Akademik Acizlik | Zafer Kalfa
İlk kez 1996 yılında okuduğum bir kitabı geçenlerde tekrar elime aldım; Fikret Mualla… Sevgili dostu Abidin Dino’nun yazdığı, 1980’de İstanbul’un Yaylacık Matbaası’nda basılmış bu kitabı babamın kütüphanesinde bulmuş sonra bir fındık ayında, rahmetli dedemin köyünde okumuştum, Trabzon’da.
Ondan sonra en son 2004 yılında, RolloMay’in Yaratma Cesareti’ni(Alper Oysal’ın çevirisiyle) okurken bu denli zevk aldım. Bu iki kitap (elbette örnekleri çoğaltabilirim) bana, en girift meselelerin dahi insanı bunaltmadan öğretilebileceğini göstermiştir. İsmail Tunalı’yı elime aldıktan otuz dakika sonra bırakmışımdır. Mesela ve bunun bir kayıp olduğunu halâ düşünmüyorum. Rollo May veya Abidin Dino’nun boş adamlar olduğunu kim söyleyebilir?
Neden sonra, hayıflanmadan edemedim; son yıllardaki akademik çalışmalarım gereği elimin altından yüzlerce makale ve lisansüstü tez geçmişti; neredeyse hiçbiri okumaya değmezdi. Neden? Çünkü sadece bilgi aktarıyorlar ve üstelik aktardıkları bilgilere kendileri de inanmadığı için beni cezbetmiyorlar. Tıpkı bir insan gibi, bilgiyi tanımamızın yolu da sevmektir. Abidin Dino’nun başarısı budur işte; Mualla’yı, dönemin İstanbul’unu, Babıali’yi, yağmuru ve çamuru hatta… Size sevdirir ve sonra onları öğretir. Satır aralarında Batı sanatının ustalarından veya Mesnevi’den örnekler vermeyi ihmal etmeden hem de…
*
Hayıflandım, çünkü bugün, hem bilimsel hem edebî olunabileceğini kanıtlamak için çok çaba harcıyorum. Vasıf Kortun’un 1998’de kullandığı ifadeyle; “teoriye kanıt süsü vermeyi deneyen, isim serpiştirmeci akademisyenler” tarafından neredeyse işgal edilmiş bir sahada belki de imkânsız bu; bilemiyorum. Günümüz akademisyenleri, bu gülünç denilebilecek tabuları nedeniyle yalnızca sanat yazımının gelişmesi önünde engel oluşturmuyorlar; sözüm ona dört elle sarıldıkları bilimsel kuram ve kavramlara da aslında tümüyle aykırı davranıyorlar ve korkarım ki onları takip eden lisansüstü öğrencileri için de pek bir umut yok. Çok acı.
Şunu en baştan ortaya koyalım: Teori, kanıt değildir. Atıf da bilim değildir. Teori (kuram), bir varsayımdır ve sizi hiçbir şekilde haklı çıkarmaz. Kaldı ki kuram, bugünün akademisinde ayıplanan, küçümsenen bir şeydir. Ne yazık ki yazarın yaşı veya unvanı ölçüsünde kuram sunabileceğine inanır hakemlerimiz gibi jüri üyelerimiz de. Bu yüzden bir lisansüstü öğrencisinden doçentlik için başvuru yapacak bir öğretim üyesine kadar camiadaki pek çok kişi, o meşhur sonuç bölümlerine kendi düşüncelerini yazmaya cesaret edemezler. Zamanla bu bir tabuya dönüşür ve anlama, çıkarım elde etme ya da yorum geliştirme yetisini tümüyle yitirmiş yüzlerce insanın, beyni pırıl pırıl gençlere hocalık ettiği yerlere dönüşür akademiler. O halde bunca kitabı, bunca makaleyi neden okumuşlardır? (Okumuşlar mıdır?).
