikte nasıl bir emeklilik yaşamınız var?
Hilmi Gözeneli: 1996 yılında emekli oldum. Sekiz yıl iki ayrı fabrikada üretim müdürü olarak çalıştım. Fakültedeki öğrencilerim Öğretim Üyesi olmuşlardı. Gel hocam ders ver dediler. Sekiz yıl derse gittim. Tekrar öğrencilerle beraber olmak çok güzel olmuştu. Ankara Eryaman’da ikamet ediyorum. Üç oğlum da Ankara’da, yedi torunum var. Bu pandemi süresince hepsinden ayrı kaldık. Anamur Bozyazı Tekeli’de eşim Leman Hanımla yazdan beri yazlıkta kalıyoruz. Yakında inşallah Ankara ya döneriz.
Nebih Nafile: Kıymetli Öğretmenim Hilmi Gözeneli, her şey için çok teşekkür ediyorum. Söyleşimiz aracılığı ile hayatıma iz bırakan başta en kıymetli öğretmenim annem-babama, ilkokul öğretmenlerim rahmetli Münir Yurtsever ve Nafiye Şahin’e, mobilya alanında üstümde emeği olan lise öğretmenim Sabri Tazeaslan’a, en ufak katkısı olan tüm öğretmenlerime ve size tekrar teşekkür ediyorum. Son sözünüz ne olacak?
Hilmi Gözeneli: Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri doğrultusunda tarafsız olarak görev yaptım. Başarılı öğrencilerimizden tarafsız, erdemli öğrencilerimizi Asistan olarak aldık. Ve onlar şu anda Dr., Prof., unvanlarıyla öğretim üyesi olarak birçok üniversitede başarıyla görev yapmaktadırlar. Bu da bizim için ayrı bir gurur kaynağıdır. Ayrıca mezunlarımız meslek liselerinde, sanayilerde başarıyla görev yapmaktadırlar. Öğrencilerime hep şunu nasihat etmiştim; “kendinizi iyi yetiştirin, yoksa fabrikalarda ustaların oyuncağı olursunuz.” Sizleri seviyorum.
HİLMİ BABA AİLEMİZİN KAHRAMANIDIR
Nebih Nafile: Kıymetli Öğretmenim bu söyleşi ile birlikte siz ufak bir sürpriz yapmak istedim. Kocaeli Değirmendere’de yaşayan ablanızın kızı Leyla Tutuk Hanımefendiye ulaştım ve öğretmen Hilmi Babanın okul dışındaki halini kısaca anlatmasını istedim.
Hilmi Gözeneli: Çok değerli dayıcığım ailemizin en kıymetlisi. Doğduğuna şükrettiğimiz, manevi değerleri çok yüksek, sevecen, anlayışlı, yardımsever, kişiliği ve karizmatik duruşuyla hayatımızda çok önemli özel bir yerdedir. Kendisini ailesine, çocuklarına, torunlarına adamış çok iyi bir eş, çok iyi bir baba ve çok iyi bir dededir. Bizlerinde babasıdır.
Ben, dokuz yaşında babamı kaybettiğim zaman bizlere her zaman destek oldu. Hiç yalnız bırakmadı bizi. Babamızın yokluğunu bizlere hiç aratmadı O bizim bütün ailemizin kahramanıdır. Kolumuz, kanadımız, arkamızdaki dağ gibidir. Acımızda, sevincimizde, sıkıntımızda, hemen yanımızda, desteğini hissederiz. Ne diyebilirim ki başka, onu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır.
Hilmi Gözeneli anlatılmaz yaşanır diyorum. Allah onu başımızdan eksik etmesin. Sağlıklı uzun ömürler diliyorum. Altın kalpli dayıcığım. Kahramanımız, seni çok ama çok seviyorum… Leyla Tutuk
• Güneş Hepimiz İçin Kültür-Sanat-Edebiyat Söyleşileri-Özyurt Gazetesi
Nebih Nafile 03 ŞUBAT 2021