Dolar 34,4924
Euro 36,4926
Altın 2.947,93
BİST 9.031,82
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

KANATLARIM VAR BENİM | EMİNE TÜRKER

18.10.2020
20.258
A+
A-
KANATLARIM VAR BENİM | EMİNE TÜRKER

EMİNE TÜRKER ÖZGEN YAZDI

Yola çıkmak için karanlığı seçtim. Son sürat koşup kaçarken evden, karanlık beni gizleyecekti. Her şeyi saklayabilir mi karanlık gerçekten?  Korkularımın üstünü siyah bir perde gibi örtebilir mi? Peki, kalbimin böyle küt küt atışı niye?

Kaçarken yalnız değilim. Örselenmiş, kandırılmış, canı acıyan kadınları doldurdum içime, hızla koşuyorum koruluğa doğru. Yolum uzasa da kimse göremez orada beni.

Ağaçlar yolda boylu boyunca uzanmışlar, içimde yaprakların hışırtısını duyuyorum. Çalılıklar var bir de, her yerime dolanıyor, çiziyor bedenimi.

Yılmaz’ın ayak seslerini duyuyorum ardım sıra, bir çift el arkamdan yapışacak gibi, kalın bir meşe odunu belime dokunuyor, sancısını hissediyorum. Savuşturmaya çalışıyorum sonra bu düşünceyi. Çoktan yeşerip sarardı morluklar, iyileşiyor. Tehlike yok artık, evden çıkmak için Yılmaz’ın olmadığı geceyi seçtim.

Ay geziniyor ağaçların arasında. Kaybolup çıkarken sesleniyorum ona, tıpkı çocukluğumdaki gibi sesleniyorum“Ay dede ay dede” diyorum “Senin evin nerede?”, “Yoksa sen de benim gibi evini mi arıyorsun?” Ses vermiyor, sadece göz kırpıyor anlamış gibi.

Terminale yaklaştım artık. İlçeden şehre giden tek bir araç var bu saatte. Kaçırırsam halim ne olur? İki saat önce üst kata uğradım, annesine. Erken yatar o. Merdivenlerden sessizce indim. Bahçe kapısını iki gün öncesinden yağlamıştım. Hiç ses gelmiyordu etraftan, sadece Pamuk arka bahçede birkaç kez havladı, beni uğurlar gibi. Kapıdan çıkarken anladım en çok onu özleyeceğim.

Ben doğduğum yerlerden hiç bu kadar uzaklaşmamıştım.

Utana sıkıla biletimi aldım. Otobüs yanaştı dediler. Hiç beklemeden bindim oturdum yerime.

Şimdi iki göz kaldı arkamda, hiç kucaklamasa da beni bilirdim sevdiğini. Ama en çok Ali’yi sevdi annem. Doğduğu geceyi hatırlıyorum. Babam üç deli fişekle bir olup korkutmuştu beni. Sonra saklansalar da bir yere,  kulaklarımda çınlıyor hala.

Hiç duymak istemediğim başka şeyler de vardı. Annem,“Ali’nin gömlekleri ütülü mü?” dediğinde canım sıkılırdı. Ali de benim gibi bir insandı işte. Ali’nin elleri benimkinden iriydi. Onun kocaman ayakları vardı ama benim kadar hızlı koşamazdı yine de, hep yarışırdık biz. Mızıkçılık ederdi sonunda, eve döndüğümüzde ben kazandım derdi.

Neden duymak istemezdi, istemezlerdi kaybettiklerini? Babam tam beş bin lira kaybetmişti, benim ortaokulu bitirdiğim seneydi. Bana “Seni daha fazla okutmaya gücüm yok” demişti. Birden kafam allak bullak olmuştu. “Ama baba” demiştim, “sen oyunda çok paramızı kaybettin.” “Sus” demişti annem de arkamdan cimciklemişti. Yüzümde bir sıcaklık oldu. Düşününce, yanağımda hala parmak izlerini görüyorum.

Şevket okulda Zeynep’i cimciklediğinde hiç sesini çıkaramazdı ama Zeynep.

