Ben Bir Kurşun Askerim | Gülüm Çamlısoy
BEN BİR KURŞUN ASKERİM
Çürük bir düş’ ün karıncalanmasıydı hayat bazense karalamakla iştigal.
Huzur teknem.
Ömür denen tekkem.
Tekim koşulsuz ve çoğalıyorum estikçe.
Düşlere mahal verendir her düştüğünde insan aslında bilmeden kendine attığı çelmenin çok sonradan farkına varır.
Bir düş isek.
Ah bir de düştük mü…
Bazense aşka düşüp düşkünse de insan sevmelere.
Hazanım ezelden hazırım da olacaklara ki hazırlıksız ne rüzgârlara ne depremlere yakalandım ben tam da hazır etmişken huzurumu.
Sürmenaj oldu sonra beynim bir ömürlük düşünceyi bir güne sığdırmaya kalktığımda.
Debdebeli ahkâmlar kesmiyorum ve asla deşifre etmiyorum iblisi ve zalimi ve işte evren muhtırasını veriyor bense kovulduğum doksan dokuz köyün hepsine birden muhtar seçiliyorum…
Ah, nefesim tıkanan.
Ah, nefesim derinden içime çektiğim.
Ah, sefil nefsim ta çocukken terbiye ettiğim bedenim hem de uzun yıllar süren açlıkla.
Hani dokunmayacaktım ben bu dünde kalan yarama bir de yama yapmışken boş mideme.
Boşa düştüm hem bir ara.
Boşboğaz değilim ben sadece içimde eksilmeyen birilerine güvenme duygusuyla boşaltıyorum yüreğimdeki kareleri belki de hayatın kare kodudur cümleler bense beynamaz gölgelere verip veriştirirken bir de ne göreyim?
Gıybet de zulüm de almış başını gidiyor.
Bir bakıyorum ki; kalem de almış başını gidiyor.
Rengim beyaz gökte bazen kara bulutlar ama biliyorum ki az sonra rahmet yağacak ve de güller açacak yüzümde.
Gül benzimde.
Gün neslimde.
Gül yüzümde…
Üzüldükçe somurttuğum sonra acımasızca kendime yüklendiğim.
Acımam da hani kendime ama canımı daha bir acıtır insanlardan aldığım darbe bazense yüzüme tokat gibi çarpan.
Hayatımda yüzüme sadece bir kere tokat yedim babamdan ki onun yakalandığı ölümcül hastalıkta ve de sona giderken babam…
Hala yanar yüzüm.
Hala yanar içim.
Bir de çocukken bir yerden duyduğum bir küfrü bir kere almıştım da ağzıma annemin bacağıma vurduğu tokat gerisi hikâye yine de anlatayım ben sizlere.
Ufkum hep aydınlık kılındı ben çocukken çünkü sevgiyle açan bir çiçektim ve eğitimime olsun yetişmeme olsun inanılmaz emek verdi ailem elbet herkes gibi ya da bir fazlası çünkü Hitler versiyonu sevgili babam sayesinde anlamıştım asker torunu olarak asker gibi yetiştirilmemdeki o nüansı ve o yitip gittikten sonra bile başımı eğmedim ve alsa laf getirmedim ne kendime ne adıma ne aileme.
Sonra bir şeyler oldu.
Bir yerlere saklanmış iblis ve müritleri bir baktım ki arkamdan atıp tutuyorlar.
Hepsi ölü elbet zaten yatacakları yer de yok bunca zulmü bunca gıybeti mademki hak gördüler kendilerinde.
Korktuğum tek mecra yok yüce İlahi Makamın haricinde bu yüzden lafımı esirgemiyorum hele ki geçen şu üç beş senenin bende bıraktığı acı denen tortu.
İkbalim.
İstikrarım.
Ben bir kurşun askerim.
Belki bir kurşun gibi de sekerim elbet hedef aldığım sadece kendim.
Menzilde yaşarım.
Siperimde uyurum.
