Dönüş | Zeynep Mete Uçak
DÖNÜŞ
Sanki yıllarca evime girmemiştim. Kapının üst tarafında ki mozaik camların tozdan renkleri solmuştu. Ahşap kapının kolunu çevirmek için elimi uzattığımda anahtar aklıma geldi ceplerimi karıştırdım, anahtar yoktu. “İnşallah bir yerlerde düşürmemişimdir” dedim içimden.
Yunus balığı figürlü, yanında gerçek deniz kabuklarından oluşan anahtarlığa bir şekilde bağımlıydım Annemin elleriyle toplayıp, tasarladığı güzel nesnelerden sadece biriydi. Önemi ise onu satmadan, bana özel yapmasıydı. “Neyse” dedim. “içeride bırakmışımdır muhtemelen.” Kapının kolunu kilitli olabileceğini düşünerek çevirdim. Kapı sonuna kadar açılmıştı. Şaşırarak içeriye bir iki adım attım, demek ki Çağlar evdeydi. Holün ortasına serdiğim geometrik desenlerin canlı renklerle dans ettiği, antika kilim, ayak izleri ile toz bulutu arasında sıkışıp kalmıştı.
“Kim ayakkabılarıyla girdi ki?” Benim temizlik hastası olduğumu bilmeyen yoktu. Aşırı titiz bir insana yapılacak en büyük kötülüğü yapmışlar evde parti vermişlerdi sanki. Koltukların üstüne serdiğim kar beyaz örtülerde grimsi, sarımsı lekeler oluşmuş buruşuk bir kâğıt gibi atıl bir vaziyette duruyorlardı. Kalbim küt küt atmaya başlamıştı.
Nefes alamayacak duruma gelmiştim, göğsümü tuta tuta ahşap merdivenlerin başını yakalayabildim. Her gün yedi defa sildiğim merdivenlerde yine toz toprak içindeydi. Ayaklarımın ucuna basa basa yavaş fakat emin adımlarla yukarıya çıktım. Dikkatimi her defasında gıcırdayan merdivenler çekmişti bu sefer.
Sanki üstlerine hiç basmıyormuş gibi sessizdiler. Hâlbuki ne söylenirlerdi bana. Kolay mı günde yedi defa silinip paklanmak, haftada bir defa cilalanmak. İçlerine işlemişti ahşap temizleyicilerin kokusu.
Yukarıda mutfağa yöneldim, eski evin diğer bölümlerine nazaran mutfak son derece moderndi. Annem sadece mutfağı değiştirmeme izin vermişti. Önce kapıdan bakacaktım sadece, yoksa kalbim kaldırmazdı aynı sahneleri görmeye.
Uzaktan da olsa tezgâhı gördüğümde kalbim durmak üzereydi; bütün bulaşıklar lavabonun içine yığılmıştı. Dolaplarda ki bardakların hepsi tezgâhın üstündeydi, bazıları kirli bazıları temiz. Mutfak beni görünce sanki utandı halinden Efil.
Efil, çamaşır suyu kokusu yerine, çöp poşetinden sızan küflenmiş yemek kokuyordu. Öğürecek gibi oldum, geri çekilirken yere kapaklandım. Dizlerim mi kanamıştı? En sevdiğim yan cepli sarı elbisem bir anda kırmızıya boyanmıştı. Nerem kanıyordu? Kanın nereden geldiğini çözememiştim. Hiçbir yerim acımıyordu.
Nasıl çıkaracaktım bu mantığa aykırı lekeyi üstümden? Yattığım yerde yatak odasını görebiliyordum. Kalktım o tarafa doğru ilerledim, kapının önünde durdum. İşte Çağlar arkası dönük oturuyordu elinde bitmek üzere olan sigarası, kendini yemiş bitirmişti. Sehpanın üzerindeki küllük taşmış, güzelim kiraz rengindeki ahşap parkelerim mahvolmuştu. Yatak dağınık bir şekilde duruyordu. Annem yaşasaydı büyük ihtimalle ‘’it oynamış, yonca tarlasına dönmüş’’derdi, oda için .
