Edebiyat Dünyasından Kısa Duyurular | Kerim Özbekler
OKUYORUS DERGİSİ ŞİİR-ÖYKÜ VE DENEME YARIŞMASINI KAZANANLARA KİTAP HEDİYE EDİLECEK.(SON KATILIM TARİHİ.20 NİSAN 2020 PAZARTESİ)…
YARIŞMA ŞARTLARI; -İsteyen herkes katılabilir -Şiir, öykü ve deneme türlerinde ayrı ayrı yarışmalar olacaktır. -Bir kişi, en fazla iki yarışmaya katılabilir. -Konu belirlemesi, sizlere aittir. -Yazılar 11 punto, Times New Roman yazı tipinde olmalıdır. -Öykü için 3, deneme için en fazla 2 sayfa sınırı vardır. -Yazıların, word dosyası üzerinden mail adresimize gönderilmesi gerekmektedir -Değerlendirmede, yazım kuralları ve noktalama işaretleri de dikkate alınacaktır. -Başvuru, okuyorusdergisi@gmail.com e posta adresi üzerinden yapılacaktır. YARIŞMA ÖDÜLLERİ; Birincilere, Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz Beş Yaş-Emine Işınsu’nun Çiçekler Büyür-İbn Tufeyl’inin Hay bin Yakzan isimli kitapları hediye edilecektir.
*****
65 YAŞ ÜZERİNDEKİLERİN KATILABİLECEĞİ ANI YARIŞMASI DÜZENLENDİ, BİRİNCİ GELENE 10.000. İKİNCİYE 7.500, ÜÇÜNCÜYE 5.000 TL. PARA ÖDÜLÜ VERİLECEK.(SON KATILIM TARİHİ.30 NİSAN 2020 PERŞEMBE)…
AMAÇ;
Toplumun ve ailenin temel direği olan büyüklerimiz, geçmişten günümüze köprü kuran. kültürü ve değerleri, geleceğe taşıyan değerlerimizdir. Bu nedenle yarışmanın amacı, büyüklerimizin geçmişten günümüze taşıdıkları deneyimlerini derlemek. Bu deneyimlerinin, gelecek kuşaklara bir ışık kaynağı ve yol gösterici nitelikte olduğuna dikkat çekerek “tecrübe” olgusunun öneminin göstermektir.
ANI YARIŞMASI KONUSU;
Yarışmada, herhangi bir konu sınırlaması yapılmamıştır. Büyüklerimizin yaşadıkları, başlarından geçen ve gelecek nesiller için anlatmaya değer gördükleri herhangi bir olay-anı yarışmanın konusu olabilir.
ANI YARIŞMASI KOŞULLARI;
-Özgün ve Türkçenin dil ve söyleyiş kurallarına uygun olmalıdır.
-En az 5, en fazla 20 sayfa olmalıdır.
-Bilgisayarda Word formatında, A4 boyundaki kâğıda. Times New Roman, yazı tipi ile 12 punto ve 1,5 satır aralıklı olarak yazılmalıdır.
-Yarışmaya katılacak olanlar, ek’te yer alan adı-soyadı-adres ve telefon bilgilerinin yer aldığı “Taahhütname” yi doldurarak eseriyle birlikte gönderecektir.
-Her yarışmacı, yarışmaya bir (1) eserle katılabilecektir.
-Yarışmaya daha önce anılarını yayınlayanlar veya bu konuda herhangi bir edebi esere sahip olanlar katılamaz, yarışma amatörlere yöneliktir.
-Eserler daha önce herhangi bir yarışmaya katılmamış, ödül almamış ve herhangi bir yerde yayımlanmamış olacaktır.
-Başvurular, elektronik ortamda yapılacaktır. Eserler bu şartname ekinde yer alan taahhütname ile birlikte, son başvuru tarihi olan 30 Nisan 2020 tarihine kadar kocacinaranilari@gmail.com adresine gönderilecektir. Bu tarihten sonra gönderilen eserler, değerlendirmeye alınmayacaktır.
-Yarışma takvimi doğrultusunda, 81 ilde gerekli duyuru yapılacaktır.
-Gelen eserler, oluşturulan komisyon tarafından değerlendirilecektir.
-Komisyon tarafından yapılacak değerlendirmeler sonucunda,
İlk üçe giren eserler belirlenecektir.
-İlk 1000 eser, belirlenecek ve kişiye özel dijital kitapçık olarak basılacaktır.
-Uygun bulunan diğer eserler, ortak derleme olarak yayınlanacaktır.
-Yarışmaya gönderilen eserler, iade edilmeyecektir. Eserin hukuki ve bilimsel sorumluluğu, eser sahibine ait olacaktır. -Eser sahiplerince, eserlerin kitap ortamında yayımlanmasından herhangi bir hak iddia edilmeyecektir.
-Yarışmaya katılanlar, bu şartnamede belirtilen tüm hususları kabul etmiş sayılacaklardır.
ANI YARIŞMASI ÖDÜLLERİ;
Yarışmada dereceye giren ilk üç eser;
10000 TL+7500 TL+5000 TL ile ödüllendirilecektir.
ÖDÜLLENDİRME VE ÖDÜL TÖRENİ;
Yarışmada ilk üç dereceye giren eserlerin sahiplerinin ödülleri, duyurulacak tarihte verilecektir. Yarışmada derece alanların isimleri, ülke genelinde ilan edilecektir.
