Dokunamadıklarım | Yaşar Üstün
Demlenmiş Şiirler | Takım Elbiseli Acılar ( X)
Avucuma kuş konmadan
aradığım yerleri hiç bilmeden
dağ bayır koşa koşa yoruldum
savurdum rüzgarla omzuma düsen yıldızları
kendimi… yasaklarla kuşatılmış hissettiğimde
taşa çaldığım kahkahalarımla
içimdeki acıyı cebime koymadan
tek kurşunu kalbime sakladım
kurda kuşa böceğe bitmemiş türküler söyledim
yastık altlarında unuttuğum cizlavet ayakkabılarım
çize çize kanattığım dizler
bayramlarda şeker sevinçleriyle çocukluğumdan taşıp geldi
hep yorgunlukların gölgesinde büyümüş.
yürümüş ayaklarıma derman oldu
bu sis bu buğu dağıldı
üzerime çöken… gözlerime sızan
bulutlar hep çocuk gülüşü yükü olup
tek bir yağmur taneciğine dolarak
çöktü göğsüme sağnaklarcasına
bütün çeşmelere kova kova su taşıdım.
boralarda kaçacak delik ararken herkes
fırtına kuşunun kanatlarına yüklendim
yol ayrımlarında kalmasın diye
kaldırım taşlarına örülmüş anılarım
birbirine hep uzak kaldı
anlaşılmamak için anlamak uğruna
demek ki açlık dinmiş
kurşundan birer asker gibi
utancından yüzü avuçlarla kapanınca
sırca köşklerden saraylara taşıyormuş insanı
II.
Kan damlayan bağrımı sessizliğe bırakmak gibi
şiire sığan aldanmalar yük ve acı getirmiyor
“Dokunmaya ” kıyamazken sana
gölgen omuz başıma kadar uzandı
adımların oldum merdivenli basamaklarda
derine d-almalar pabuçsuz ayaklarınsa
yüzme bilmeden ellerinle gözlerinle arayarak
bulur musun beni okyanusun dibinde
sen beni hiç denemeden
yara taşıdığımız yerlerden vurdun
üzerimde marangoz ustaları vernik kalıntıları
virajları kimsenin önüne koymayacak kadar vicdanım
imge imge
denizler içinde sen dolaştıracak kadar tanımım var benim..
her şeye kendinden başlayanı kaçırmadan
heybem bilerek
oh olsun dercesine yüreğime denk gelmeyen
yaşım da başımda
o piti piti karemela sepeti yüreğinle
gözlerinden tutuşumla öpüyorüm
kurşun kalem dolu ellerinden
makamlara sığmayan faslımız ömürde
aşkı taşıdıkça aynı papatyanın o mu bu mu diye
koparılan yapraklarıyız
yolcusu içinde
biraz yaklaşır mısınızlarla dol-muş
hiçbir durakta durmayan
bu şiir aşk
sana aşk
güneşin sıcaklığı da…
nefesimizin buharı da
yüreğimize ateş edeni de o… …
III.
Elmanın dörde paylaşılanı yitince
kası kırlangıç yüreği bulut Berkin’imizle…
sokak lambalarını kibrit ateşiyle yak parke taşları bile yüreğin olmak
hep yola gitmek gibi
bir şey ya da sen
çamaşır leğenlerinde hayati yıkayan ellerimsin
Sükrü Erbaş gençliği gibi bakıyor
önümdeki bir fotoğrafta Kuzey Genç’e
gitme… gözyaşı olur yüreğim sen bu algıda kal
hayat bizi haziranda bile üşütürken
yaz sıcakları teninde olsun
yeter ki kendini bile göremediğin aynaları
bıçağın neresine takarsan tak
bıçağın ucundan…
bıçağın sırtına …
Ahmet Erhan benim yüreğimin yarısı
gökyüzüne bakan tarafım…
Ahmet Telli gibi
“ Suyun bile çürüdüğünü “ öngörmek ”
şairlik değilse nedir
Ah Asaf’im Ah…
bize hep kendimizi bıraktın
her birimizden geriye
bir soru imi işte
geç kalmamak… çığlığın kaç yıldır benimle
geç kalanlar sığıyor unuttuklarına
kaç balık var ki adı kılıç olan
çağladığım ne varsa ırmaklarda yer bulduğu için
geri aldım gözlerimi çoğalmamız azalmasın diye
ellerimiz birbirini tutuyorsa biraz da maya tutsun
göl yerine aşka çalacak
hep uzaktakilerle ağırlaştı
sırada bir kahve hatırı kaldı
o da kırk yıla dayanan
dünyanın beş harfli olduğuna bakma
adımızın harflerine basılan o mühürler ki…
ömrümüzün kapısıdır
çalmadan İçeri girilen
harflerle yüreği yaralanansa ben
o acıdan üç harften
Aşk’tan daha az
1.