Parmak kaldırdım bir keresinde her şeyi anlattım. Düşman belledi sonra Şevket beni. Her şeye kızgın gibiydi.Babası çok içermiş,dövermiş onu derlerdi. Geçen yıl Şevket için büyük şehirde karanlık işlere bulaşmış dediler. O günlerde elinde sigarayla görmüştüm onu, bisiklet tamircisin önünde kaldırıma diz çökmüş ağlıyordu. Ağlaya ağlaya ağlatır mı olmuştu Şevket?

Gülen insanları gördüğümde ise hep mutlu olurum ben.

Önümde oturan kadın durmadan gülüyor. Böyle gülmediğim kim bilir ne kadar zaman oldu? Ben en çok Zeynep’le gülerdim. Okul çıkışı bizim sundurmada toplanırdık o zaman. Tiyatro gösterisi yapardık mahallenin çocuklarına. Kesekâğıdından şapkalar yapıp boyamıştık bir gün. Ayşe Teyze Almanya’dan yeni gelmişti o sıralarda, gençti daha. Oranın insanlarını anlatırdı. Karnaval denilen bir şeyi, insanları komik giysiler içinde anlatırdı. Ben de gizlice dinlerdim komşu kadınlara anlatırken onu, hepsini ezberlerdim. Zeynep’in kardeşi Arzu herkesten fazla gülerdi oyunlarımıza. O gün de çok gülmüştü, arkasında bıraktığı ıslaklığı görünce çocuklar en çok ona güldü. Utanıp kaçmıştı. Bir daha da gelmedi yanımıza. İnsan çocukken daha çok mu utanır, yoksa tekrar mı eder hep öğrendiklerini?

Tekrar etmeyeceğim artık kendimi. Değişip yenilenmek için gidiyorum o kente. Düşüncelerimin nem tutmadığı, derin nefesler almaya gidiyorum.

Ayaklarımı biraz uzatabilseydim… Yola çıktığım altı saat oldu. Şu an beni taşıyamayacak kadar ağırlar, iki beton gibi. Ağzımın içi de zehir. Ceplerimi karıştırıyorum. Bir küçük sakız buldum. İçinden fal çıktı. Karanlıkta zar zor okuyorum. “İçine düşecek bir yağmur korkmazsan eğer büyüyüp yeşereceksin.”

İçimde hiç durmayan yağmurun sesi gibi çok uzun bir türkü çalıyor şimdi.

“Gerçekten korkmuyor musun” demişti Zeynep, “Yalnız kalmaktan”, buralardan gideceğim dediğimde “Hiç arkadaşın, dostun yok ki gideceğin yerlerde” demişti. Günlerdir düşünüyorum, dostluk insanın içinde başlamaz mı?Önemli olan dostluğun kendisi değil midir? Yeni insanlar tanıyıp seveceğim ben gittiğim yerde.

Geçtiğimiz bütün kasabalar uyuyor şimdi. Yılmaz, kim bilir nerede uyuyor? Cebinde gördüğüm o kadının fotoğrafını soramadım bile, çekip aldı elimden. Ne zaman bir şey soracak olsam düşman gibi bakar oldu bana, sadece bir şey istediğinde konuşuyordu. Arkamı dönüp yatıyordum dokunacak diye de iyice büzüyordum kendimi.

Her gece gördüğüm korkulu rüyadan birer birer uzaklaşıyorum ben. Karşılaştığım o adres çağırıyor beni.Yağmurun damlaları çoktan döküldü içime. Hayallerimin köküne taze bir çiçek gibi diktim umutlarımı. Düşlerim gezgin şimdi.

“Önce düşlerimizi öldürüyorlar” diyordu o kadın,“Düşüncelerimizi”. “Bir olmak varken hep bir kalıyoruz”. O gün gelmeseydi kasabaya belki birlik olunan o yerden haberim hiç olmayacaktı. Ne kadar başkaydı konuşmaları? Kimseye benzemiyordu.

