ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Bir sevda şairi “Ahmed Arif” | Mazhar Özsaruhan

01.05.2020
1.640
A+
A-
Bir sevda şairi “Ahmed Arif” | Mazhar Özsaruhan

Ne alnımızda bir ayıp, ne koltuk altında saklı haçımız. Biz bu halkı sevdik ve bu ülkeyi. İşte bağışlanmaz korkunç suçumuz.

Ahmed Arif

Belinde Diyarbekir kuşağı
Zulasında kimbilir hangi hınç, hangi mısra
Yürür namus bildiği yolda…
Yürür yine de yalınayak ve
ayakları yanarak.
[1]

Ahmed Arif, bir sevda, bir özlem, sevgi ve isyan şairi olduğu kadar dayak atılıp çöplükte ölüme terk edilmiş şairdir de… Temmuz 1943 yılında Van’ın Özalp ilçesinde hayvan kaçakçılığı iddiası ile 3. Ordu komutanı Mustafa Muğlalı’nın emriyle kurşuna dizilerek yargısız infaz edilen 32 insanımızın ölümü, bir insanımızın de kaçırılması olayından sonra kaleme aldığı “Otuzüç Kurşun” adlı şiirinden sonra defalarca sorgulanmış, dövülmüş, işkence edilmiş ve öldüğü sanılarak çöplüğe atılmıştı.. Bu olayı kendisinden dinleyelim:

“Şu Bahçelievler’de manyağın biri otuz tane tavuğu çalsa, kesse, ertesi gün Ulus gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil bu yahu 33 tane senin vatandaşın… Hiçbir suçu yok… Tertemiz… Belki hepimizden daha suçsuz… Kimsesizlikten başka suçu yok. Kimsesiz adamlar o kadar…”

“İşte bu “Otuzüç Kurşun” şiiri yüzünden geldiler götürdüler beni… Gece sabaha kadar dövdüler. “Oku” dediler, okumadım. … Dövdükten sonra o tellerden aşağı attılar beni. Orada öylece kalmışım. Sabah çöpçüler gelip buluyorlar. Sokak köpekleri gelip gelip kokladılar beni. Ödüm koptu, ölü sanıp yiyecekler diye…”

 “Ne İskender takmışım, ne şah, ne sultan, göçüp gitmişler, gölgesiz” dizeleriyle devrimci kişiliği, asiliği, zulme direnmeyi, haksızlığa haykırışı ve muktedirleri hiçe ‘saymayı’ anlatmıştır. İnsan ve ülke sevgisi onun olmazsa, olmazıydı. Yaşam tarzı, özlemleri, aşkı şiirlerine yansımıştır. Mezopotamya toprağının direnciyle yoğrulmuş, inancı, umudu, özlemi, sevdayı yaşam tarzına yansımıştır. Şiirlerinde bu diyardan yükselen çığlıklar yansıyor adeta… Bir şiir yüzünden üniversite yıllarında cezaeviyle tanışması, sonrasında Leyla Erbil’e duyduğu karşılıksız aşkı belki de onu bir sevda şairi yapmıştır.

Yaşamı

93 yıl önce, 21 Nisan 1927 günü Diyarbakır’ın Sur ilçesi, Hançepek semtinde dünyaya geldi. Doğum adı Ahmed Önal’dır. Ne yazık ki doğum yeri Sur’da böyle bir semt kalmamıştır. 2 Aralık 2015 tarihinde başlayan olaylar sonrasında Hançepek ile birlikte koskoca Sur ilçesi yerle bir edilmiş, 25.000 insan göçe zorlanmıştır.  Haliyle bugünkü adıyla anılan Yağcı Sokak 7 No.lu evden de eser kalmamıştır. Ahmed Arif’in nezdinde Diyarbakır halkı “Ne İskender’i, ne şahı, ne sultanı ve ne de muktedirleri bugüne kadar takmadı…

Babası Osmanlı dönemi ordu mensubu Kerküklü Arif Hikmet, Türkmen; Annesi Sâre Kürt’tü. Annesini 2 yaşındayken kaybedince, sütannesi olan Arife hanım tarafından büyütüldü.