Bizi azaltan yarışmaların yengisi seçelim
toprak delik deşik olmayın
çiçeğe de durmuyor hiç…
yüzüme kapanan kapı
sayısı kaç oldu
unuttum gitti
kalan günlerim gülümsemesi
İştahsız… sevinçsiz…
bu dünyada hep
İnat ediyorum öteki taraf için
Kim bilir
bula bula karsılaştığımız
zamanlarda
” Dokunduğunda ” hemen söyledim
içindeki şiirin ben olduğunu hissetsen de
el sallayacak hayata veda edecek
gurbet olacak yollarım
söyleyemediklerim gülüşünde güzel
saklambaçlarda söbelemeden…
çekip gidip… adını taşıyan
bu kenti
bırakacağım
ellerimi soğuk bulanlara
odun ateşiyle semaverde
pişmiş sıcak cay olsun ikramım
bardak elinizde kalmasın dileğiyle
cam kırıklarını da toplayalım
gölgem bile kendisinden büyükken…
kurtuluşun olacaksa unutmak…
hiç düşünme…
sığınaklara kapanmış
düşlere karakalem çalınmış
yüzüm yok ki benim
körebeleri…
saklambaçları oynamadan
silgim de yok silecek seni
sadece kalbime saklanıyorum…
gökyüzü az gelir taşıyıp getirdiklerimize
sevdan mı… içinde
bazı şeyler
sen gibi… adını” sessize ” almak gibi
rüzgarı bile olmayan
bir yelkenli gibi
kalpte inci olmanın kabuk yolu
her sözcük her harf bir yağmur taneciği olur belki…
hepsinden daha fazla hüznü
varken değil yokken güzeldin
V.
Yormak mı taşımak mı?
hem kendimi hem şiir bulduklarımı kaçırmamak telaşım
seni susturmak istemiyorum
yanımda yöremde yakınımda dudağımda her yerimde ol
meydan okumam hayati kötüleştirenlere kulağına bağırmadan üflediğim seslere
yağmurların değil senin arkandan gidilir
şimdi bir yağmur tanesini yakaladım da
başlamam, çoğalsam
dilimizin sevdası çocuk sevincimiz olur
sana bana sığmadıkça
bu hayat… kaç kişilikti
had bildirmiyorum ki
gizemim yok suya düşen taş gibi
ben zaten hep olduğum gibiyim yolumda en çok tutunduğum dizem sensin o da içine işlediğinde şiir olacak
nereler bizim ömrümüzün yükü
bütün ölçüm yüreğim
mutsuz bir mutluyum işte
faturası ömrümde anlamını şarap yapmış
feryat figan sözcüklerimde
VI.
Yalnız kalabalık kentli kentsiz ama hep çizgisiz
yandıkça eskimeyen yandıkça
kül bırakmayan yangınlar temmuz yangınları
sözcükleri yaksa da insan
Aşkı yakamıyor şiirleştiriyor
mevsimler dirilince
insan mevsimlerin önüne geçer mis
gecenin bütün vakitlerinde
insanı kuşatan ayazlar…
yüreğini üşütse bile…
umudunu güneşe hazırlarmış
koş bana yüzün gökyüzünde
maviliğin aşka yerleşen hayatın içinde
eksik ceplerimi yamayarak sokaklara taşındım
yazdıklarımı değil dikkate almak
mermerlere kazısalar bile
yaraya d-okunan sözüm kalır
ben kalbime yazıp giderim
hiç bakmasan bile arkasına saklandığın
ya da hep benini gördüğün
bir aynan oldu gözlerin aydın
yollarını ezberleterek
şiirleri toplayan şiiirselliğine ne söylenir ki
..
bu acılar sana emanet kalmasın
bu yorgunluk hepimiz
yasamaya koşmak gibi telaşlı
hiç görmesem de seninle yumarım gözlerimi
“Aşk” diye
biraz çay
biraz hayat
uzaktan kaval çalsak da…
gidilecek yalnızlık yerine
yolcusuna kapı açacak ömürler olsun önümüzde
ben gezdikçe gölge olurum
cerahat olan hüznümüz değil
bize yüklenen kabahatlar…
dünyanin beş harfli olduğuna da bakma o acıdan
üç harften daha az
VII.
İmgelerimin bulutusun
el sallanmamış vedalar hep gökyüzünde
Ah…… ben bu ahı içine sığmadığımız fotoğraflardan çektim
oturduğumuz koltuklardan baktığımız
” Ayna ” hiç kırılmayacak…
başka bir şey bu can gibi güneş gibi
sevda gibi yakası açılmadık küfürler gibi
ömrüm mü?
