Füruğ Ferruhzad’a | Nesrin Maple
Hepimiz dünyaya insan olarak geliyoruz. Cinsiyetimizi doğa belirliyor; dişi ve erkek. Ne kadar yalın değil mi? Sadece öz anlamları. Sonrasında içinde bulunduğumuz toplum cinsiyetimiz için çeşitli ifadeler kullanıyor. Ve bunlarla farklı atfedilmiş kimliklerimiz oluyor. Kadın kelimesi için Türkçe’ de tam 20 ifade buldum nette; Hatun, kadın, hanım, hanımefendi, begüm, banu, avrat, dişi, uragut, kız, dilber, ahu, karı, yosma, sürtük, fahişe, kaltak, orospu, bayan, kasık mancası- bunu da hayatımda ilk kez gördüm.
Neden bunları araştırdım derseniz bir kadın şairi anlatmak istediğim için: İsmi Furuğ Ferruhzad. İranlı bir şair, yönetmen, yazar ve oyuncu. Dünya sahnesine İran’da ülkenin çalkantılı olduğu bir dönemde doğmuş ve genç yaşta elim bir trafik kazası sonucu ölmüştür (1935-1967).
Savaş, Şah Pehlevi otoriter yönetimi, sıkıyönetim, dini baskılar, siyasal çalkantılarla dolu bir evrenin tam ortasına düşmüş asi, özgür olmak isteyen bir ruh. Aykırı, sıra dışı bir sanatçı. Tamamen ataerkil bir toplumda özünü, kendini arayan bir dişi ruh. Bu arayışta pek çok duvara ve aynaya çarpmış. Zor bir zamanda, zor bir mekanda ve zor insanlarla oradan oraya savrulmuş.
‘Gecede, şu an bir şey geçiyor
Ay kızıl ve karmaşık
Ve her an düşme korkusu yaşanan bu damda
Bulutlar yaslı kalabalıklar gibi
Sanki yağmurun yağacağı anı bekliyor
Bir tek an
Ondan sonra hiç
Bu pencerenin arkasında gece titriyor
Ve yeryüzü
Geri kalıyor dönüşünden
Bu pencerenin arkasında bir bilinmeyen
Beni ve seni bekliyor…
Rüzgar bizi kendisiyle götürecek
Pencerenin arkasında titreyen bir gece, üşümüş ruhu gibi. Son kitabının ismi de ‘İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına’
‘Bir pencere, bakmaya
Bir pencere, duymaya
Bir pencere yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi
Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.
Yalnızlığın küçücük ellerini
Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla
Dolduran bir pencere
Belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine
Bir pencere, yeter bana
Bir pencere yeter bana bir tek pencere
Bilince ve bakışa ve suskunluğa
İşte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı
Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı
Ve sor aynadan
Adını kurtarıcının
Ve işte senden daha yalnız değil mi?
Ayaklarının altında titreyen gökyüzü?
Yıkıntı elçiliğini, peygamberler
Kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?
Ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin
Bu patlamalar art-darda
Bu zehirli bulutlar?
Ey dost, ey kardeş, ey herkes!
Yazın tarihini gül soykırımının
Onun penceresinin önüne hep perdeler konmuş.
Saklanmak istenmiş güneşten, aydan, yıldızlardan, ışıktan.
Korunmak istenmiş, hapsedilmek, penceresiz odalarda kilitli.
Kendi penceresine sahip olmak istediğinde ise farklı kadın kimlikleriyle yaftalanmış ve ruhu yerlerde sürüklenmiş, aşağılanmış.
‘…Titredi
Ve birden döküldü iki yana
Ve uzun iç çekişler gibi uzandı bana
Yarıklardan çıkarak
Yalvaran elleri
“Çok soğuk
Çizgilerim kesiyor rüzgar
Düşünüyorum bir tek insan var mi simdi
Yitilmiş yüzüyle
Tanışmaktan
Korkmayan?