BAŞVURU FORMU VE TAAHHÜTNAME;
Hür Akademisyenler Derneği ve Anadolu Öğrenci Birliği, tarafından düzenlenen Koca Çınarlardan Genç Yüreklere Yarışması için yazdığım eserden telif ücreti talebimin olmayacağını, eserimle ilgili tüm yasal sorumluluğun bana ait olacağını, eserle ilgili tüm tasarruf hakkını Hür Akademisyenler Derneği ve Anadolu Öğrenci Birliğine, devrettiğimi ve bu taahhütnamenin bir suretini yarışma metni ile birlikte gönderdiğimi beyan ve taahhüt ederim.
ADI SOYADI.
TARİH.
ADRES.
TELEFON NOSU.
E-POSTA.
İMZA.
*****
ATATÜRK DÜŞMANLIĞININ SEBEPLERİ
(Mehmet Özcan-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Görevlisi)
Bu dinci-dönme tayfası, Osmanlı’nın kaymağını yiyordu. Yavuz’un hilafeti Mısır’dan getirip, sün’i Emevi islam anlayışını, Osmanlı’nın resmi ideolojisi haline getirmesiyle birlikte, ta Cumhuriyet’e kadar devleti bunlar yönetiyordu.
Zavallı Türk tarlasında kara sabanını boş, yavuklusunu pınar başlarında dul, Ayşe’sini üç, üç buçuk yaşlarında yetim bırakıp cepheden cepheye koşuyordu. Harbe padişahın düğünü diye gidip “Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum” diyordu.
Halbuki bu dinci-dönme tayfası, askerlikten de,
cihat’tan da muaftı!..
Osmanlı’da saray mensupları, memurlar, din adamları, tarikat ehli, seyyidler, şıhlar, medrese talebeleri, gayri müslimler oldum olası askerlikten ve savaştan muaftı. Hatta, “Halife, cihat ilan etse bile, dua ehli cihattan muaftır” diye, Şeyhülislam Molla Gürani’den fetva bile almışlardır!
Herkes çocuğunu askerden kaçırmak için medreseye yazdırıyordu. 8 yıllık medrese, sırf askere gitmemek için, 15-20 yıla kadar uzatılabiliyordu..
Medreselere, malum, kız çocukları değil, sadece müslüman erkek çocukları gidebiliyor ve fen bilimleri değil, sadece sahte hadislerle uydurulmuş din öğretiliyordu.
Emevi İslam anlayışının şeyhülislamı, Ebu Suud Efendi, 1560 yıllarında, fetva vererek; “Akılla iman bir arada olmaz, akıl şeytan işidir” diyerek, medreselerde akli bilimleri (fen, astronomi, mantık, felsefe..gibi) yasaklamıştı. Osmanlı’nın son dönemlerine kadar medreselerde, fen’le ilgili dersler okutulmadı, kız çocukları okuma imkanı bulamadılar. Kız çocuklarının da oğlanlarla beraber okumalarına imkan sağlayan karma eğitim ile mantık ve felsefenin müfredata girmesi, İttihat Terakki’nin (Bilhassa Ziya Gökalp’in baskısıyla) ancak,1908 yılında olmuştur!
Aynı Ebu Suud Efendi, o tarihlerde, İstanbulda salgın olan, veba hastalığını da bahane edetek, takvim ve saatin babası sayılan Uluğ bey ve Takiyuddun beyin gözlem evini (rasathane) “Bunlar, gök yüzünde meleklerin bacaklarını seyrediyorlar, Cenab-ı Hak da bizi cezalandırdı” diye fetva vererek, topa tutturmuştu.
O dönemin nadide aydını Katip Çelebi, “Takvimü-t Tevarüh” isimli eserinde, bu konuyu detaylı yazar ve eleştirir. Akli bilimlerin müfredattan kaldırılmasını tenkit eder.
Gutenberg matbayı,1438 de buldu. Elin gavuru o tarihten beri matbayı kullanır ama bizim bu yobaz dinci-devşirme tayfası, 1729 yılına kadar matbaayı Osmanlı toprağına sokmadı. Tam 291 yıl direndiler!..
Bir de derler ki; “Osmanlı’da yüzbinlerce kitap varmış da, M.Kemal hepsini yakıp, yok etmiş! Ulan, hem Osmanlı’da matbaa yok, hem de kitap yazacak alim yok!.. Ayrıca kitap yazılıp basılsa bile, onları okuyup anlayacak okur yazar yok!..
Matbaa, 1729 da geldi de ne oldu?.. 50-100 adet Arapca Kur’anla, uyduruk hadisleri bastılar..
Bunlardan biri de, Ayıntabi Mehmet Efendi isimli Osmanlı uleması!.. “Tıbyan Tefsiri” isimli kitabında; “Dünya’nın öküzün boynunda asılı olduğunu, Venüs gezegeni’nin taşlaşmış bir günahkar olduğunu” yazıyordu!..
Bu Kadir Mısıroğlu gibi, dinci-yobaz tayfasının Osmanlısında manzara buydu!.. Dahası var;
Cumhuriyet’in ilanına kadar bile, Osmanlı tebaları arasında, aynı anda farklı saat ve takvimler kullanılıyordu.