Kadınların haklarının savunulduğu bir yer varmış, “Özgür Yaşam” denilen bir dernek. “Orada bir iş ayarlayacağım sana gelmek istersen” dedi.

Şimdi Yılmaz’a diyemediklerimle gidiyorum; dilimin ucuna geldikçe yutkunduklarımla.

Otobüsün ışıkları yandı mola vereceklermiş. Gece vakti yalnız bir kadın, yanlış anlamasınlar. Doğru da yapsan yanlış anlar kimileri. Hem o doğruları kim yazmış? İçlerinde sevginin barınmadığı, sadece gücün yanında yer alan doğrular.

Kır saçlı adam iki kere dönüp baktı.Geçen gün domates aldığım o manav gibi baktı bana.Bir şey söylemek ister gibi baktı. Hızlıca geçeceğim yanından.

Yanımda kimsenin oturmaması iyi oldu. Bol bol dertleştim kendimle. Şimdi adımımı atarken dikkat etmeliyim ama. Otobüsten inenlerin peşi sıra ben de gideyim.

İçerisi çarşıya benziyor. Karşıdaki fıstıklı lokumlardan bana Yılmaz da getirmişti. Ağzın tatlansın demesinden çok zaman geçmemişti ki “Niye uyandırmadın beni?” diyerek fırlatmıştı yere lokum kutusunu.  Ona karşı yüreğim lokum gibi yumuşaktı o zamanlar. Bir şey demeden yerden usulca toplamıştım. Bir daha da yemedim hiç lokum, yiyemedim. Sanki lokumun suçu varmış gibi.

Hep susmadım ama karşı çıktım yanlışlarına. “Sen bunları nereden öğreniyorsun”diyordu Yılmaz.

“Hep o kitaplar” diyordu babam,“Okudukça sen böyle oldun”. Sokağımıza kadar gelen o gezen kütüphane olmasaydı okşayarak açtığım sayfalarını bulabilir miydim hiç? Başka bir hayatı, o şehirleri, ülkeleri, içindeki insanların seslerini duyabilir miydim?

Çocuk çay dağıtıyor, yanımdan geçti. Alsam mı acaba? Sanki iyi gelecek. “Bana da verir misin?” dedim. “Parasını kime vereceğim?”, “Kasaya” dedi. Kasa nerede bilmiyorum.

Kasayı ararken oyuncakları gördüm.

Çok farklı oyuncaklar var burada. Melek’e yeşil elbiseli bebeği alsam ne çok sevinirdi. Halam der sarılırdı sıcacık. Hiç kimse onun gibi sarılmadı bana, çocukken birde babaannemin ellerini hatırlarım. Okşardı saçlarımı, “üzüm gözlüm” derdi bana, Yasemin’im. Çok severmiş yasemin çiçeğini, adımı o koymuş. Çok yaşamadı, daha ilkokuldaydım o vakit.

“Sen içeri girme” dediler, “Git biraz arkadaşınla oyna”.  Sonra bahçeye bir perde gerdiler. Kadınlar doluştu. Ama yıkanırken gördüm ayaklarını. Perdenin ucundan eğildim baktım.

Giderken hep katılaşıyor insanlar, doğarken yumuşacıksın.

Bir çocuğumuz olsaydı değişir miydi Yılmaz?

O gece yaşanmasaydı. Bacaklarım titriyordu. Islaktı her yerim. Kasıklarım kopuyordu sanki. Yılmaz yanımdaydı, gördü öyle. Kamyonu çalıştırdı kucakladı beni. “Geç kalmışsınız” dedi doktor. “İçini temizleyeceğiz zehirlemeden seni.” Bir daha da gebe kalmadım hiç.

İlk yıllarda aylarca eve gelmiyordu.  Büyük kamyonlarla uzun yolculuklara giderdi. “Anlat bana oraları” derdim. Komik hikâyeler anlatırdı. Geçtiği yerlerden, denize bakan evlerden, şık giyimli kadınlardan, erkeklerden bahsederdi. Yıllar geçtikçe daha bir konuşmaz oldu.

Ama onun olmadığı zamanlarda gözler vardı üzerimde hep uzunca bakan.