Zamanı değil mi artık
Açılsın+ bu pencere, açık açık açık
Yagsin gökyüzü oradan….
Kendi kimliğinin ölüm namazını
Kilsin insan inleyerek? ”..
Özgürlük yalnızlığı, yalnızlık özgürlüğü doğurmuş onun evreninde. Özgürlük cesaret ister. Erkek şairler yazdığında karizmatik, romantik, duygusal diyerek övülürken, kadın şairler yazdığında ise yasak, erotik bulunan dizeler kendisi hakkında çirkin yaftalamalarla yer almış basında. Narin ruhu örselenmiş. Bu ikiyüzlülüğe isyan etmiş.
….yalnızlık boyutlarındaki bir odada,
aşk boyutlarındaki yüreğim,
kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder,
saksıda çiçeklerin güzelim yok oluşunu
ve senin bahçemize diktiğin fidanı
ve bir pencere boyutlarında öten
kanarya ötüşlerini.
ah..
budur benim payıma düşen,
budur benim payıma düşen,
benim payıma düşen,
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür,
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette,
benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü gezintidir…
Çocuk denilecek bir yaşta despotik baba otoritesinden kaçarken, başka bir otorite altında bulmuş kendisini. Sevecen ve şefkatli bir babanın boşluğunu doldurmaya çalışırken çocuk yüreğinde, başka bir otoriteye demirlenmiş bulmuş kendisini. Ona biçilen rolü oynamayı reddetmiş yeniden. Özgürlüğü ile çocuğu arasında seçim yaptırılmaya zorlanmış. Hep aynı çaresizliğe, yalnızlığa, anlaşılamamaya uyanmış, beyninin ve ruhunun labirentlerinde hüznün kokularıyla, kederli, deli divane dolaşmış. Sevgiyi ve aşkı ararken kaybolmuş ve acı içinde şiirlerine sığınmış. Acı tek kişilik bir tiyatro. İçindeki çığlıkları susturamamış. Kadın seslerinin pek duyulmadığı bir ülkede, isyanını ‘ sadece ses kalacak ’ diyerek haykırmış.
‘Ne için durmalıyım?
Yol hayatin kılcal damarları arasından geçiyor.
Çevrenin niteliği tüm kokuşmuş hücreleri öldürecek
Ve şafağın kimyasal atmosferinde
Sadece ses kalacak,
Zaman zerreciklerine bağlanan ses.’
Furuğ kardeşi Feri’ye yazdığı son mektupta “Ailemizde ilk ölen insan ben olacağım, sonra sıra sende bunu biliyorum’’ diyor. Ve kehaneti doğru çıkıyor.
Sen burada, benim bütün hayatımı parçalayıp mahveden insanların arasında yaşamalısın – bunlar bir hiçler, hiçler – hiçler… bu gün senin fotoğraflarını dergilerinde basanlar ve ona buna yedirenler, yarın her yerde senin aleyhinde konuşmaktan başka işleri olmayacak ve nerede yazarlar yazsınlar seni kötüleyecekler… … senin dayanma gücün ne kadardır bilmiyorum, ben kendim olmam için – bunların arasında yaşamışım – bunların arasında ölmüşüm ama sen?…
Ben de senin gibi sokağımızın tozuna toprağına, Emiriye’nin çocuk dilencilerine, güvercinlerine ve köpeklerine ve günebakan çiçeklerine aşığım ama sen bunları kim için anlatacaksın?
Sen sadeliğinle ve temiz ve çocuksu duygularınla yaşıyorsun ve bunlar tam senin bu duygularınla dalga geçerek geçiniyorlar.
Ben böyle şeylere alıştım ve bu palyaçoları çok iyi tanıyorum sen de gel onları daha iyi tanı. Senin ve sevgili Anya’nın gelişini bekliyorum. Herhalde ailemizde ilk ölen ben olacağım ve sonra da sıra sende. Ben bunu biliyorum.
Sevgilerimle
Furuğ
…
Nesrin Maple 12.12.2021