Müslüman tebaa, alaturka saat kullanıyor;güneşin battığı anı, 12 kabul ediyor, gayri müslim tebaa, alafranga saati kullanıyor; güneşin en tepede olduğu anı,12 kabul ediyordu.
Müslüman tebaa,hicri takvimi kullanırken, gayri müslim tebaa,rum’i yani miladi takvimi kullanıyordu!.. Kimi şubata, kimi aralığa denk geliyordu!
“Saat kaç?”diyorsun, bilen yok!,” hangi ay, hangi mevsimdeyiz?” diyorsun, bilen yok!
Çeki var, okka var, arşın var, kulaç, endaze, fersah var… Ne ağırlığımız, ne uzunluğumuz dünyaya denk!
M.Kemal, sadece Kurtuluş Savaşı’na liderlik yapıp ülkeyi düşmanlardan kurtarmakla kalmadı; çağın gerisinde kalmış, dünyadan kopmuş, 300 yıldır, yerlerde sürünen borçlu, cahil bir devlet ve tebaa’dan, şanlı,şerefli ve de çağdaş bir devlet ve millet yarattı. Memalik-i Mülkü, Vatan yaptı. Tebayı, millet yaptı, kul’u, vatandaş yaptı!.. Avrupa’nın 100 yılda büyük bedeller ödeyerek elde ettiği rönasans denilen aydınlanma hareketini, hiç bir bedel ödetmeden, bir kaç yılda Türk insanına verdi!.. Türk insanına çağ atlattı. Osmanlı’nın giripte mağlup çıktığı ve bütün topraklarının işgal edildiği, Birinci Dünya Harbinin tahribatını, kurtuluş savaşı ve Lozan’la üç, üç buçuk yılda telafi ettirmiştir.
Üç yılda hem dış, hem iç düşmanlarla boğuş,ülkeyi işgalden kurtar; hem de bütün kurumlarıyla birlikte, “Türkiye Cumhuriyeti” diye yeni ve modern bir devlet kur!.. Dünyanın neresinde görülmüş böyle bir başarı?
Bu dinci-yobaz tayfasının derdi, sadece kan bozukluğundan değil, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, bir çok avantajlarını da kaybettikleri için Cumhuriyet ve Atatürk’e düşmanlar! Osmanlı’nın ayrıcaklı zümresi iken, cumhuriyetin eşit vatandaşı oldular, statülerini kaybettiler.Askerden, savaştan, cihattan muaf iken, askere gider oldular!
Osmanlı’daki, emevi-islam fıkıhı (şeriat) anlayışına göre, 12-13 yaşındaki sübyan kızlarla nikah kıyıp ayrıca birden çok evlilik yapıp harem kurar iken Cumhuriyetin modern kanunları ile bu haklarını da kaybettiler… Kalp ve bilinç altlarında yatan, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının asıl sebebi bunlardır.
****
Tarih 1854, Kırım Savaşı başlamış. Softalar (Hacı-Hoca-Şeyh-Şıh) meydanlarda ”Savaş İsteriz.” diye gösteri yapıyorlar, Reşit Paşa ”Hadi öyleyse, cepheye.” diyor. Softalar ”Bizim işimiz, dua etmektir. Savaşa girecek müslümanlarla birlikte, melekler de savaşır.” diyorlar ve savaşa iştirak etmiyorlar. Onlar habire dua ediyorlar, sonuç. Kırım Savaşı’nda, 160.000 asker zayiatı veriliyor. Kısacası, softaların (Hacı-Hoca-Şeyh-Şıh’ın )yaptığı dualar bir işe yaramıyor, silahı güçlü olan kazanıyor.
*****
BASINA VE KAMUOYUNA DUYURU.
Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim sistemimizin can yakıcı sorunları ile ilgilenmek yerine, vakıf ve cemaatlerin talepleri doğrultusunda çalışmalar yapmaya devam ediyor.
Yarıyıl tatilinde çocuklarımızın spora, sinemaya, tiyatroya, oyun oynamaya, müze ziyaretine ihtiyacı olduğunu ifade etmemize rağmen, geçen yıl başlatılan ve bu yıl da devam ettirilmeye çalışılan “Haydi Çocuklar Camiye” projesi ile ilgili yazı ilçemiz okullarına tekrar gönderilmiştir.
PISA sınavlarında aldığımız sonuçlar ortada iken, anlaşılan o ki, MEB’in tek derdi; eğitimi, bilimsel ve laik temellerden uzaklaştırmak ve dinsel bir yapıya büründürmektir.
Zorunlu Din Dersi dayatmalarına karşı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hak ihlalleri kararları ortada dururken, gün geçmiyor ki MEB’in dinsel vakıf ve cemaatler ile yaptığı ortak bir protokolle karşılaşmayalım.
Kuşadası Eğitim Sen Temsilciliği olarak, Milli Eğitim Bakanlığı’na ve bağlı müdürlüklere, bu tip projelerin peşinde koşmak yerine; asli görevleri olan, tüm vatandaşlara nitelikli, kamusal eğitim hizmeti verme görevini hatırlatmak isteriz.
