Anafilya’nın 6. yayın yılında
Anafilya’nın 6. Yayın Yılına Dursaliye Şahan Dergimizin Onur Konuğu Oldu
Dursaliye ŞAHAN
Sayın ilgili, düzenlemiş olduğunuz etkinlik için öncelikle sizi kutlarım. Bu yıl etkinliğinize katılabileceğimi sanmıyordum. Eski sayılardaki sayfalardan biriyle ilişkilendirmek zor görünüyordu. Sayfalar arasında dolaşırken gözüme Tansel Atasagun’un ANAFİLYA Fotoğraf Yarışması’nda birincilik ödülünü alan portre fotoğraf çalışması ilişti. Fotoğraftaki ifade çok hoşuma gitti. Bir süre seyrettim ve sonra bu fotoğrafa ithaf ederek bir öykü yazdım. Daha önce bir yerde yayımlanmadığını isteğiniz üzerine belirtiyorum. Öykü bu fotoğraftan esinlenerek tarafımca yazılmıştır. (Ocak 2006, sayı: 55, sayfa no: 13, Başlık: Eski Bayramlar, Tansel Atasagun) Tansel Atasagun birincilik ödülü almıştır.
Dursaliye Şahan
- Ah canım arkadaşım, bu daracık omuzlarla karizma yapma çabaları da neyin nesi? Marka ceketin altında, ‘işte buradayım’‘ diyen tavrın, ‘ ‘bir arpa boyu’‘ uzaklaştırmış seni benden. Yetmemiş, bir de tertemiz İstanbul Türkçesi edinmişsin, en çok da, aksanlı konuşmanı özlemişken… Bu sabah oturup hesapladım. Tam 33 yıl olmuş. Aylardan Nisan mıydı yoksa Mayıs mı? Aklımda kalan ılık bir bahar güneşinin gıdıklamaları… Meğer o gün senin göğsüne kor ateşi doldurmuşlar. Her zamanki gibi seni ortalarına alıp, ‘ ‘Kırro! Kırro!’ ‘ diyerek el çırpmışlar; yetmemiş tükürük yağmuruna da tutmuşlar. Merdivenleri koşarak çıkıp, bir nefeste çantanı kapıp, kitaplarını toplamışsın. Aynı hızla geri dönüp, taş merdivenleri üçer beşer atlayarak, bahçeye koşmuş, bir daha dönmemek üzere, demir, ana kapıdan tam çıkacakken, birden aklına gelmişim. Arkandan konuşurum, ‘Kırro!’ nun yanına bir de ‘hırsız’ eklenir diye korkmuşsun. Aramış, bulmuşsun beni arka bahçede. Kızlar, hep birlikte ip atlıyorduk. Yanıma geldiğinde, pençe pençeydi yanakların. İri, kara gözlerinde biriken yaşları, gür kirpiklerin zor zapt ediyordu. Güçlükle al’ diyerek uzattın kırmızı kalemimi. ‘Ne oldu?’ dediğimde daha fazla tutamadın, tane tane aktı yanaklarından iri damlalar. Ağzın dilin kurumuş, zor konuşuyordun. ‘Ben onlardan değilim. Aralarında istemiyorlar beni,’ derken hıçkırmaya başladın. ‘Sakın gitme! Onlar gibi diploma almak zorundayız’ dedim, kırmızı kalemi geriye, cebine yerleştirirken. ‘Zorundasın’ yerine, ‘zorundayız’ deyişimin nedenini ben de bilmiyordum. Yıllar sonra dedemin cenazesinde ayırdına varabildim; herkesin alay ederek, güzelim çocukluk günlerini burnundan getirdiği aksanına duyduğum şefkat, tam da dedemin aksanına denk düşüyordu. Onca yıl nasıl fark edememiştim ki, dedem ve sen, ikiniz aynı aksanla konuşuyordunuz? Sınıfa önce ben girdim. İngilizce öğretmeni derse başlamak üzereydi. Kitaplar açılırken sen girdin kapıdan. Yüzünü yıkamış, başın önünde, en arkadaki sırana geçip, tek başına oturdun, her zamanki siyah sessizliğine gömülerek. Senin gibi ben de dersi dinleyemedim. Her derdin bir çaresi vardıysa, bu kahrolası… Eve gidince ödevleri bir kenara atıp, sınıfın listesini çıkardım. 