Dolar 34,4910
Euro 36,3975
Altın 2.965,97
BİST 9.261,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

Destanımsı Bir Aşk İlanı | İhsan Kutlu

22.05.2023
348
A+
A-
Destanımsı Bir Aşk İlanı | İhsan Kutlu

    İki gün önce ADANA’da rastlantı olarak çok sevdiğim DÜZİÇİ’li dostlarla buluştum. Elbette birden 50 yıl öncesine dönüverdik ve tek tek sevdiklerimizin kulaklarını çınlattık. Aramızda, Ahmet Özdemir hocamızın ‘Hala Müslüman olamadı mı o?’ dediği Gavur Ali de vardı. Nyese, sevgiyle bir büyük kaybımızı da andık; KOÇAK’ı. Ben bu nedenle başka sevenleri de onu ansın diye Romanımdan bir alıntı koyuyorum. Aşırı zekası, Yeteneği ve Yaratıcılığı onu erken aramızdan ayırdı. Mekanı Cennet olsun.

NOT: Yazar olma hevesim, sanırım Koçak ile başladı. Düziçi Öğretmen okulundayken, ‘birlikte sözlü olarak senaryolar – skeçler oluştururduk; o müthiş tiyatro ve taklit ustasıydı ve bunu oyunlaştırırdı. Sonra yillar sonra bunu ROMAN yazarak sürdürdüm. Keşke hayatta olsaydı, daha neler neler yazardık…. Elbette Romanın tümü okunduğunda bu alıntı asıl ve tam bir anlama kavuşur ama ben böyle olmasına da razıyım. Onun söz ve yaratma yetisi ortaya çıkıyor.


Çayın ılık, berrak suyu taşları yalayarak, kenarındaki kamış, ot ve çalıları okşar gibi sallayarak yoluna devam ediyordu.: Her akarsu gibi hedefine, anasına, koynundan doğduğu asıl evine, yani denize doğru.

Ne ince ve ne güzel melodiydi suyun mırıldandığı!

Ayten ve Koçak el ele, diz dize yumuşak bir toprağın üzerine, bahçe kenarına oturmuşlar, gözlerini konuşmaksızın aynı yere dikmişlerdi; bir hayat gibi akıp giden suya. Sessizliği bozan, sonunda Ayten oldu. Siyah saçını arkadan topuz yapmış, çiçekli eteğinin üzerine mavimtırak bir gömlek giymişti bu kez, tatlı ve melodik sesiyle konuştu.:

“Tek bir korku var içimde Koçak, kurşun gibi yüreğime oturuyor, bir cıva gibi içimi parçalıyor, bir türlü beynimden uzaklaştıramı-yorum.”

“Korkmanın hiçbir dayanağı, gerekçesi, temeli ve nedeni yok Ayten. İnan bana!” Ve Koçak ayağa kalkarak sözünü sürdürdü, boyu çok çok uzun göründü Ayten’e. Oturan kıza üstten bakarken güven aşılıyordu ve konuşurken de çok ciddi, çok yürekli görünüyordu.: “Sen istedikten sonra, sen bir karara vardıktan sonra, direngen ve dayanıklı olduğun sürece, bütün acun ve hatta NATO kuvvetleri birleşerek üzerime yürüse, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Askeri müdahale için  oy birliğiyle karar bile almış olsa,

‘Ordunun dereleri aksa yukarı aksa

Vermem seni ellere Ordu üstüme kalksa!’

türküsünü belgi yapar,; seni benden almak isteyen güçlere, hile ve desiseden gayrı hiçbir mahareti olmayan gaflet ve dealalet içindeki fitne ve fesat istihsal eden menfur emel sahiplerine ve bilcümle şer kuvvetlerine karşı iman dolu göğsümü siper eder, tek başıma hepsini mahv-u perişan eylerim!”

Ayten, öyle bir hayal kırıklığına uğradı ki, bu adamın galeyana gelince neler söylediğini bilemez oluşundan kaygılanmaya başlamıştı ve geleceklerine olan umudu yer yer sönüyordu. Ayten neler soruyordu, Koçak neler söylüyordu?!

Yeniden başa döndü kız,: ikisi de son sınıftaydı. Ayten, üniversiteye gitmeyi düşünüyor, karşısındaki gencin gelecekleri için neler planladığını bilmek istiyordu ve bundan daha doğal bir hak var mıydı? Ya okumayı bırakıp, Koçak’la ile evlenecek, İskenderun’a taşınıp devlet dairesinin birinde memurluğa başlayacak, ya da uzağa belki Ankara’ya, belki İstanbul’a adım atacaktı. Koçak ne düşünüyor, ne planlıyordu?