Bu ve buna benzer projelere yerleştirilen “gönüllülük ” kavramının, Anayasamızda yer alan ” Din ve Vicdan Hürriyeti, Eğitim Hakkı” maddelerine aykırı olduğunu düşünüyor ve bu tür projelerin bir inanç sisteminin tüm vatandaşlara dayatılma çalışmaları olarak görüyoruz.
Bütün eğitim emekçilerinden, bu tip uygulamalar konusunda hassas davranmalarını, yaşanacak bir sorunda bizimle iletişime geçmelerini öneririz.
Biz, eğitim emekçileri olarak; çocuklarımızı vakıf ve cemaatlerin inisiyatifine bırakmadan; bilimsel, laik ve demokratik eğitim mücadelesine yılmadan devam edeceğiz.
Kurum yöneticilerine, Anayasamızın ” Din ve Vicdan Hürriyeti” maddesini tekrar hatırlatır ve adı geçen proje ile ilgili yaşanacak herhangi bir sorunda -Eğitim Sen olarak- tüm hukuki haklarımızı kullanarak, konunun takipçisi olacağımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz.
EĞİTİM SEN KUŞADASI TEMSİLCİLİĞİ
*****
SAİT NURSİ’Yİ DEĞİL, İMANINIZI KURTARIN
Yusuf Karaca
Yeni Mesaj Gazetesi Köşe Yazarı
yusufkaraca@yenimesaj.com.tr
Nurcular, büyük bir panik içindeler.
Feto darbesi ile bir anda Sait Nursi’yi veya nurculuğu kurtarma derdine düştüler. Çünkü Sait Nursi, Gülen’in hocası?
İlk ve en büyük “diyalogcu” Sait Nursi’dir. 1950’de Papa XII. Pius’a mektup yazarak, Rusya’ya karşı(güya dinsizliğe karşı) birlikte mücadele etmeyi teklif etmiş ilk NATO’cu ilk ‘yeşil kuşak’çı sözde hocadır.
Gülen ne yaptıysa, hocasını taklit ettiği için yapmıştır. Sait Nursi’de darbecidir mesela. Abdulhamit’e yapılan darbe teşebbüsünün içinde o çıkmıştır.
ABD ile olmaya Gülen “Ehven-i Şer” demiştir, hocası Sait Nursi’de aynı şeyi demiştir. NATO’nun Sait Nursi eksenli kurduğu “yeşil kuşak” Gülen ile devam ettirildi.
Şimdi, ABD Gülen’i neden besliyor anladınız mı?
Hangi güçle dünyanın dört bir yanına okul açtığını anladınız mı?
Adam NATO’ya kökten bağlı!
ABD, neden versin derin NATO elamanını?
Ve şuan, iktidarın Feto’ya karşı verdiği mücadelede, Sait Nursi’yi kurtarma gayretlerinin, ABD’den bağımsız olduğunu düşünmeyin derim. Nurculuğa yeni bir Gülen veya ağlayan aranıyor.
Basit bir soru soruyorum:
Nursi nerede yatar?
Devletin bütün kaydı kuydu ellerinde olanlar, neden bir Sait Nursi mezarı gösteremezler?
Veya Nurcular, iktidardan neden böyle bir şey istemezler?
Dersim olaylarını gündeme taşıyanlar, neden Sait Nursi mezarı hakkında konuşmazlar?
Rahmetli Altındal, aracımla evine bıraktığım bir akşam, Nursi’nin Vatikan’da yatıyor olabileceğini söylemişti.
Basit bir soru daha sorayım: Sait Nursi neden hacca gitmedi?
Dünyaya okullar açan Gülen’in hacca gitmemesi, hocası Sait Nursi’yi örnek aldığından olamaz mı?
Tıpkı evlenmemesi gibi?
Evet, ne Nursi, ne de Gülen hacca gitmemişlerdir.
Neden?
İslam’ın beş şartından bir değil mi hac?
Nursi’nin parası yok diyelim, peki Gülen’in de mi yok? Kaldı ki, Sait Nursi’nin parasız olduğu da söylenemez. Abdulahamit’in üniversite kurması için verdiği parayı yediği de önemli iddialar arasındadır.
Kısacası Sait Nursi arka ayağını kaldırmış, Gülen ön ayağını basmış. Bu kadar izinde “sağlam” yürüyen bir talebe!
Şimdi bu talebe sakat çıkınca, hocasını kurtarma derdine düştüler. “Zaman imanı kurtarma zamanı!” olmaktan çıkıp, birden, Sait Nursi’yi kurtarma zamanına dönüşüverdi.
Onlara bir tavsiyem var: Sait Nursi’yi değil, imanınızı kurtarın!
Sait Nursi kitabına değil, Allah’ın kitabına sarılın!
Sait Nursi sözlerine değil, Peygamberin mübarek sözlerine kulak verin!
Sait Nursi kendini kurtarsın önce!
Tabi ölüp gittiği için, bu da imkânsız. Tövbe kapısı ölenler için kapalı ama siz yaşayan ölüler için açıktır.
Lütfen tövbe edin!
Sık sık şahadet getirip, iman tazeleyin!