Ahmed Arif çocuk yaştan itibaren çeşitli bölgelerde yaşamanın bir avantajı olarak Arapça, Zaza’ca ve Kürtçe dillerine vakıftı. Bu dilleri çok iyi konuşabiliyordu. Bu sebeple çocukluğunda ilginç bir iddianın başkahramanı olacaktı. Kerküklü Ahmed için iddiaya girilmişti…

“Çok iyi hatırlıyorum. Biz oyun oynuyoruz, üç tane adam bahse girmişler. Üç adam ama biri Arap, biri Kürt, biri de Zaza… Biri diyor ki beni göstererek “Bu çocuk Arap…” Öteki diyor ki: “Yok yahu, bu çocuk Kürt…”Üçüncüsü “Bu, ne Arap, ne de Kürt…  Bu çocuk Zaza” diyor. Biz oynuyoruz, onlar konuşmalarımızı dinliyorlar herhalde… Aralarında anlaşamayınca bir esnafa soruyorlar, “Bu çocuk nedir?” diye… Beşlirasına bahse girmişler. O zaman büyük para tabii. Esnaf “Üçünüz de
yanıldınız” diyor. “Bu çocuk Türk…”

İlkokulu o tarihlerde Diyarbakır’ın bir ilçesi olan Siverek’te, Ortaokulu Urfa’da, Liseyi de yatılı olarak Afyon’da okudu. Babası askeri görevli olduğu için durmadan göç etmek zorunda kalmıştır. Afyon Lisesi’nde ilk şiirini yazdı. Liseyi bitirdikten sonra askere alındı ve 1947 yılında terhis oldu. Aynı yıl Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümüne giren Ahmed Arif, sosyalist bir kuruluş olan Türkiye Gençler Derneği’ne kaydoldu. 1967 yılında Aynur Hanım ile evlendi, 5 yıl sonra da oğlu  “Filinta” doğdu ve kendi deyimiyle sevincinin en büyük gününü yaşadı. Cebindeki nüfus kaydı onun için bir hazine değerindeydi.

1951 yılında Merkez Bankası’nda işe başladı. O tarihlerde solcu gençlere yönelik tutuklamalar nedeniyle işyerinden sorgusuz, sualsiz alındı. 9 gün boyunca işkence ile tanıştı. Kendi ifadesine göre “para toplayarak komünistlere dağıttığına ilişkin belge imzalatmasını” istediler. Soruşturma kapsamında İstanbul’a götürülerek tek kişilik hücreye atıldı. Yine kendi ifadesine göre “orada bulduğu bir kibrit çöpüyle duvarda bir takvim” oluşturmuş. “Doğru mu bilmiyorum” diyerek tam 128 gün saymış…” İşkenceler sonucu bayılarak, ölmesin diye hastaneye kaldırılan Ahmed Arif, iyileştikten sonra hücreye atıldı. Hücredeyken eline babasının öldüğüne ilişkin yalan içerikli bir telgraf verildi. Babası 1953 yılında ölünceye kadar oğlunun tutuklandığını bilmiyordu. Türk Ceza Kanunu’nun 141. Maddesine göre yargılanmış ve toplam 38 ay tutuklu kalmıştır. TCK’nın 141. Maddesi’nden yargılanmasının nedeni de o düzmece ifadeler ile tutanaklara işkence ile atılan imzalardı. Bu konuda Ahmed Arif şunları anlatmaktadır: “Düzmece kişilerin, düzmece tanıklarla desteklendiği, düzmece bir mahkeme tarafından, düzmece bir suçun kabulü, benim tam 38 ayıma mal oldu. 7 Ekim 1954’te tahliye edildim, tabutluktan yattığım 17 günün neticesi sağ omzumdaki ağrıyla; hala çekerim o ağrıyı…” diyen Ahmed Arif, yine de sultanlara, şahlara, muktedirlere “eyvallah” demedi.

1956 yılında Öncü, Medeniyet ve Halkçı gazetelerde düzeltmenlik yaptı. Şiirleri Pazar Postası ile birçok dergi ve gazetede yayınlandı. İlk işi 1968 yılında “Hasretinde Prangalar Eskittim adlı şiir kitabını yayınlamak oldu. Bu kitaba 20 yılını vermişti. Şiirleri kısa sürede devrimci gençler, sendikalar, gazeteciler, üniversite öğrencileri, aydınlar ve bilim adamları arasında çok tutuldu. Hiç şüphesiz ki Nurten Bengi Aksoy’un deyimiyle 1971 sivil darbesi ile 1980 askeri darbeleri sırasında tutuklanan aydınlara ve gençlere önemli bir ilham kaynağı ve dayanak olmuştur.

“Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövüldüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için…”

Büyük ozan, 2 Haziran 1991 günü Ankara’da tek başına yaşadığı evinde kalp krizi geçirerek aramızdan ayrılmıştır.

Edebi kişiliği

Gençlik yıllarında kaleme aldığı şiirlerin çoğu kaybolmuştur. Büyük bir kısmı polis tarafından imha edilmiş, kız arkadaşlarında kalan kısımları geri gelmemişti. Bir söyleşide şunları anlatmıştır: “Defterler dolusu şiir vardı. Gecede 8-10 sayfa yazardım. Elbet kaliteli olanı vardı, olmayanı… Her biri bir kızda kaldı. Birçoğu da poliste… Geri alamadım, vermiyorlar…”

Esin ve coşku dolu, destansı ve doğal tarzını şiirlerinde ustaca kullanmış, sıra dışı, tutkulu ve ezgili dizelerine yansıtmıştır. Zulme direnmiş, mertliği ön planda tutmuş, haksızlığa ve zulme karşı haykırmış ve sesini yükselterek şiirlerine yansıtmıştır. Ahmed Arif’i, Ahmed Arif yapan da budur. Ona bu nedenle “sevda şairi” denilmektedir. Şiirlerini 1960 döneminden sonra yazdığı için İkinci Yeni Sonrası Toplumcu Şairler arasına girmiştir, Can Yücel, Ataol Behramoğlu ve İsmet Özel gibi…

Ahmed Arif’in şiirlerinde hep Mezopotamya çağrışımı hâkimdir. Sevda, düş, ayrılık, acı temaları ve isyan işlenmiştir. Şiirlerin ana temasında “Anadolu” ve zulm”ü ön planda tutmuştur. Bu nedenle direniş ve isyan temasını sıkça işlemiştir. Son derece lirik, özgün, akıcı ve sade bir dil kullanmış, imgeleri toplumsal yaşamla bire bir uygunluk sağlamıştır. Şiirlerinin içeriğine uygun dil ve dize düzeninin hâkim olduğu uygun ses düzenini ve ritmi ön plana çıkarmıştır.  Kullandığı imgelerin tamamı toplumsal yapıya uygundur. Güçlü bir lirizme sahiptir. Dizelerinde insanda sarsıntı yaratan bu temaları görüyoruz. Ahmed Arif, gerçek yaşam mücadelesinde yaşadığı korkusuzluğu, umudu, inceliği ve yoksulluğu dizelerinde yansıtmıştır. Şiirlerinin büyük çoğunluğu bestelenmiştir.

Bir ara garip akımın etkisinde kalan Ahmed Arif, bu akımı ilk şiirlerinde yansıtmıştır. Daha sonraları Nazım Hikmet etkisinde gelişen “Toplumcu Gerçekçi” şiir anlayışının hâkimiyetini görüyoruz dizelerinde. Daha sonraları “40 kuşağı” olarak adlandırılacak olan bu topluluğun Hasan İzzettin Dinamo, Rıfat Ilgaz, Şükran Kurdakul, Arif Damar ve Enver Gökçe, Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi şairlerin arasında, “şiire doğu motifleri taşıyan; meydanlarda okunacak yüksek sesli bir şiirin şairi olarak öne çıkmıştır. Orhan Veli tarzıyla yazmayı reddetmiştir. O dönem hakkında şunları demiştir:

“Orhan Veli olsun, çevresindekiler olsun, birer küçük burjuvaydılar. Hem de İstanbul burjuvası düşünce ve davranışları, kendilerine örnek seçtikleri Fransız şairlerinin paralelindeydi. Oysa ben doğuluydum. ‘az gelişmiş’ değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin, aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuydum. Sömürgeci Fransız toplumunun, bohemi, serseriliği ve gerçekten kaçma çabalarını kutsayan şairleri, elbette beni ırgalamazdı…”[2]

Hiç şüphesiz ki bu düşünce içinde büyüdüğü Mezopotamya’nın acımasız ve sert doğasını, yerleşik insanının zorluklar içinde geçen yaşam koşullarını, tarih boyunca çektiği acılarını, isyanını ve sevdasını şiirlerine taşımıştır. Tüm bunları taşırken de bu coğrafyanın tüm özelliklerinden, yaşam tarzından ve kültürel yapısından yararlandı. Şiirlerinin tümünde sınıfsal perspektif ön plana çıkmıştır. Bunları işlerken de umudu, insan sevgisini ve inancı eksik etmedi.