Adımını o’na uydurmak, onunla birlikte atmak istiyorsa Ayten, Koçak’ın bundan mutlu olması gerekmez miydi?

“Sen beni sevmiyorsun!” diyerek ayağa kalktı Ayten. İki adım öteye gidip sırtını döndü. “Sevsen böyle yapmazsın.”

Koçak, kızın arkadan bir peri gibi görünüşü karşısında büyülendi, dudakları kurudu, ne diyeceğini bilemez oldu.

“Böyle söyleme Ayten, günah.”

“Evet, yarın okuluna gidiyorsun, ondan sonra en az üç ay birbirimizden uzağız. Gene karşılığı gelmeyen mektuplarım, gizli gizli ağıtlarım ve senden ayrı geçen çileli yaşamım. Daha ne kadar sabredeceğimi sanıyorsun? Sevenler bu yaşta bir karara varıyorlar, Zübeyde sözlendi, haberin var mı,?, yakında nişanı da yapılacak. Peki biz?”

Koçak, iki elini ince belin iki yanından yakalamaya çalıştı. Kız, ise bir yılan balığı gibi kayıp ileriye gitti.

“Dinle Ayten,” diyerek Koçak bu kez kızı sımsıkı tuttu, öne doğru çevirdi ve dudaklarını kızınkiyle birleştirdi. Gözleri açık olduğu için yeni baştan gözlerini yumarak yinelediler.

Az ötede kamışların arasına kamp kurmuş olan Deli Mevlüt’ün gözleri daha bir açıldı, “Puşt Koçak’a bak, kızı yedi tüketti,” diye İzzet’e filmi seslendirmiş oldu.

“Seninle buluşamadığım üç gün içinde başıma gelenleri bir duysan, bana hak verirsin.”

“Hayır dinlemiyorum, gene yalana başladın,.” diye itiraz etti Ayten.

“Otur şöyle, hah.”

Kucak kucağa, el ele otururlarken Koçak ikna edici tarzda o üç heyecan dolu günü anlatmaya başladı.; Ayten’ ile Koçak arasında buluşmayı sağlamak için Zübeyde’nin fır döndüğü günleri özetlemek için keskin zekâasını kullanmaya başladı..

“Anlat, seni dinliyorum,” diye gözlerini Koçak’ın çakır gözlerine dikti Ayten. İçinde kendisini, mutluluğunu ve gelecek güzel günlerini dahi görebildi.

“Birinci gün, buluşma gerçekleşmeyince öyle bir üzüldüm, çıldırdım, bizim dama çıktım, bekledim. O yoldan hep de taksi geçiyor, at arabası, taksi öldürmüyor Ayten, sakat bırakıyor, o yüzden bir türlü cesaret edemedim. Bir de baktım koca bir kamyon göründü, tam evin altına gelince, kendimi damdan önüne attım, gözlerimi de yumdum. Allah kahretsin, yavaş yavaş gelen kamyon, daha ben havadayken öyle bir hızlandı ki, kendimi pamuk harmanlarının ortasında buldum. Herif bir gidiş gidiyor, neyse uzatmaıyayım, ta Ceyhan’da durdu. İner inmez adama çıkıştım. ‘Puşt, niye bir kararda sürmüyor-sun?’ Aadam da bana çıkıştı, kapıştık. Araladılar, mecburen herife bir de yol parası ödedim.”

Su akıyor, Ayten yalan olduğundan hiç kuşku duymadığı bu tatlı sesli adamı dinlemekten özel bir zevk alıyor, sanki bebeklikte annesinin ninnisini dinlermiş gibi yarı uyuyordu.

“Bu yalan tutmadı, sonra?”

“Yalanım varsa, dilim lal olsun, gözlerime boz insin de senin güzel yüzünü bile görmekten mahrum olayım.: Sana, yalan borcum mu var? İkinci gün, epey düşündükten sonra bir yol buldum. Tren istasyonuna gittim ve uzakta rayın birine yattım, öyle bir yattım ki, tam dönemeçte ve tren beni tam ortadan ikiye biçecek biçimde, öyle Ayten.: Allah kimseye acı çektirmesin,; düşün, bir anda yoksun, geriye kalan boş çuval gibi fazlalık, gövdemiz, ister sabun yapsınlar, ister yakıp küllerini havaya savursunlar. Okudum, üfledim ve son duamı yaptım. Keskin düdük sesi gelince seni de andım, niye yalan söyleyeyim, tren geldi, geldi, öyle rahat ve huzurluyum ki, sonra tren üstümden geçti gitti, ama ben hiçbir ağırlık, hatta hiçbir acı hissetmedim. Ayağa kalktığımda, kendi kendime, ‘Demek, ölüm dedikleri buymuş, enayiliğimizden ne kadar korkardık,’ demeye kalmadı, baktım şu bizim uyurgezer makasçı koşarak bana doğru son sür’at geliyor. Beni kucakladı, ‘Yahu kardaş, uyumak için başka yer bulamadın mı?’ demez mi! Meğer herif, ilk kez uyanık durmuş, aksilik o da beni en kararımı vermişken buldu.”