Yüksek lisans öğrenimim sırasında yazdığım bir makale, dersin öğretim üyesi profesör tarafından ödev olarak kabul edilmemişti. O sıralar Tolstoy’un Sanat Nedir kitabı üzerinde hararetle çalışıyordum ve kendimce bir iddiam vardı. “Hayır” dedi profesör, “Sen bu yazarı anlayacak yaşta bile değilsin!” (Hatta beni dincilik yapmakla bile suçlamıştı). Ayrıca çok az atıf kullanmış olduğum için bunun bilimsel bir yayın olamayacağını söyledi. Şüphesiz ki akademik bir yayının, şu an okudunuz yazıdan farkları vardır. Havada kalan cümleler kuramazsınız, akademik yayın bir köşe yazısından elbette farklı olmalıdır ama bilimsel olmanın tek yolu, yazara kendi cümlelerini kurmayı yasaklamak değildir. Bu bilim değil, bilim yobazlığıdır ve akademik camianın bu gerçek ile yüzleşmesi artık kaçınılmazdır.
Lisansüstü tezimde Google’u değil kütüphanemi ve bizzat gidip Museum of Modern Art’ta taradığım belgeleri kullanmış biri olarak, bir akademik yayının bilimselliği konusunda bana akıl verebilecek çok az insan olduğuna bahse girerim. Bir sanatçı hakkında iki satır dahi yazmadan önce onu, dedesine kadar araştırmayı denerim (İnanmayan yayınlarıma bakabilir) ve bence akademik bilimsellik diye tapınılan isim serpiştirme zırvalığının kazandıramayacağı bir değerdir bu. Eğer size kendi fikirlerinizi geliştirme olanağı sunmayacaksa başka fikirleri okumanın, onları tek bir paragrafta dahi peş peşe sıralamanın nesi bilimsellik olabilir ki? Bu, en basitinden, “Nereden biliyorsun?” sorusuna, “Babam öyle söyledi” demek gibi çocukça bir itaattir ve hele de sanatta, hiçbir kuramın kanıtlanabilir yanı olmadığı gerçeğini inkâr etmek anlamına gelir.
Akademik bilimsellik kavramı o kadar yanlış anlaşılıyor ki, 1950 yılında New York’ta yaşanan bir olayı incelediğim makalem, hakemlerden biri tarafından “yazım dilimin bilimsel olmadığı” gerekçesiyle onay görmemişti. Ona, “bilimin bir üslup değil yalnızca kanıtlanabilirlik meselesi olduğunu” ve bana, olayın geçtiği tarihte yayınlanmış haberleri (Life Magazine ve New York Times’tan bahsediyorum) Türkçe’ye çevirip okuyucuya sunduğum için teşekkür edilmesi gerektiğini yazdım. Neyse ki bu yanıtım, baş editörü tebessüm ettirmiş olacak ki makalem aynen yayınlandı. Üslup, bilimselliğe engel değildir! Bilimsellik üslup ile ilgili bir mesele de değildir!
Dilimi bilimsel bulmayan o akademisyenin beklentisini tahmin edebiliyordum. “Görülmüştür… Söylenmiştir… Yapılmıştır…” gibisinden kip takıntısıyla yazmanın bir salgına dönüştüğü günümüzde aslında bilimsel olan da uzaklaşıldığının farkında dahi değildi. Halâ pek çok kişi, yazmanın salt akademik değil aynı zamanda edebî de bir iş olduğunu ve ikisinin aynı anda başarılabileceğini göremiyor. Bu yüzden akademik yayınları kimse okumuyor; bizzat akademisyenlerin kendisi de…
Beni, Abidin Dino’nun Mualla için yazdığı kitabı tam yirmi dört yıl sonra yeniden okumaya iten duygu bu olmalı. Her gün bir başka sıkıcı, kof ve kişiliksiz makale ile karşılaşıyorum. Bunlar, bilimsel ve akademik olabilmek (hatta sadece öyle görünebilmek) için yazılıyor ama ne bilimsel, akademik ne de sanatsal bir ivme göremiyoruz fakültelerde. Öğrencimin biri gözleri dolu olduğu halde yanıma geldi; elinde tablosunu taşıyordu. Resme baktım, harikaydı ama dersin hocası ona, “henüz öğrenci olduğunu ve kendi tarzının olamayacağını” söylemişti. Bu tam anlamıyla zavallılık. Öğrenci değil, hocasıydı zavallı olan.
Zafer Kalfa