Büyülü kalemin sahibi Gabriel García Márquez
Latin Amerika’nın Büyülü Yalnızlığında Gabriel García Márquez
O, gerçekle düşü iç içe geçirip bize bitmesini istemediğimiz hikâyeler anlattı. Gabriel García Márquez’in kalemi büyüleyici, kelimeleri sihirliydi. O sanki bize uykudan önce tatlı tatlı masallar fısıldarken, Latin Amerika’nın çalkantılı geçmişi onun satırlarında fantastik öğelerle buluştu.
Márquez’i aslında en iyi Márquez ifade ederdi. Usta yazar yazmadan önce tıpkı ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ta anlattığı gibi, “Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi.”
1. Ey sevgili torun!
Gabriel García Márquez 6 Mart 1927’de Kuzey Kolombiya’nın küçük kasabası Aracataca’da doğdu. 16 kardeşin en büyüğüydü. Babası Gabriel Elijio García doğal yöntemlerle ilaçlar yapıp satıyordu. Annesi Luisa Santiaga Márquez ise telgrafçıydı.
Çift, küçük bebeklerini anneannesi ve dedesine bırakıp Barranquilla’ya göç edince, Márquez onların yanında teyzeleriyle birlikte biraz sıradışı bir çocukluk geçirdi.
2. Hayaletler, efsaneler, masallar arasında büyüdü
Dedesi, Bin Gün Savaşları’nda komutanlık yapmış, savaş anılarını anlatmayı seven emekli, entelektüel bir albaydı. Büyükannesi ise çocukluk yıllarını besleyen bir hikâye anlatıcısıydı.
Yıllar sonra ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ romanına ilham verecek çocukluğu boyunca tıpkı orada anlattığı gibi bir evde, tuhaf ve geniş ailesinin kollarında; hayaletler, efsaneler ve masallarla büyüdü.
3. Büyükannesinin dili kaleminde
“Büyükannem, en acımasız şeyleri kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım.”
Usta yazarın doğup büyüdüğü Aracataca, ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ta Macondo’ya dönüşecek, Jose Buendia soyunun yedi kuşağını anlatan masalımsı hikâye ise büyükannesinin diliyle beslenecekti.
4. Avukat Márquez yerine yazar Márquez
Márquez 12 yaşında burs kazanıp başkent Bogota’nın kuzeyindeki Zipaquirá şehrinde, Compañía de Jesús’ta din ağırlıklı bir eğitim gördü. 19 yaşında ise ailesinin isteğiyle Kolombiya Ulusal Üniversitesi’nde hukuk okumaya başladı.
Ama çabuk sıkıldı ve eğitimini yarım bıraktı. Çünkü onun gönlünde edebiyat yatıyordu. Artık yeni hocaları Franz Kafka, Ernest Hemingway, James Joyce, Virginia Woolf ve William Faulkner‘dı. En çok da Kafka’nın ‘Dönüşüm’ünü seviyordu.
5. “Köpek gibi acı çeksen de…”
Yazma tutkusu ağır basan genç Márquez henüz hukuk öğrencisiyken gazeteciliğe başladı.
Ülkesini karış karış dolaşırken topladığı hikâyeleri ‘El Universal’de yayımlanıyordu.
Gazetecilik onun için biçilmiş kaftandı.
1950’lerden itibaren ‘El Heraldo’, ‘El Espectador’ gibi gazeteler için çalışırken Roma, Cenevre, Paris, New York, Barselona gibi önemli şehirlerde bulundu; Polonya, Macaristan ve Meksika’ya gitti. Dimağını buralarda besledi, anılar biriktirdi. Belki de bu yılların etkisiyle yıllar sonra “Köpek gibi acı çeksen de en iyi meslek gazeteciliktir” diyecekti.
6. “Bir Kayıp Denizci”nin sesi
Márquez, 1955’te batan bir gemiden kurtulup okyanusta küçük bir salda on gün geçiren Luis Alejandro Velasco’nun anılarını gazetesi için tefrika etmişti. Ama olaylar gemicinin ağzından anlatılıyordu.
Usta yazar, Velasco’nun hayatta kalma mücadelesini 1970’te ‘Bir Kayıp Denizci’ ismiyle yayımlayana kadar kimse bu satırların ona ait olduğunu bilemeyecekti.
7. Macondo 101: Yaprak Fırtınası
Kalemiyle hayatını kazanmayı seçen genç adam, öykü yazmaya 1940’larda başladı. İlk önemli eseri ‘Yaprak Fırtınası’ (La Hojarasca), yedi senelik yayıncı arayışının ardından 1955’te basıldı.