Allah’ın dinleri yoktur. Hak olan sadece İslam’ı var. Tövbe edip iman tazelemek her Müslüman için gereklidir. İnsanız hata ve günaha düşeriz, önemli olan küfre düşememek.
İslam’dan başka din edinenler, Kur’an’a “paralel” kitap edinenler, hadislere “paralel”, SÖZLER dinleyenler emin olun, imanlarını kurtaramazalar.
Gülen’in “diyalog’la papazları “Müslüman” etmediğini ama aslında tam tersinin olduğunu söylediğimizde bizlere Gülen savunması yapanlar 15 Temmuz’da gördüler gerçekleri.
Din ve imanımıza “Nurculuk” darbesi indirilmesine artık müsaade etmeyin. NATO’nun FETÖ darbesini aldıktan sonra NATO’nun “Sait Nursi ile devam” oyununa kimse gelmesin.
Soruyorum, Türk ve Müslüman olan herkese: Hıristiyan şehit olur mu? Olmaz. Peki, “olur!” diyen Müslüman kalır mı?
İşte Sait Nursi, Anzaklar’ın “şehit” olduğunu iddia eden en büyük nursuzdur. Bırakın âlimi, önce Müslüman olsunlar be!..
Mehmetçiğin imanını Çanakkale’de boğmaya gelirken boğulan Anzaklar, İngiliz’e askerlik yapan Hıristiyanlardı.
Bunlara neden “şehit” diyor bu nursuzlar, hiç düşündük mü?
İngiliz gemisine binen kendilerine “Alim” densin diye!
Ölürse şehit, kalırsa alim!
İngiliz dişine göre İslam!
Bugün de, ABD dişine göre İslam!
Kürt Teali cemiyetini kuran üçüncü adamdır Sait Nursi. Bu kadar kafi, öyle her nursuz bana kızmasın, dökerim belgeleri bak!
*****
Biz Suudi Hanedanının, Yahudi akrabaları vardır. Yahudilere karşı husumet besleyen Arap ve İslam otoriteleriyle aynı noktada değiliz. Bizim ülkemiz, Yahudiliğin ilk kaynağı olup. Yer yüzüne, dağıldığı yerdir. (Suudi Arabistan Kralı Faysal-Washington Post Gazetesi-17 Eylül 1969)
****
ABDÜLHAMİT DÖNEMİNDE AÇILAN FABRİKALAR;
-İlk rakı fabrikası-İlk bira fabrikası-İlk tütün fabrikası-İlk şampanya fabrikası, bunlar hep Abdulhamit döneminde kuruldu. İlk kerhaneyi’de Abdulhamit açtırdı, daha sayayım mı ? (İlber Ortaylı)
-Abdülhamid, açtırmadı. Gayrımüslim vatandaşların, açma isteğine izin verdi. Tarihe bakılırsa, söylediğimiz bilgi görülecektir.(Ümit Harun)
*****
BÜLENT ECEVİT KİMDİR ?
(Mehmet Baygın-facebook)
Bülent Ecevit’in ABD’ye ilk gidişi USIS (U.S. information servise bursuyla olmuş. ABD’ye davet edilen ilk Türk gazetecisi olma ünvanına ve şerefine sahiptir. Winston ve Salem sigaraların üretildiği North Carolinada yayınlanan Winston Salem journal ile winston-salem sentinel’de 3 ay çalışıp diğer 3 ayda bütün abd’yi gezmiştir toplam burs tutarı o dönem için astronomik bir rakam 5 bin dolardır.
Gazeteci dediysek meziyetlerin den değil Gazeteci olmak istiyorum diyor ve CHP’nin yayın organında işe başlatıyorlar.
Rockefeller isimli kötülükler İmparatorluğu’nun verdiği bursla 1957’de ikinci kez ABD’ye gidiyor.
Sosyal psikoloji ve ortadoğu tarihi üzerine çalışıyor hocası Henry kissen gerdir.
Hocası kissinger ile olan yakınlığı Bütün hayatı boyunca sürmüştür.
1974 Kıbrıs Harekatı esnasında her gün saatlerce telefonda konuşuyorlar.
1953’de Fransa İtalya ve Portekizi’de kapsayan bir NATObölgesinde davet ediliyor.
Genç gazeteci NATO’ya akıl verip komünizme karşı sadece askeri silahlanmaya ya değil manevi silahlanmaya da ihtiyaç vardır diyor bu sözlerinin semeresini görecektir.
1955’te NATO tarafından üye ülkelerden toplam 20 gazeteci Kanada’ya davet ediliyor Türkiye’yi temsilen davet edilen sadece genç gazeteci Bülent Ecevit ‘tir
Bir ara BBC Londra’da çalışmışlığı da var o dönem Can Yücel ile aynı evi paylaşıyor.
İsmet İnönü’nün ABD’li yetkililerle görüşmelerinde yayınlanan yayında bir siyasetçi olarak yükselen değerlere uygun olarak Yıldızı parlamaya başlıyor.
Çalışma Bakanlığı esnasında Ereğli Demir Çelik Erdemir tesislerinin müteahhiti ünlü Amerikan firması morisson nun işten attığı 300 işçiye karşı firmayı tutuyor.
Tırmanan sol dalganın önüne set olması için piyasaya sürüldü 2 başbakanlığı öncesinde Ataköy’deki oteller de kurulan ünlü milletvekilliği pazarında tarafına geçen milletvekillerinin her birine bakanlık vererek tarihe geçti.