“Herife hayatını borçlusun.”

“İyilik mi yaptı, kötülük mü, şimdi bilemeyiz ki, hele bir ölelim belki öbür dünyada herifi fellik fellik arayıp duracağım, dövmek için. Diyelim ki, iyilik yaptı.”

“Yalan için başka hikâyen kaldı mı?”

“Senden gelen haber olmasa, yani kesinlikle buluşacağımızı bilmesem ben yoktum, İlyas eamminin yanında uzanmış yatıyordum. Üçüncü gün Deli Mevlüt’le, üzüntümü biliyor ya, motoruoyla bir saat denize açıldık. Aha, bacısı da beraber, biraz içki var, mangal ve oltalarımız. Yumurtalık’a doğru bir saat kadar açıldık, durduk. Dün oldu, hava fıstık gibi, tek konuştuğumuz sensin Ayten, Deli bile adını duymaktan akıllanmaya başladı. Yani iyice delirdi…”

“Sana inanayım mı? Benim senden başka kimim var?”

“Hava sıcak, kafamız iyi, ayağıma özel kan rengi mayo almışım, etrafımızda bir köpek balığı dolanıyor, birden son söz olarak senin adını söyleyerek kendimi köpek balığının önüne attım. Meğer bir sürülermiş Ayten, toplandılar. Deli Mevlüt bağırıyor, bacısı ağlıyor, geliyorlar, hissediyorum, kokluyorlar, hatta bir tanesi etimden küçük bir parça kopardı, sanırım tadımı beğenmedi, gittiler. Arkalarından, bizim sınıfta Ekrem Dincel vardı, O’nun küfürlerinden ne kadar varsa savurdum, utanmazlar dönüp bakmadılar bile. O zaman beni büyük bir utanç kapladı: ‘Oğlum Koçak,’ dedim kendi kendime, ‘Köpek balıkları bile ne mal olduğunu, bir işe yaramadığını anlıyorlar,, demek ki, sen yaşamaya mahkûm bir zavallısın’!”

Ayten de kendini toparladı, sanki birden bir hanımefendi oldu ve tıpkı Türkan Şoray gibi kendine bir rol biçerek konuşması gerektiğini anladı.:“Şimdi Koçak, söyle bana: Beni seviyor musun?”

“Babam anneni ne kadar sevdiyse!. Düşün, ölünceye kadar bitmeyen bir aşk olabilir mi? Normal insanlar için olanaksız, oysa benim sana karşı olan aşkım bu türden Ayten. Aslında bu konuda bizim yaptığımız hiçbir şey yok, inan bana. Ben mitolojilere dini kitaplar kadar inanırım. … Yunan mitolojisini çok seviyorum. Eros denilen bir yaramaz tanrı var ve tanrıçaları eğlendirmek için oklarını savuruyor, hatta bazen en acıklı biçimde cezalandırıyor, eğer doğruysa, bir an öyle say, şu anda bizi gören böceklerin, kuşların dışında hiç kimse var mı?: Yok.. Deli Mevlüt bile bizden habersiz, Eros bizimle eğleniyor. İlk büyük aşk Orfeus ile Eurydike arasındaydı, ne hazin bittiğini bilirsin, eğer günümüzde de mitoloji var olsaydı babamla ile annen arasındaki de aynı güzellikte ve değerde yazılırdı. Bize gelince…”

Koçak, Ayten’i öğle bir bastırdı ki, döşüne, kız bütün bel kemiklerinin kırıldığını sandı, “Oh, Koçak!” diye inledi.

“Bizimkisi de, korkarım böyle bir destan olacak Ayten,; bu bir aşk değil, bir mitolojinin bir başka yerde, anda, koşullarda, düzlemde ve de bağlamda yinelenmesidir,: budur bizim aşkımız.”

 

Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.   http://yaziatolyesi.com/   Editör: Hatice Elveren Peköz   Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com   GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.