1968 yılından itibaren yayınlanmaya başlayan ve 52 yılını tamamlayan “Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı şiir kitabı 20 yılın birikimiydi. Korsan yayınlar hariç, 2006 yılında 57. baskısını yapan kitap satış rekorlarını kırmıştır.  25 Eylül 2012 tarihinde, Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde ki şairin çocukluğu burada geçmiştir, 30.321 kişi aynı anda Anadolu şiirini okuyarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. [3] Halkı, Ahmed Arif’i ve o güzel şiirlerini unutmadı. Ahmed Arif’in “halk edebiyatı, türkü, ağıt ve masallardan beslenen ‘toplumcu-devrimci’ şiirlerinden” oluşan kitap, “sosyalist hareketin en değerli kitaplarından biri” olarak anılmaktadır.

Cemal Süreya onun için şu yorumu yapmaktadır : “Doğu Anadolu insanının müthiş malzemesini korkusuz bir lirizm içinde önümüze yığıyor. Sonra bütün Anadolu insanına doğru yayıyor onu. Pir Sultan Abdal’ı, Urfalı Nazif’i, Köroğlu’na, Bedrettin’e bağlıyor (…)  imge onda sınırlı bir öğe değil. Bir bakıma şiirin kendisi, bütünü. Öyle ki bütünüyle vardır onun şiiri. Kelimeler ilişkin oldukları kavramları aşan ve daha geniş durumları kavrayan bir nitelik gösteriyor. Şiirin bütünü içinde kullanılmış bazı düz sözler inanılmaz bir çarpıcılık, bir imge yeteneği kazanmaktadır Ahmed Arif’te. Öte yandan, şiirin içinde birer ikişer kelimelik mısralar halinde akan bu sözler biçim yönünden de önem kazanmaktadır. Öyle ki, kendiliğinden doğan ve yalnız Ahmed Arif’e özgü gizli bir aruz gibi bu sözlerden bütün şiire bir müzik yayılmakta, ya da bütün şiir çekidüzenini onlarda bulmaktadır.” [4]

Haziran’da ölmek zor

   “sokaktayım

    gece leylâk

    ve tomurcuk kokuyor

    yaralı bir şahin olmuş yüreğim

    uy anam anam

    haziranda ölmek zor!”

  • Hasan Hüseyin’in bu şiirini ithaf ettiği Orhan Kemal 2 Haziran 1970’te öldü.
  • Ahmet Haşim – 4 Haziran 1933
  • Cahit Zarifoğlu – 7 Haziran 1987
  • Cemil Meriç – 13 Haziran 1987
  • Peyami Safa – 15 Haziran 1961
  • Nazım Hikmet – 3 Haziran 1963
  • Ahmet Muhip Dıranas – 27 Haziran 1980
  • Hasan İzzettin Dinamo – 20 Haziran 1989
  • Ahmed Arif – 2 Haziran 1991

Ahmed Arif’e yapılan işkence belki de hiç kimseye yapılmamıştır. Belki de kendisine hakaret ve küfürler eden polislere aynı karşılığı vermiş olduğu içindir. Halk deyimiyle kimseye eyvallahı olmamıştır, ne polise, ne yargıca ne de devlete… bıraktığı şiirlerin bel kemiğini oluşturmaktadır.

Mezopotamya’nın büyük ozanını saygıyla, minnetle ve özlemle anıyoruz.

———————

[1] http://sub1.farmaupdate.com/siir/a/ahmed_arif/index.html

[2] Nihal Bıkım (Türkiye Edebiyatında Haziran ya da Haziran’da Ahmed Arif Olmak, 3 Haziran 2015)

[3] Ahmed Arif’le Guinness’e girdiler (Radikal, 17. 10.2012)

[4] Diba Bahadıroğlu, Ahmed Arif’in Edebi Kişiliği (makaleler.com)

Mazhar Özsaruhan
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.