Ben sakındım kendimi bütün o kem gözlerden.

Dilimde kuruyan sözcüklerse içime döküldü birer birer, ta ki bugüne kadar.

Gözlerim kapanıyor şimdi. Sabaha az kaldı. Uyuyup kalır yanlış bir yere giderim diye zorlanıyorum. Derinden bir ses geliyor kulağıma. Şoför radyoyu açmış, kendini diri tutmaya çalışıyor olmalı. Uzakta ışıklar var yanıp sönen.

Güneş doğmak üzere, ne kadar dalmışım bilmiyorum. Kâğıttaki o adresi artık ezbere biliyorum.“Terminale gelince ara” demişti bana adresi veren kadın.

Küçücük bir valizim var. Birkaç kıyafet koydum içine, üç dört tane de fotoğraf özlediğimde bakmak için. İnsan ardında bıraktıklarını unutur mu, yoksa taşır mı onları da hep ölene kadar? Beni ağırlaştıran kötü yüklerden kurtulmalıyım. Unutmak istediklerim olsa da, istemediklerim de var annemin yüzü, Melek, Zeynep…

Otobüs durdu şimdi.  Yolcular merdivenlere doğru gidiyorlar.

Ben de gidiyorum. Şimdi bir caddede buldum kendimi. İçim kıyılıyor.Bir pastane gördüm karşıda, börek alacağım. Soğuk da olsa açlığımı yatıştırırım. Artık oturacak bir yer bulup telefon etmeliyim.

Telefon, telefonu bulamıyorum. Evden çıkarken yanıma almıştım. Kapalıydı açmadım ki hiç. Duvara dayanıp, bütün valizi karıştırıyorum, yok. Sakince düşünmeliyim. Koşarken cebimdeydi.

Koruda düşürmüş olmalıyım. Ellerine geçer mi? Gideceğim yerin numarasını kaydetmiştim. Oraya gitmeyi başarmak zorundayım. Telefon olmasa da kâğıtta adres var. Özgür Yaşam Derneği, bana adresi veren kadının ismi Nuray, iyice belledim.

Başım dönüyor gökyüzüne kadar uzanmış binaların yanından geçiyorum. Bir taksi durdu yanımda, “Abla nereye gideceksiniz, götüreyim mi?” Şaşkın bakışlarımdan yol bilmediğimi anlamış olmalı.

“Bulvar” dedim,“Kayran Bulvarı.” Elimdeki kâğıdı uzattım. “Çok uzak mı?”, “Yarım saat sürer abla” dedi, “trafik de var.” Valizi vermedim sığdırırım yanıma, arkaya oturdum. Nereden geliyorsunuz dedi. Konuşsam mı acaba? “Uzaktan. Bir yakınıma geldim, çalıştığı yere gidiyorum.” Sesim titredi biraz. “İyi” dedi, düşündüm kötü birine benzemiyor.

Cüzdanımı çıkardım, biriktirdiğim yirmi liralardan birini sakladım avucuma. Onca yol geldim bu kadar heyecanlanmamıştım. Araba durdu şimdi parayı uzattım, iki lirayı geri verdi. Karşıya geçecekmişim.

Özgür Yaşam Derneği yazısını okudum. Özgür yaşamak, onu mu öğretiyorlar burada?

Geçen yıl haziranda balkona bir güvercin yavrusu düştü. Ölecek sandım tir tir titriyordu. İçeri aldım bir karton kutuya koydum.Kapatmadım ama üstünü. İki gün öylece yattı. Üçüncü günün sonunda dirildi biraz. İnce ince marul doğradım koydum önüne. İki gagaladı yuttu. Yarası yoktu ama bir gariplik vardı. Her dokunduğumda ürküyordu. Balkona götürdüm hadi dedim uç. Mutlu değilsin burada. Kanat çırptı biraz havalandı. Sonra tavana çarptı düştü yere. O zaman anladım görmüyordu gözleri. “Yuvadan mı attılar” dedim,“düşerken mi çarptın yere?” Sonra her uçmak istediğinde aynı şey oldu. Kanatlarını koparmalı dedi komşulardan biri uçmak istemez o zaman. Kıyamadım ben bağladım bir iple. İki hafta böyle geçti. Sonra ipi gevşemiş anlamadım. Kanatları çıkmış tekrar yerine. Tavana çarptı başı. İki gün ağladım. Anladım ki kör kuşlar uçamaz.