Kitap, ustanın gelecekteki eserlerinde sıkça adını duyacağımız hayali bir kasaba olan Macondo’nun kapılarını aralıyordu. Şimdilik sadece bir göz atıp çıkacaktık. Zaten fırtınayla birlikte gelen muz şirketi sayesinde de Macondo’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
8. Albaya Mektup Yazan Kimse Yok
Márquez’in 1961’de yayımladığı bu eserindeki isimsiz başkarakteri, gelecekteki diğer kahramanları gibi iç dünyasında çok yalnızdı.
Pek çok savaşa katılmış emekli Albay, karısı ve oğlundan yadigâr horozuyla her cuma bir türlü gelmeyen emekli aylığını bekliyordu. Postacının her hafta yinelediği “Albaya kimseden mektup yok” sözü zaman zaman umudunu kırsa da o, beklemeye alışıktı. Yazarın deyimiyle, “Neredeyse 60 yıldır beklemekten başka hiçbir şey yapmamıştı Albay”.
9. Herkes fişleniyor: Şer Saati
Usta yazarın 1962’de raflarda yerini alan kitabı, adı bilinmeyen bir Güney Amerika ülkesinde, belirsiz bir küçük kasabada geçiyordu. Ülkede hükümetler kuruluyor, hükümetler yıkılıyordu ama nafileydi. Baskı her yerdeydi.
Ülkemiz okurlarının yakından tanıdığı bu siyasi atmosfer, yine tanıdık olaylara gebeydi. İnsanlar bir sabah kalktığında evlerinin kapısında bazı yazılar görecekti. Márquez’in kalemi bu evrensel kurguyla sınırları işte böylece aşıyordu.
10. 18 ay boyunca aralıksız yazdı
Bir muhabirin “Yüzyıllık Yalnızlık’ı ne kadar zamanda yazdınız?” sorusunu, “Tüm yaşamım boyunca” diye cevaplayan Márquez, aslında çocukluğunu çocukluğundan beri kâğıda dökmek istiyordu. Bu yüzden kitabın ilk bölümü Acapulco’ya yaptığı bir yolculukta aklına gelince heyecanlandı ve geri dönüp odasına kapandı.
18 ay boyunca, günde altı paket sigara içip aralıksız yazdı. Bu sürede o farkında değildi ama bir yandan da yoksullukla boğuşuyorlardı. Roman bittiğinde evdeki eşyalar çoktan satılmış, ellerinde bir elektrikli ısıtıcı, mikser ve saç kurutma makinesi kalmıştı.
11. Yüzyıllık Yalnızlık, bir buçuk yıllık yoksulluk
Latin Amerika’nın Gabo’su bu süreci 2007’deki ‘Uluslararası İspanyol Dili Kongresi’nde şöyle anlatmıştı: “38 yaşında, yirmi senede dört kitabı yayımlanmış bir yazar olarak daktilomun başına oturdum ve yazmaya başladım… Bu süre zarfında Mercedes, ben ve iki oğlumun nasıl hayatta kalabildiği başka bir romanın konusu olabilir. Çünkü o dönem eve tek bir kuruş bile katkım olmadı. Hatta Mercedes’in nasıl olup da masamızdan yemeğimizi hiç eksik etmediğini bile bilmiyorum.”
12. Eski Ahit’ten bu yana ilk edebiyat ürünü
Kitap, 1967’de yayımlandığı ilk haftada 8 bin satınca Márquez tüm borçlarını ödedi. ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ 30 farklı dilde, 50 milyondan fazla satacak, usta yazara dünya çapında şöhret getirecekti.
‘New York Times’ gazetesi, ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ı, tüm insanlık için “Eski Ahit’ten bu yana okunması gereken ilk edebiyat ürünü” olarak tanımladı.
13. Tiranların tiranı: Başkan Babamızın Sonbaharı
Epeydir aklında Latin Amerika’nın tarihini şekillendiren diktatörlerle ilgili bir kurgu tasarlayan ünlü yazar, aradığını Roma’da buldu. Bir kitapçıda eline geçen fotoğraf albümünde gördüğü, lüks bir malikânede tek başına fotoğraflanan yaşlı bir adam ona ilham verdi.
Artık fotoğraftaki adam, Márquez’in hayalinde dünya tarihindeki diktatörlerin karakteristik özelliklerini taşıyan tirana dönüşecekti. Usta yazar o gün oteline dönüp Karayip Adaları’nın birinde yaşamış bu diktatörün hikâyesine başladı. Kitap 1975’te raflardaydı.
14. Akıl ve duygu çatışması: Kolera Günlerinde Aşk
“Evet, de ona. Korkudan ölsen bile, sonradan üzülecek olsan bile, çünkü her ne yaparsan yap, hayır diyecek olursan eğer, tüm hayatın boyunca pişman olacaksın.”