12 Eylül esnasında telefonla ekibine verdiği ve her sözü Kenan evrene giden konuşmalarında askerlere yardımcı olmak gerekir demişti bilderberg mensubuydu.
Bülent Ecevit’in babaannesi Refik Halit Karay’ın teyzesi olur Refik halid’in kardeşi ise Engin noyan’ın dedesidir Engin Noyan TV’de anlattıklarına aşağıda aktarırken utanıyoruz.
Eser’le birlikte büyük bir sınava gireceğimiz için çok heyecanlıydı Düşünsenize Koskoca Amerikan başkanı karşısında program yapıyorsunuz piyanonun başına geçer geçmez omzundan aşağı korkunç bir ağrı başladı.
canımı dişime takmış bir halde programa devam ettim ancak ağrılarım dayanılır gibi değildi asla yarıda bırakmayı düşünmüyordu ve ağrılarıma rağmen canlı müziğimize devam ettik Daha sonra Başkan Bush yanıma geldi ve teşekkür etmek amacıyla omuzuma ve ağrıyan koluma dokundu.
Allah’ım O ne kadar uhrevi bir dokunuştu öyle.
Bush’un ellerinin dokunduğu yerler aniden tatlı bir uyuşukluğa büründü ve tüm ağrılarım geçti.
Evet evet bir mucize gerçekleşmişti ve omzumun ve kolumun tüm ağrısı bush’un o mübarek ellerini verdiği şifa ile dinmişti.
Adam Buz Türkiye’ye geldiğinde Bu kez eser noyan’ın ağrıyan sırtı için Engin Noyan bush’tan eşinin sırtına dokunmasını istemiş ve Bush’ta dokunmuştu.
(Tayfun Er Erguvaniler kitabından alıntıdır.)
****
TÜRK SANAYİCİLERİ VE İŞ ADAMLARI (TÜSİAD) BAŞKANI SİMONE KASLOWSKİ KİMDİR?
Simone Kaslowski 1963 yılında İtalya’nın Torino şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Aldo Kaslowski (D.1937),annesi Guia Kaslowski’dir. Organik Kimya’nın Genel Müdürü Stefano Kaslowski (D.1968) kardeşidir. Simone Kaslowski, İtalyan asıllı olmasına rağmen Türkçeyi çok iyi konuşmaktadır.
İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamlayan Simone Kaslowski ABD’de Clark Worcester Üniversitesi’nden 1984 yılında mezun olduktan sonra, 1985 yılında aile şirketi olan Organik Kimya İstanbul’da satış bölümünde göreve başladı.
Organik Kimya üretim ürünlerinin ihracat pazarını geliştirme yönünde çalışmalar yapan Kaslowski 1993 yılında Organik Kimya’nın satış bölümü yöneticisi oldu. Yatırım projelerinde aktif olarak görev aldı. 1995 yılında Organik Kimya CEO’su olan ve Yönetim Kurulu Üyeliği’ni üstlenen Kaslowski firmanın büyümesine liderlik etti. Halihazırda 80’den fazla ülkede faaliyet gösteren Organik Kimya, İstanbul’da Kemerburgaz ve Tuzla’da, yurtdışında ise Hollanda’nın Roterdam ve İsviçre’nin Lugano kentlerindeki üretim tesislerinde yılda 250 bin ton kapasiteyle üretim yapıyor ve distribütörlük faaliyetleri yürütüyor.
Simone Kaslowski kimya sektörünün gelişimi için önemli sivil toplum projeleri geliştirilmesine öncülük yaptı ve Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği bünyesinde “Kimya İhtisas Bölgesi” Chemport projesinin hayata geçirilmesine yönelik girişimlere katkıda bulundu. TÜSİAD bünyesindeki çalışmalarına ilk olarak Kimya Görev Gücü Başkanlığı görevini üstlenerek başladı. 2013 yılından bu yana TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi olan Kaslowski, bu süre içinde önce AB İşleri Komisyonu Başkanlığı, ardından da Küresel İlişkiler ve AB Yuvarlak Masası Başkanlığı görevlerini yürütmüştür. Kaslowski TÜSİAD Yönetim Kurulu’ndaki sorumlulukları kapsamında başta AB ve ABD olmak üzere Türkiye’nin küresel ilişkilerinin geliştirilmesi yolunda çalışmalar gerçekleştirmiştir.
Kaslowski evli ve üç çocuk babasıdır. İngilizce, İtalyanca ve Fransızca bilmektedir.
****
ATATÜRK’ÜN RESMİNİ İNDİRMEYE ÇALIŞAN İNGİLİZ OKUL MÜDÜRÜNÜ;ALPASLAN TÜRKEŞ VE ARKADAŞLARI, NASIL PENCEREDEN AŞAĞIYA ATTI ?