Gözün açık değilse kanatların yetmez havalanmaya. Ben bunu öğrendim. İçime soktuğum bütün kadınların gözüyle geldim buraya, kanatlanıp uçmaya hazırım şimdi.

İki kadın karşıladı beni.“Nuray Hanım’ı arıyorum”dedim,“memleketten geldim.” “Birazdan gelir” dedi, “aç mısın” diye sordu “mutfak alt katta, oraya inelim.” “Çok aç değilim”dedim. “Burada bekleyeyim.” Çevreye bakınırken duvarda asılı birçok kadının fotoğrafını gördüm. İki tanesini tanıdım hemen. Dergiler biriktiririm ben, gelmeden önce hepsini Zeynep’e verdim. Bilirim, uçmayı beceren kadınların kanatlarında neler taşıdıklarını. Burası bütün yaralı kuşların evi olmalı uçmayı öğretecek.

Nuray Hanım beni sevgiyle kucakladı. “Yarın sana uygun bir iş ayarlayacağım, şimdi kalacağın yeri sana arkadaşımız gösterecek. Senin gibi evinden ayrılmış birçok kadın var, orada birlikte kalacaksınız. Akıllı bir kadına benziyorsun sen, başaracaksın biliyorum.Şimdi onunla git.”dedi. Genç siyah saçlı, incecik bir kadın düştü önüme. “Çok uzak değil” dedi. “Ama adresi gizli tutuyoruz. Kuralları sana bildirecekler.”

İçimde kanat sesleri. Bağlayamaz onları artık kimse. Düştüğüm bu yerde yaralarımı iyileştireceğim, gözlerim açık benim. Her şeyi görüyorum.

Bu kadar uzun muydu merdivenler? Çıkarken fark etmemiştim. Bir kadınla çocuk geçiyor önümden, birbirine sarılmışlar. “Simitçi” diye bağırdı kadın. Simitçi duydu, geliyor.

Yağmur bulutları var gökyüzünde hava değişmiş.

Siyah bir araba girdi bahçeye.

Birisi çıktı içinden, karşımda duran Ali mi?

Sen niye geldin Ali, kim gönderdi buraya?

Hem elindeki de ne?

Gelme öyle üstüme git.

Annem en çok seni sever Ali.

Kulaklarım çınlıyor.

Ben senden daha hızlı koşarım Ali.

Yetişemezsin bana.

Gelme üstüme, gelme.

Koşuyorum, koşuyorum, bütün yaralı kuşlar benimle.

Gökyüzüne çarpmaz ki başım.

Gözlerim açık benim.

Ali sakın bağlama kanadımdan beni.

Kolum, koluma bir şey oldu..

Taşların rengi mi kırmızı?

Gözlerim bulanıklaşıyor.

Uçuyor muyum?

Bakın, bakın! Görüyor musunuz beni?

Uçuyorum ben.

“Tutun kaçmasın” diye bağırıyor biri.

“Kadın hala yaşıyor.”

Yağmur yağıyor üstüme.

Ben yağmurdan korkmam ki.