Annem Çağlar’la evlenmemi de istememişti zaten. İlk defa anneme karşı gelmiştim. Çağlar beni her halimle kabul etmişti. Yani bütün takıntılarımla ve düzelmeye de başlamıştım. Belki Çağlar’ın psikiyatrist olması, belki de kullandığım ilaçlar iyi geliyordu bana.
Peki, ne olmuştu? Niye evim bu haldeydi? Ev bu hale gelirken, ben neredeydim? Niçin hiçbir şey hatırlamıyordum?
Yerlerde ki küllere basmamak için adeta parmaklarımın ucunda yürüyerek Çağlar’ın yanına geldim, diğer berjere oturacaktım ki üstündeki uçuşan küller ve toz, eflatun berjeri griye döndürmüştü. Ayakta durarak sert bir halde Çağlar’a baktım. Çağlar o kadar uzaklara dalmıştı ki beni fark etmemişti. Çağlar’ı ilk defa kirli sakalıyla bu şekilde görüyordum. Düşkün, aciz, düşünceli, hangi anlamı, hangi kelimeye yükleyeceğimi şaşırmıştım ve bu kelimeleri de Çağlar’a yüklemek çok edepsizce olurdu. Çünkü bunların hiçbirisi yakışmazdı ona. Çağlar bitmiş sigarasını taşmış küllüğe bir daha bastırdı izmaritleri döke saça.
‘’Senin bana hiç saygın yok mu?’’ diye bağırdım…
Öylece durup suratıma baktı, sanki orada değilmişim gibi. Arkasına döndü bir sigara daha yakmak için paketine uzandı. Ağzının içinde bir şeyler söylendi sigarasını yakarken.
‘’Neredesin Meyra?
‘’Ne oldu sen bu kadar sigara içmezdin’’ dedim.
‘’Bir haftadır yoksun, yokluğunu ne sigara ne içki kapatıyor.‘’
Parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigarasını bırakmadan saçlarının arasından geçirdiği elini hızla sehpaya yumruk olarak döndürdü. ‘’Hep benim suçum!’’ dedi’’ hep benim suçum!‘’
Gözlerimi ondan ayırmadan ‘’ne!’’ dedim.
Ne senin suçun? Ne yaptın?
-Ah Meyra niçin, neden yaptın bunu?
Hayretler içindeydim, ne yapmıştım, niye hiçbir şey hatırlamıyordum, peki bir haftadır nerdeydim?
Bana doğru iki adım attı. O kadar perişan görünüyordu ki bu benim kocam değildi. Hatırlamadığım bir hafta vardı, ama sonuçta gelmiştim.
’’İşte geldim’’ dedim sessizce. ‘’Ne olduysa oldu, işte sana döndüm’’.
‘’Dönsen ne olacak? Ne değişecek? Yine gideceksin değil mi?”
Sözlerini hiç kesmeden sesini daha da yükselterek devam etti ,‘’Ah sen” dedi.
Meyra ünlü yazar Meyra Karadan. Kendine hep yazmak için bir şeyler aradın, olaylar yarattın, sözcüklerin efendisi Meyra. Bana dönerek seslendi;
-Konuşmayı sevmiyor musun? Ama kelimeleri seviyorsun. Onları allayıp pullayıp satmayı seviyorsun. Çok mu pahalı senin sözcüklerin! Hayatından daha mı pahalı!
Ben bilemiyordum, düşünemiyordum. Niye gittiğimi de hatırlamıyordum. Karşısında duran aynaya bakarak, ‘’Şu haline bak’’ dedi.’’ İnsanlıktan çıkmışsın.’’
Aramız ne kadar kötü olsa da, o gün ne kadar kötü görünsem de bana bu şekilde konuştuğunu duymamıştım. ‘’Ama ben’’ diyebildim tozlu berjere otururken.
Aşağıdan gelen sesle ikimizde irkilmiştik. Çağlar diye seslendi. Çağlar yatak odasının kapısına doğru yöneldiğinde ayak sesleri de yaklaşmıştı.
-Çağlar dostum nasılsın! Demeyeceğim berbat görünüyorsun.