Márquez 1985’te yayımladığı bu romanda 50 yıllık dev bir aşk hikâyesine ve kadim zamanlardan beri süren Apollon-Dionysos ikiliğine odaklandı. Geçmişte uçarı Florentino’dan vazgeçip ayakları yere sağlam basan Doktor Juvenal’ı seçen Fermina’nın öyküsü akıl ve duygunun çatışmasıydı aslında.
15. Hollywood’a zorla izin
‘Kolera Günlerinde Aşk’ elbette Hollywood’un iştahını kabartacaktı. Ama ufak bir sorun vardı. Eserleri daha önce de beyazperdeye uyarlanan Márquez, romanlarının özgün dili olan İspanyolca dışındaki dillerde filme çekilmesini istemiyordu.
Yapımcı Scott Steindorff romanın haklarını alabilmek için üç sene Márquez’in peşinde koşunca usta yazardan izin çıktı ve roman 2007’de sinemaya uyarlandı. Giovanna Mezzogiorno,Benjamin Bratt ve Javier Bardem’in başrollerini paylaştığı film Kolombiya’nın tarihi şehri Cartagena’da çekildi.
16. Hepiniz oradaydınız: Kırmızı Pazartesi
Faili meçhulleri ve karışık siyasi tarihiyle, Latin Amerika ülkelerini aratmayan Türkiye’nin epey iyi bildiği bir hikâyeydi ‘Kırmızı Pazartesi’. 1991’de yayımlanan eserde Santiago Nasar bir cinayetin odağındaydı. Herkes her şeyi biliyordu ama diller tutulmuş, kulaklar tıkanmıştı.
Roman, Türkiye’de 2008-2009 sezonunda Macit Koper tarafından tiyatroya uyarlandı ve 19 Ocak 2007’de göz göre göre katledilen gazeteci Hrant Dink’e ithaf edildi.
17. Gerçekle kurgu arasında: Aşk ve Öbür Cinler
1949’da Santa Clara Manastırı’nın mahzenindeki mezarların boşaltılması üzerine habere giden genç muhabir Márquez orada unutamayacağı sahnelere şahit oldu.
Usta yazar 1994’te 45 sene öncesine döndü. O günden zihninde kalanları çıkardı ve çocukluğunda büyükannesinin anlattığı bir söylenceyle birleştirdi. Genç bir kadınla bir rahibin olağandışı aşkını anlatan ‘Aşk Ve Öbür Cinler’ işte böyle ortaya çıktı.
18. Escobar’ın kirli işleri: Bir Kaçırılma Öyküsü
Usta yazar, uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın kirli işlerini ve bitmek bilmez pazarlıklarını anlattığı bu belgesel romanını 1996’da yayımladı. Truman Capote’nin öncüsü olduğu bu edebi türde Márquez, hayatı boyunca gazeteciliği elden bırakmayacağını gösteriyordu.
Tarihi belgeler, gazete haberleri ve söyleşilerden yola çıkıp Escobar’ın hikâyesine odaklanan ‘Bir Kaçırılma Öyküsü’, Kolombiya’nın karanlık dönemlerini masaya yatırıyordu.
19. Aşkı öğrenmenin yaşı yok: Benim Hüzünlü Orospularım
2004’te yayımladığı ‘Benim Hüzünlü Orospularım’ adlı kitabında 90. yaş gününü kutlayan bir köşe yazarına odaklandı bu defa Márquez. Ömrü boyunca kadınlarla sadece para ödeyerek birlikte olan bu ihtiyar kendine bir doğum günü hediyesi vermek istediğinde, aklına yine genelev patroniçesini aramak gelmişti.
Neredeyse çocuk yaştaki “Uyuyan güzel” Delgadina, onun için erişilmezdi ve ihtiyar yavaş yavaş aşkın ne demek olduğunu öğreniyordu.
Gabriel García Márquez, 1958’de Mercedes Barcha ile evlendi ve Meksiko’ya yerleşti. Rodrigo ve Gonzalo isimli iki çocuğu oldu. O, Mercedes’i neredeyse çocukluğundan beri seviyordu. Aşkı o kadar büyüktü ki ‘Yüzyıllık Yalnızlık’taki esrarengiz kadın, eczacı Mercedes’i yaratırken karısından esinlenmişti.
Usta yazar yıllar sonra Kolombiyalı ‘El Tiempo’ gazetesine verdiği bir röportajda henüz 14 yaşındayken kendisinden 5 yaş küçük Mercedes’le evlenmeye karar verdiğini anlatacaktı.