17 kız, 24 erkek öğrenci, üçüncü kattaki çalışkan 1/A sınıfı, tam 41 öğrenciydik. O akşam beynimi yercesine çitiledim. Kolay olmadı 41 uygun lakabı bulmak. Ertesi günkü Tarih yazılısından sıfır almama nedendir ama bak bugün bile herkes birbirini o lakaplarla anımsıyor. El yazımdan anlaşılmasın diye, kardeşim Mahmut’a yalvar yakar yazdırdığım listeyi, sabah erkenden tuvalete asıp, kimse görmeden sınıfa çıkmıştım. Bir Cemil için üzülürüm. Sana ‘Kırro’ lakabını taktı diye, ona ‘pasak cemil’ demişim. Acaba diyorum, hayatını zindan eden o temizlik takıntısının nedeni ben mi oldum? Saat başı ellerini yıkamazsa rahat edemiyormuş. Günde üç kez de duş alıyormuş. Üstüne üstlük bir de başına sedef hastalığı çıkmış. Sen okuldaki en hızlı şut atan oyuncu olunca, hayranın da çoğalmıştı. Hadi itiraf et;‘Kırro’yu unutup, ‘hey tavşan, sıçrayarak gel’ diyenlere gülerek, ‘sittir lan’ deyip geçerdin. Her gol atışında, omuzlarda yükselip, seni alkışlayanlara gülen kömür karası gözlerin nasıl da ışıl ışıl parlardı! Hatırlıyor musun, benim nikah yemeğime bütün sınıf gelmiştiniz. Herkes sarhoş olmuştu. Sen saz çalıp, dilini anlayamadığımız bir türkü söylemiştin. Macide ağlayarak boynuna sarılmıştı. O güne kadar senin saz çaldığını bilmiyorduk. İki yıl sonra sen evlendin. Hiçbirimizin haberi olmadı. Köyde kır düğünü yapmışsınız. Şimdi tam 33 yıl sonra, bu pilav gününde; ‘arkadaşlar, dinleyin beni. Hâlâ unutmadığınız, severek hatırladığınız o lakapları size takan bendim, sebebi de…’ desem kim inanır? Hem niye keyifler kaçsın ki? Bu Jale ömür kız, nereden aklına gelmişse herkesin lakabına uygun maske hazırlatmış. Bakar mısın kocaman kadınlar ve erkekler, maskeleri takınca ne sevimli olduk değil mi? Ah Cemil’e neden o lakabı taktım? Jale ne yapacağını şaşırmış, Taci ‘bir kalıp sabun yapsaydın’ dedi. Biliyor musun, ben yaşlandıkça Mustafa Kemal Atatürk Orta Okulu’nun, 1/A sınıfını daha çok özler oldum. Niye sadece yılda bir kez? Her ay buluşsak, desem, ‘senin tuzun kuru, nasılsa emekli oldun’ der, gülersiniz değil mi? Ya Niyazi’ye ne demeli? Önümüzdeki yıl milletvekili adayıymış. Taci’nin elinden aldığı sınıf başkanlığından, Meclise ha! En çok da Selma’yı gördüğüme sevindim. İyi ki gelmiş değil mi? O gazete haberini kimse sormadı inşallah. Evli sevgilisi ile otelde basılıp, gazetelere manşet olunca, aylarca evden çıkmamış, çıkamamış. ‘Dayanamadım sizleri görmeye geldim’ diyor, ağlamaklı. Zeynep, ‘Soranlara sefam olsun demezsen, hakkımı helâl etmem sana!’ dedi; gülüştük. Her şey o günlerdeki gibi. Hadi gel otur yanıma. Kantinde çayı gizli gizli kıtlama içerdin. Benim artık şekeri ağzıma koymam yasak. Sen kulağıma o özlediğim aksanınla bir şeyler anlat, şeker hasretime damla damla ilaç olsun. 9 Mayıs 2006
Özgeçmiş: Sivas’ta doğdum, İstanbul’da büyüdüm, uzun yıllar sadece Londra, şimdi arada bir Türkiye ve Londra. Eğitim derseniz; ilkokul, ortaokul, lise, üniversite. Olaylar olaylar ve… ama hep yazmak. Arada uzunca bir bankacılık… Sonra Londra’da temizlik işçiliği, gazetecilik, öğretmenlik filan… Şimdi ise sadece yazmak… Hep aşk hikayesi diye yola çıkıp, ‘Kırro’ gibi öykülerle bitirmek de ayrı bir gariplik olsa gerek. Tabii önce iki çocuklu bir ev kadını…
Dursaliye ŞAHAN
sayfa:8
Kaynak: ANAFİLYA
ANAFİLYA’dan: 6. YAYIN YILINA BAŞLARKEN ÖYKÜ TÜRÜNDEKİ BU KATILIMIYLA DURSALİYE ŞAHAN DERGİMİZİN ONUR KONUĞU OLMUŞTUR