Rüştiyedeyken sınıf arkadaşının Türkeşle geçen günlerinden bir anısı:Türkeş’in ortaokul yıllarındaki sınıf arkadaşıdır Ahmet Munis Bey. Otobüs Lefke’ye doğru yol alırken Türkeşli yılları yeniden yaşıyormuş gibi anlatmaya başlar:
“- Ortaokuldayız. Müdürümüzün tayini çıkmıştı, nereye gitti bilmiyoruz ?. Yerine yeni bir İngiliz müdür geldi. Çam yarması gibi derler ya, işte öyle bir İngiliz. Sınıfa girdiği gün bizi şöyle bir iyice süzdü, süzdü. Sonra gözü, dolabın üzerindeki ipe asılı Atatürk’ün resmine takıldı… Yüzü buruştu, rengi değişti..”
Ahmet Munis Bey bir an duraklar ve devam eder:
“- Çam yarması İngiliz Müdür dişlerini sıkarak bize döndü, eli ile Atatürk’ün resmini işaret ederek, ‘Çabuk şu resmi indirin’ diye bağırdı.”
“- Hepimiz uyuşmuş gibiydik. Kimse yerinden kımıldayamıyordu. İngiliz Müdür aynı cümleyi üç defa tekrarladı fakat Atatürk’ün resmini indirmek için yerinden kıpırdayan bir Türk evladı olmadı. ‘İndirin şu resmi’ cümlesini son defa tekrarlayınca Türkeş kalktı ve İngiliz’e bağırdı:
‘- Bize o resmi kimse indirtemez. Cesaretin varsa sen indir de görelim!’
İngiliz müdür öfkeden kıpkırmızı olmuştu. O çam yarması vücuduyla yay gibi fırlayarak bir sandalyeye çıktı ve ipi kopardı ki, daha inmesine fırsat kalmadan Türkeş yerinden fırladı sandalyeyi hızla iterek İngiliz’i yere düşürdü. Sonra bize döndü,
‘Çabuk olun, tutun ayaklarından’ diye bağırdı. Biz de söyleneni yaptık, müdürü karga tulumba Türkeş’le tutarak pencereden aşağı savuruverdik..”
yine onun çocukluk arkadaşlarından birisinin anlatımıyla Türkeş;
“O, küçükken bile ruhunu sarmış olan Türklük ateşi ile yanardı. Türkler’in Kıbrıs’ı mutlaka kurtaracağını hatta kendisi büyüyünce asker olup Kıbrıs Türkleri’ni özgürlüğüne kavuşturacağını söylerdi.
Tek hedefimiz, İngilizleri Ada’dan kovup özgürlüğe kavuşmaktı. Türkeş, böyle bir ruh hali içinde Türkiye’ye geldi ve subay oldu.” (Dr.Fikret Alkan)
NOT.HİÇ BİR KİMSE, BOŞUNA KAHRAMAN OLMUYOR.
****
HER ÖĞRETMEN BÖYLE OLMALIDIR…
Diyarbakır’da görev yapan bir öğretmen, Matematik dersinde;
– Bir kasada şu kadar çilek varsa 10 kasada kaç çilek vardır. diye öğrencilerine bir soru soruyor. Öğrenciler;
– Öğretmenim, çilek nedir ?
Çilek nasıl bir meyvedir, anlatıyor öğretmen.
– Biz hiç çilek yemedik… diyor öğrenciler.
Bunu üzerine öğretmen pes etmiyor, oturup Bursa’daki tarım firmalarına toprak numunesi yolluyor ve diyor ki;
– Bu toprakta çilek yetişir mi ?
Bursa’daki firmalardan cevap geliyor.
– Evet, Diyarbakır şartlarında çilek yetişir.
Hatta mektubun yanında, çilek fideleri ve yetiştirme şeklini anlatan bir tarif yolluyorlar. Öğretmen öğrencilerine okuyor gelen mektubu, çileğin nasıl yetistirileceğini, çıkarıyor bahçeye ve diyor ki;
– Bu sene size matematikten sınav yok.
Öğrenciler;
-Ee nasıl not alacağız öğretmenim ?
Hepsine bahçeyi kazdırıp, çilekleri diktirip. Can sularını verdikten sonra, her birine dörder çilek fidesi verip;
– Şimdi gideceksiniz evinize, anne babanıza size öğrettiğim gibi öğreteceksiniz.
Çocuklar evlerine gidip, durumu anlatıyor ve çilekleri dikiyorlar ve öğretmen diyor ki;
-Çilek mevsimi gelince getireceksiniz, tabakta 10 tane çileye bir not alacaksınız.
Çocuklar, tabaklarla getiriyorlar. Çilekleri sayıyor öğretmen, eksik olanlara da tam not veriyor ve sonra diyor ki;
– Çocuklar tadı nasılmış ?
Öğrenciler;
-Valla, ucunda bir tane var diye yiyemedik öğretmenim.
-Hadi bakalım yiyin diyor öğretmen.
Çocuklar, ağızlarını burunlarını bulaştıra bulaştıra yiyorlar çilekleri.
Aradan iki yıl geçtikten sonra, çilek girmemiş o köyün halkı şu anda Diyarbakır pazarında çilek satıyorlar.
Şimdi düşünüyorum da, gerçekten öğretmen olmak bu işte.
Tahtada, müfredat anlatmak değil.
Bulunduğun yere, bulunduğun ülkeye. Okula, bir şeyler katmaktır.
