Değerler bir bir yıkılırken | İbrahim Uysal
İnsanlar yaşadıkça o kadar şeye tanık oluyor ki. Tabi farkında olanlar için.
Yine insanlar yaşadıkça, o kadar şeyi yaşıyor ve gözlemliyor ki. Tabi hangi farkındalık ve gözle baktığına bağlı.
Yani bu dünyadan “ot gibi” gelip, “ot gibi” gidenler de yok değil elbet. Ama yine de onlara da iki kelam etmek isterim.
Hayâlî’nin, Arapça ve Farsça kökenli sözcükler ile yazılan ve günümüz Türkçesi yazı sistemine Ali Nihat Tarlan tarafından dönüştürülerek “Hayâli Divânı”nda dizeler şöyledir:
“O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler.” (O balıklar ki denizin içindedirler, denizi bilmezler.)
Çok sıradan bir sözmüş gibi görünse de dün olduğu gibi bugün de insanların ve toplumların kaderi pek değişmiyor. Öğretileni doğru sayıyor, gerçeğe sırtını dönüyor ve yanlış olduğunu bilse de bilmese de inandırıldığını savunmak için gerekirse canını veriyor.
İnsanların inançlarının, inandıklarının olması güzel… Yalnız bunun gerçek ve insanı olması ise daha güzeldir. Çünkü İtalyan bilim insanı Galileo Galilei, 17’inci yüzyılda, “Dünya’nın Güneş’in etrafında dönüyor” dediği için Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılanmış ve ölüme mahkum edilmişti.
Her çağda, yanlışlara inanmış, yanlışlardan yarar sağlamış insanlar olduğu gibi, buna karşı doğruların farkına varmış, inanmış hatta bu yüzden canlarını bile feda etmiş insanlar vardır.
İşte Galileo da bunlardan birisidir.
“Dünya dönüyor” dediği için ölüme mahkum edilse de, hem kiliseden hem de çevrede yaşayanlarca kendisine destek gelir. Galileo doğru ve haklı olsa da, toplum düzeni ve halkın inançlarını sarsmadan bir orta yol bulunur ve bir bilim insanı olarak Galileo’nun idam edilerek yok olmasına izin verilmez.
Ölüm sehpasında, bu acı manzarayı zevkle izlemeye gelecek topluluğun duyacağı şekilde Galileo’nun, “Dünya dönmüyor” demesi, ardından da kısık sesle, “desem de, Dünya Dönüyor,” demesini için zor da olsa ikna edilir.
Her iki anlatıda da ortada gerçekler var, ama bir de topluluğun, toplumun, halkın hatta milletin inandırıldığı “bilgiler” var.
Deniz içinde, o balıkların bir masalı vardır:
“Balıklar denizde sakin, sakin yüzüp, yaşayıp giderken, içlerinden birinin aklına, içinde yaşadıkları şeyin ne olduğunu sorgulamak gelir ve etrafına sorar.
Gerçekten yaşanılan bu dünya nedir, nasıldır? vs.
İşte olayda, sorunda, çözümde bu ilk sorudadır.
Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), ilk doğru soruyu kendisine sorduğu ve çözümünü de bilgece düşündüğü için bir ülke kurtulmuştur. Bizler özgür yurttaşlar olarak onu bu yönü ve yaptıkları ile savunurken, “özgür insancıklar” olarak birileri de ona saldırıyorlar.
İşte toplumların da insanların da kaderi bu doğru sorularda ve doğru saptamalarla, bilgi ve gözlemlerdedir.
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşıyoruz.
Bilim ilerlemiş, sanayi ise “1.0”, “2.0”, “3.0” derken, “sanayi 4.0″a gelmiş dayanmış. Bazı ülkelerde (ki belki de ülkemizde de) etten süte, sütten peynire birçok şey bu sanayi “4.0”ın ürettiği Lazer yazıcılarca üretiliyor artık.
İsrailli şirketi Aleph Farms’ın, kendi geliştirdiği “3D Biyo Baskı Teknolojisi” kullanarak hayvan hücrelerinden pirzola üretmesi gibi.
Ülkemizde, bu yıllar yaşanan birçok sorun var. Hayat pahalılığı, ekonomik zorluklar, yetmezmiş gibi bir de konut ve kira sorunu.
Çarşı pazar öyle “uf olacak, ama geçecek” gibi değil. En azından şimdilik…”Londra, altın, satış, dolar, borç, swap” gibi konularda uğraştığı yönünde duyumlar yayılıyor.
Halka “sık dişini,” geçecek deniliyor. İşe yarıyor mu? Zaman gösterir.
Eskiden “ak saçlılar, mahallenin ağır ağabeyleri, ekâbir kesim, … …” gibi tanımlanan, doğruları çekinmeden ve bir çıkar gözetmeden söyleyen kişiler ve kurumlar vardı.
Muhalefet ise, tam tersine projelerinin değil, halkın umutları üstüne bina yapmaya çalışıyor. Bunu geçen yıllarda kerelerce gördük, yaşadık.
Acemi nalbant, gâvur eşeğinde öğrenir.
Ülkenin her şeyini feda etmesi gerekenlere feda ederken, ödeme günü sizin diyor.
Oysa “acemi nalbantlar ile gavur eşeği nallamaya” uğraşıyor.
Devlet yönetmek, bir savaştır. Çünkü çıkarlar çatışır, sonunda savaştırır.
Sermaye her zaman daha örgütlü ve projecidir. Anında “şapkadan tavşan çıkartır”.
“Az olsun benim olsun. Ben “en sadık adamlarım ile yürürüm, denilir ve acemi nalbantlar ile iş çözülmeye kalkarlarsa, yandı gülüm keten helvası!..” olur.
Ey halkım, tarihten nasıl ders çıkartırsın?
Çıkartır mısın bilemem, ama seçimler sonrasını sen bilirsin…
….