Bu Çağların doktor arkadaşı Harun’du kapının önüne kadar gelmişti, odaya şöyle bir göz gezdirdikten sonra bana selam vermeden kafasını geri çekti. Çağlar ile konuşacak çok şeyimiz olmasına rağmen o da arkasına bakmadan ilerledi. Çalışma odasından sesleri geliyordu.
Bitap bir şekilde yerimden kalktım, çalışma odasının girişinde durdum, arkası dönüktü ikisininde; masamı bıraktığım şekilde bulmuştum tek farkı son romanımın üstündeki kan lekeleri ve yerde parkenin üzerine tebeşirle çizilmiş resimdi, çocukların çizdiği Cin Ali gibi.
-Bak Harun bak, son yazdığı roman’’DÖNÜŞ’’ bak sonunda ne yazıyor. Bu roman bitmiş! Ama onu bastırmayacağım…
Eşiğin hemen arkasına, duvar dibine çömeldim. Artık umrumda değildi tozlar, küfler kokular. Gerçekten ölmüş olabilir miydim? Kan lekesinin başladığı yere baktım göğsümün ortasına.
-Dostum kendini suçlama artık. Bunu bilemezdin!
-Görmeliydim dostum, ama iyiye gidiyordu ilaçlar terapi işe yarıyordu. Hastalığın karakter ve davranış bozukluğuna sebep olduğunu bile bile görmezden geldim; çünkü o iyileşiyordu. Sevdiğim kadın geri dönmüştü Harun.
-Unutma o sadece OKB hastası değildi ayrıca demans da vardı.
Bir an beynimde fırtınalar koptu.Kopuk kopuk da olsa son gün aklıma geliyordu. Romanımın ana karakteri ekmek bıçağıyla intihar etmişti. Yerdeki çizim, yerdeki ben miydim? Ama Çağlar haklıydı ben iyileşmiştim. Demansı yenmiş sayılırdım.
Yerimden ani bir hamle ile kalktım..
“Amaan yeter bu kadar şaka” deyip içeri daldım. Çağların boynuna sarıldım ve sımsıcak öptüm yanağından. Titreyerek geri çekti kendini.
-Ne oldu dostum bembeyaz oldun.
-Bilmiyorum sanki Meyra burada; nefesini duydum ,sıcaklığını hissettim, hatta varlığını o burada bizi dinliyor.
“O gitti Çağlar! Gel önce mezarlığa gidelim, sonrada bana çıkarız, banyo yaparsın, yemek yeriz. İyi gelir sana.”
Çağlar onaylarcasına başını salladı. Benim ise göğsüm kanamaya ve acımaya başladı. Ben ise intiharımı artık çok iyi hatırlıyordum. Kendimi ana karakterimin yerine koymuştum, hiç düşünmeden mutfağa gidip ekmek bıçağını alarak geri dönmüştüm.
Önceki bir haftayı hatırlamıyorum, sadece bir cenazenin arkasından yürüdüğümü, onun mezara konulmasını hatırlıyorum. Babamın mezar başında içli içli ağlayışına tanıklık ediyorum ve kardeşim Musa’nın pür dikkat mezara baktığını, dudaklarından dökülen ayetleri anımsıyorum.
Çok sevdiğim eşim için geri gelmiştim. Arkalarından indim vestiyerdeki anahtarlığım dikkatimi çekti onu almadan çıkamazdı. Tek bir hamle ile nesne dünyasına geçerek anahtarlığın düşmesini sağladım. İkisinin de dikkatini çekmiştim.
Şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Harun.
-Beklide haklısın dostum! Meyra hala buralarda …
dedi anahtarlığı yerden alırken.
Beraber ebedi ikametgâhıma gittik. Mezar taşında;
“Meyra Karadan ruhuna El Fatiha” yazıyordu. Dualarını okuduktan sonra Harun ikimizi yalnız bırakarak ilerledi.
-Beni affet, dedi. Çağlar. Seni çok seviyorum ve hep seveceğim dedi ağlayarak. Topraktan bir avuç alarak serpiştirdi. Bir süs çamı ekmişler, bir de pembe güller…
Hoşça kal dedim gülleri koklarken hoşça kal!
Zeynep Mete Uçak