****
DEĞERLİ ÜYELERİMİZ VE TAKİPÇİLERİMİZ
Hepiniz tarafından çok iyi bilindiği üzere, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü olarak, enformasyon çağı ve bilgi savaşlarının yanında tüm dünyayı kasıp kavuran pandemik virüs salgınının yaşandığı bu çağda amacımız, uluslararası politik, sosyolojik, ekonomik ve kültürel değişimin yaşanacağı bu süreçte 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü olarak rol almak ve katkıda bulunmak üzere bilgi, fikir, analiz üretmek ve gerektiğinde öneride bulunmaktır.
Enstitü olarak ana amaçlarımız arasında ülkemizin kuruluş esaslarının muhafaza edilerek geliştirilmesi, milli bütünlüğümüzün sağlanması, milli bekamızın ve menfaatlerimizin gerçekleştirilmesi için devlet, siyaset ve toplumumuzun önüne somut stratejiler, projeler ve politika seçenekleri önermek de bulunmaktadır.
Çalışmalarımız ve analizlerimiz ile ülkemizin kilit politika yapıcılarına, karar vericilerine ve düşünürlerine yardımcı olduğumuzda, Enstitü olarak görevimizi yapmanın mutluluğunu yaşayacağız.
Tüm bunların gerçekleştirilmesi için çalışmalarımızda, araştırmalarımızda ve etkinliklerimizde sizleri 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü gönüllüleri olarak aramızda görmekten, sizlerin görüş/öneri/katkılarınızı almaktan da büyük bir memnuniyet duyacağız.
Bu çerçevede yapmış olduğumuz çalışmaları günlük bülten başta olmak üzere makale, rapor ve fikir tankında bulunan haberleri e-posta üzerinden sizlerle paylaşacağımızı da bildirmek istiyoruz.
Bahse konu tüm çalışmalar halen devam eden koronavirüs salgını süresince ücretsiz olarak erişime açılmıştır.
Enstitü olarak temel amacımız görev ve sorumluluklarımızın bilincinde, yürütülen hizmetlerde vizyon ve misyonumuz ile Atatürk ilke ve inkılapları ışığında, ülkemizde ve dünyamızda iz bırakmak üzere, hep daha iyiye daha güzele gitmektir.
Bu düşünceler ile sizleri 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsünün seçkin bir üyesi olmaya, hep birlikte daha müreffeh bir ülke ve dünya olmak için bizlere destek olmaya birlikte çalışmaya davet ediyorum.
Bizlere, çalışmalarımıza, enstitümüze vereceğiniz her türlü destek Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız” hedefi doğrultusunda arzu ettiğimiz muasır medeniyete ulaşmamıza katkı sağlayacaktır.
Saygılarımla.
Mehmet Zeki Bodur
21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı
Ahlatlıbel Mahallesi, 1830 Sk. No.39 İncek-Çankaya-Ankara
Tel.0-312-489 18 01
E Posta.bilgi@21yyte.org
Web Sitesi.www.21yyte.org
****
DİN TÜCCARLARINDAN UZAK DURUN
Mehmet Tekeci (Emekli İmam-Facebook)
1990’lı yılların, sonu idi. Tarikattan ayrılmaya, karar vermiştim. Dönme dolap gibi döndüğümü ve o dolabı çeviren eşekler gibi, kullanıldığımızı fark etmiştim. Bu kararımı duyanlar, “Şeyhin gazabına uğrarsın, şeyh sana rahat vermez. Gün yüzü, görmezsin.” diye korkutuyorlardı. Hatta hiç unutmam, tarikattan tanıdığım bir arkadaş ile onun bakkalında konuşurken yerde duran sodalardan iki tanesi aşırı sıcaklığın verdiği basınçla patladı” “Lütfen konuşmayı bırakalım. Şeyhimiz bizi dinliyor, bize işaret gönderdi” dediğini bilirim. O günden bugüne şeyhlerden, kerameti kendinden menkul mürşitlerden, yaradan ile insanın arasına giren adı ne olursa olsun tüccarlardan uzak duruyorum. Fiziksel ve ruhsal sağlığımı böyle koruyorum. Zira bir şarlatanın eline düştüğünüzde, ruh sağlığınızı korumanız mümkün değildir. Yıllardır buradan herkese aldığım bütün tehditlere, hakaretlere ve aşağılanmalara rağmen şunu söylüyorum. Gerek mürşit adı altında ve gerekse spiritüellik adı altında sizi kendine bağlayan herkesten uzak durun. Bu kişilerden uzak durduğunuzda size yapabilecekleri hiç bir kötülük yoktur.
Bu adamların sizin ruh dünyanızı karartmak ve cebinizdeki parayı çekmekten başka, bir işlevleri yoktur. Kendi yolunuzu, kendiniz yürüyünüz. Yolunuzu, kendiniz düzeltiniz. Hedeflerinize giderken, yürüdüğünüz yolun projesini başkasına çizdirtmeyiniz. İnsanın düştüğü yer, aynı zamanda kalktığı yerdir. Benim düştüğüm yer, din tüccarlarının insanları sömürdüğü bir yerdi. O günden beridir, insanları bu tüccarlardan korumaya ve haberdar etmeye çalışıyorum. Din tüccarlarından ve spiritüel tüccarlardan, uzak durun. Ruh sağlığınızı kaybetmeyin..