Ferhan Şayılman
1956’da Ankara’da doğdu. Asker bir babanın oğlu olarak ilk gençlik yıllarına kadar hep göçebe yaşadı. Ankara'dan Erzurum'a, Çorlu'dan Balıkesir'e uzanan kocaman bir coğrafyada gitmedikleri yer kalmadı. Ortaöğretimini Bursa Erkek Lisesinde yaptı. Ankara'ya yıllar sonra, 1976'da, üniversiteye girdiğinde geri döndü. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksekokulu'nun taşradan gelmiş bu ürkek delikanlısı Okul yıllarında diğer yaşıtları gibi terörün, kardeş kavgasının cehenneminde kendi payına düşenleri fazlasıyla yüklendi. 1978 yılından itibaren Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Film stüdyolarında kurgucu ve yönetmen olarak çalıştı, senaryo yazarlığı ve belgesel yönetmenliği yaptı. Türkiye'nin en önemli belgesel sinemacısı Süha Arın'ın başta Tahtacılar ve Safranbolu'da Zaman olmak üzere bazı filmlerinin kurgu çalışmalarına katıldı. İstanbul'da Sinema-Televizyon Enstitüsü'nde yönetmen Lütfü Akad'tan sinema dersleri aldı. Mesleğe üniversitede girdi ve bir daha hiç çıkmadı. Yayıncılık alanında ilk işi 16mm kurguydu. Birçok belgesel filme senaryolar yazdı. Senaryolarını kendisinin yazdığı ilk belgesellerini 1985'ten itibaren çekti. Tarihin Tanıkları, Halıcılık, Bir Şenliktir Kadırga, Şemaki Evi bunlardan bazıları. 1992'de özel televizyon yayıncılığı başladığında kurulan Flash TV'de Uzun yıllar haber müdürlüğü, haber koordinatörlüğü, Ankara Temsilciliği ve İcra Kurulu Üyeliği yaptı. 1997'den bu yana yönettiği haber tartışma programlarında, canlı yayınlarda Türkiye'nin içinden geçtiği süreci izleyicileriyle paylaşma çabasını sürdürdü. Halen aynı kanalda haber programcısı olarak mesleğine devam ediyor. 1992'de Damar Dergisi ve Çankaya Belediyesi'nin ortaklaşa düzenlediği öykü yarışmasında "Sığınak" adlı kitabıyla ikincilik ödülü aldı. Bu dönemde öyküleri Damar, Yazıt, İnsancıl gibi edebiyat dergilerinde yayınlandı. Dialog Dergisi'nde sinema eleştirileri, Nokta Dergisi'nde haftalık köşe yazılarıyla çalışmalarını sürdürdü. Damar Dergisi'nde "Perice" adıyla günlükleri yayınlandı. İkinci öykü kitabı N’olur Beni Eve Götür’deki ‘‘Koza’’ adlı öyküyü, Demirtaş Ceyhun, Varlık dergisinde Türk öykü antolojilerine girecek değerdeki bir “ilk aşkın eşsiz güzellikteki anlatımı” şeklinde değerlendirdi. Prof. Dr. Talat Halman’ın ‘‘anlatı sanatında bir virtüöz’’ olarak tanımladığı Şaylıman’ın üçüncü kitabı Zaman Geriye Dönmez, edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş tarafından, aynı yıl yayınlanan 174 “ilk roman”ın ilk sekizi arasında gösterildi. 22 Nisan 2001'de yaptığı bir canlı yayın programını "Kuşatılmışlar Ülkesi Türkiye" adıyla kitaplaştırdı. Yönetmenliğini Yaptığı Belgesel Filmler Şemaki Evi - 1993 Tarihin Tanıkları - 1990 .... Belgesel, 00:09:00 4. Ankara Film Festivali, Kısa Metraj ve Belgesel Yarışması, Belgesel Dalı, Finalist. 1992 Halıcılık - 1989 Kadırga Bir Şenliktir - 1987 Kurgu Filmografisi Şemaki Evi - 1993 Tarihin Tanıkları - 1990 Halıcılık - 1989 Kadırga Bir Şenliktir - 1987 Tahtacı Fatma - 1979 Safranbolu'da Zaman - 1976 Şaylıman’ın Eserleri: • Sığınak (öykü, Damar Yayınları, 1992) • N’olur Beni Eve Götür (öykü, Art Yayıncılık, 2004) • Zaman Geriye Dönmez (roman, Merkez Kitaplar, 2006) • Kırılma Noktası (günce, İmge Kitabevi Yayınları, 2008) Kaynak imge.com.tr 4. Ankara Film Festivali katalogu
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.