Ve ben aralıksız bir ömür nöbet tutarım keza şimdi de.
Renklerim var benim ve coşkum ve çocuk yüreğim.
Salkım saçak yüreğin püskülleri ama süklüm püklüm değilim üstelik benzediğim ya da öykündüğüm bir Allah’ın kulu yok sadece önüme bakıp kendime ve elimdeki işe odaklanmışken başka hiçbir şey düşünmem çünkü aşmam gereken kendim haricinde bir kereliğine bile içimde kıskançlık duygusunu barındırmadım.
Güzel olan her insanı ve güzel yapılan her işi de takdir etmişken bir ömür talim etiğim elbet içinde yaşadığım kışlam: dedim ya ben kurşun askerim.
Kurşun gibi ağırdır da taşıdıklarım ama sevgiyle hafifler yüküm bazense kör bir kurşun gelir saplanır yüreğime: ne de olsa severek ihya ederim ben yüreğimi ve her nasılsa sevilesi kim varsa sevgim ağır gelir bu sefer onlara ve ben uzaklara çok uzaklara kaçarım.
Bir ömür uzağında çoğu şeyin.
Bir ömür iç içe insanlarla.
Sonra yeniden hayata küsüp kendi içime kaçtığım.
Ve ansızın doğan güneş gecenin bir vaktinde aydınlığın teşrif ettiği ve ben yine coşkuyla ve aşkla koşarken insanlara…
Rencide edildiğim yeniden ve işte kurşun gibi ağırlaşan yeni bir yük daha yüklendiğim.
Yüksünmez ki insan severken.
Ya, yok sayıldı mı?
Ya, bir de rencide edildi mi?
Şafağa yakın bir v/akit.
Yüreğimin sarsıldığı devasa bir deprem ve günlerdir artçı depremlerle sarsılıyor hem yüreğim hem kalemim ve mizacımdaki kırgınlık üstelik insan bir de fark etmeden o kırık fay hattında yaşamışken.
Kıramam ben kimseyi.
Kırgın olsam bile kızamam.
Diyelim ki kızdım ansızın saman alevi gibi sönerim ve kendime yüklenirim yeniden.
Ben bir kurşun askerim her ana yağan yağmura kapılıp sürüklenebilirim ama Rabbim beni bulur ve geri koyar ait olduğum bedene ve yerine.
Kabir azabı ile de tanışıklığım var hem benim: öylesine gölgeler var ki çevremde hani duvarın kulağı vardır, dediklerinden.
Ayak sesim ve nefesim ve mutluluğum en çok da hüznümle dalga geçer insanlar.
Yüksek sesle ağlamak ne kelime hele ki gülmek ağız dolusu.
Ben küçükken bir kere sokağın ortasında öyle gülmüştüm ki ama sadece bir kere üstelik yaşım on var yok ve annemin o sert ikazı ile yıkıldım desem yeridir:
Sokakta gülmek mi?
Haşa.
Gülerken içime atıyorum kahkahalarımı.
Ağlarken de içime akıtıyorum yaşlarımı.
Severken de için için seviyorum ve de sessizce artık.
Adeta artık yıl gibiyim:
Sadece ayın yirmi dokuzunu bekliyorum bir de Şubatı hani olur da cüce şubatta dört senede bir şöyle ağız dolusu güleyim.
Ve işte bu yüzden yazıyorum:
Gülmek ve ağlamak ve sevmek bile yasakken benim hayatımda…
Bense emir eri iken yüreğim.
Askeri kışlamda yaşayan bir kurşun askerim ben ve kurşun kadar da ağır yüküm ve işte yaza yaza hafifliyorum ve tüm duygularımla restleşip rastlaşıp kendimle yüzleşip bir de insanlardan yana ümidimi kesmediğim için içimde saklı sonsuz sevgi ve umudu sizlere, okuyucularıma sunuyorum çünkü beni anladığınızı biliyorum.
Ben bir kurşun askerim ve sekerim de bir cepheden diğerine.