21. Sosyalist, Castro dostu
“Dünyanın sosyalist olmasını istiyorum ve inanıyorum ki er ya da geç öyle olacak” diyen García Márquez, Küba Devrimi’ne sempati duyduğunu hiç saklamadı. 1959’da Fidel Castro’yla tanışan usta yazar her zaman aktif olarak politikanın içindeydi.
Kolombiya hükümeti ve gerilla örgütleri ELN (Ulusal Kurtuluş Ordusu) ve sonraları FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yaptı. Politik görüşlerinden dolayı uzun yıllar Meksika ve İspanya’da sürgün yaşadı. 1982 yılında tekrar ülkesine döndü.
22. Sıradan olayları sihirle damıttı
Márquez eserlerinde mekân olarak hep Latin Amerika’daki hayali kentleri seçti. Latin Amerikalılar bu yüzden onun eserlerinde kendilerinden çok şey buldu. İç savaşlar, darbeler, diktatörler, bitmeyen sömürü düzeni, salgınlar, doğal felaketler, bunlara direnenler…
Ama bu bilindik ve sıradan olaylar, onun kaleminde neredeyse sihirle damıtılır, bambaşka biçimde kâğıda dökülürdü. İşte Márquez’in ‘Büyülü Gerçekçilik’ akımı tam da buydu.
23. Üç ülkenin sınırsız yazarı
Gabriel García Márquez, 1982’de Nobel Edebiyat Ödülü‘ne layık görüldüğünde Kolombiya, Meksika ve Küba onun kendi yazarları olduğunu iddia edecekti. Aslında yanlış da değildi. Kolombiya doğup büyüdüğü, Meksika uzun süre yaşadığı ve çalıştığı, Küba ise siyasi olarak yakın hissettiği yerdi.
İsveç’te Nobel Ödülü açıklandıktan sonra ilk yemek yediği politikacılar arasında Bülent Ecevit’in de olduğu rivayetler arasındaydı.
24. Latin Amerika’nın Yalnızlığı
Márquez, Stockholm’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı gün “Latin Amerika’nın Yalnızlığı” başlıklı bir konuşma yaptı: “…New York’un nüfusunu yedi ile çarparak çoğaltacak denli yeni insan doğuyor her yıl. Çoğu, en yoksul ülkelerde dünyaya geliyor ve bu ülkeler arasında elbette Latin Amerika ülkeleri de var. Buna karşılık, en gelişmiş ülkeler, yalnız bugüne dek var olmuş tüm insanları değil, ama bu kısmetsizlikler gezegeninden gelip geçmiş canlı yaratıkların tümünü yüz kez kül etmeye yetecek bir yok etme gücünü biriktirmeyi başardılar…”
25. Nobelli dergi patronu
Gabriel Márquez, 1998’de batmak üzere olan ‘Cambio’ adlı dergiyi satın aldı ve eski gazetecilik günlerini hatırlayarak, burada haberciliğe başladı.
Márquez o günleri “Nobel Ödülü aldıktan sonra çok para isterim diye kimse beni işe almak istemiyordu. Neyse, dergi aldım da bu dertten kurtuldum” diyerek özetliyordu.
26. “Beni rahatsız eden sadece gürültü ve soğuktur”
20’den fazla eserin sahibi usta yazar nasıl bir çalışma prensibi olduğunu şu cümlelerle anlatıyordu: “Pazarları dâhil olmak üzere her gün sabah dokuzdan öğleden sonra üçe kadar, iyi ısıtılmış bir odaya kapanarak yazarım, çünkü beni rahatsız eden sadece gürültü ve soğuktur.”
“Üzerinde çalıştığım esere en kötü şartlarda dahi bir haftadan fazla ara vermem. Çünkü aksi takdirde en baştan başlamam gerekir. Çalışmam süresince -‘Yüzyıllık Yalnızlık’ın yazımı 18 aydan fazla sürdü- günün ya da gecenin tek bir dakikasında dahi başka bir şey düşünmem…”
27. Minicik sarı çiçekler yağdı
Usta yazar 17 Nisan 2014’te Meksika’daki evinde 87 yaşında vefat etti. Kardeşi, iki yıl önce, ünlü yazarın demans (bunama) hastası olduğunu ve yazmayı bıraktığını açıklamıştı.
Márquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ta anlattığı gibi “Sonra odasına girdiler, var güçleriyle sarstılar, kulağına avaz avaz seslendiler, burun deliklerine ayna tuttular, ama onu bir türlü uyandıramadılar. Çok geçmeden marangoz tabut için ölçü alırken, pencereden baktıklarında, minicik sarı çiçeklerin yağmur gibi indiğini gördüler.”
Kaynak: listelist.com/Emel Gülcan