çıkmaz sokaklarda
ağaçtan yere düsen bir yaprak
rüzğar estikçe savrulan
kaldırım taşlarına çarpan kırılan
adına hayat dersin
su bile içsek
içtiklerimizle hem dert hem tahammül olan
şimdi her şey yalan
kıyılarda deniz kızının gözleriyle dolaşırken bile
güneşle denizin ay ışığını içine alan
buluşmaları dışında
dalgaların su yerine
martı taşıdığı yalan…
sessiziz isyanımız şiirde sessizlik olmasın
daha yeni geldin haziran
hep üzerimizde kal
ülkemin her tarafını koklayarak yaşadım
çıktığım her merdiveni unutarak
basamakları yol acısı yaparak
yüreğimizden gelen hüzün bombalarına
bırakma bizi
VIII.
Yıldızları sönmemiş bir
gökyüzüyse…
yüzü kapanmamış çehreyse
gözleri aşka hançer olana karşı bir kılıç kalkansa
yere düşmemiş bir çocuk sevinciyse
ovalara kırlara dağlara dörtnala koşan
doru bir at kişnemesiyse
koca denizlerde kürekleri elinde yelkensiz bir sandalsa
haram yemeden aç sofralarda ekmek yerine
sevgiyi elleriyle elma payıyla bölüştürense
hayatı kurşunlayanlara bir kurşunsa
Aşk…
bana Lorca’nin kursuna dizilirken ki yüreğini yükledi
hiçbir hoşcakal beni biriktirmedi
yağmurları sicimden öte
çocuk ve umut kılarak
beni en çok sen seversin diyecek kadar
bu şiirle yanağına gül damlatma hayali uyandırdım
içimiz dışımız patlayan bombalara inat
güneşle deniz olsun cebime doldurduklarım
bir düşe uyuyacak kadar
gecenin bu güzel saatlerinde sokaklara çıkıp
göğe bakma denize merhaba deme
gözümle görmesem de uçurumlarda kalmış
tenine ay ışığı batmış sevda dolanmış
hiç yas almamış gözlerinle
yüreği şiir dolu kadın
cehennemim bakışın olacaksa cennetinde askım
düşlerin benimleyken düşlerin sevgilisi olmak kolay mı?
Aşk Aşk olunca ayrılığı bile aşk diye yaşatırmış
IX.
Hangi yola düşsem… bir uzunluk…
kilometresi hiç olmayan
Tutunamayan tutamayan değil ki
sözcükleri değil anlamları saklamam
tağmurları davet edecek bulutlara
acılarımız da çıkmayan bir kumaş lekesi
umutsa yüzümüzde kalın bir çizgi
silecek eli hiç olmayan…
noktası bitse üç noktası kalmış hep saklanmış
günsüz hayattan geri alıyorum gözlerimi
tek bir yağmur taneciğinde eridiğim için
ben hep göğe bakarım
sevdiklerimi orada ararım
gözlerimi versem de görsen
çok kalmadı ömrümüz
insan eliyle tuttuklarını anlatıyor
diline düğümlenen sözcüklerinle.
en güzel hosçakalla kalıyor insan
kalbim yoruldu bırakıp gidebilir miyim?
X.
Gitsem de… her yerde biraz yoğum
dert olacak sözler mi?
aşkın ciğ olanı
sevgilinin ciğ olanı
ömrün çığ olanı
yutmakta zorluk ya da kolaylık çektiğim
birini bile kendime saklamadığım
büyük lokmalar
hepsi dizelerimde…
gökyüzüne vurdum isyanımı
rengine umut olsun diye…
geriye her zamanki gibi
öksüzlüğümüz…
geç kalmalarımız
yitene…
Gidene… eyvellah
aslı yüreği
kendisi olana
sendeki beni göremeyene
ta kendisi olan
nasıl olsa ben değilim
hüznü hiç bırakmayalım
o bizim giymeyi hiç bırakmadığımız
şiirim…
en güzel Takim Elbisemiz….
bunu anlamanın keyfiyle
Aşkı öldüren Tanrı’ya
yüklüyorum aşkı
1.
Bir geceyi daha sarıp sarmalarken
sen ölme…
senden önce ben öleyim…
yalnız 94 ‘ten beri sakladığım
Tekel Altın kanyaktan…
bir yudum ölümümün yanında
içeceksin
gözlerim acıksa…
bir yudum da ben alıp gideceğim
bana mı…
bağrımda tütecek yangınlar
bir de… ” Dokunamamalar ” kalsın…
Yaşar Üstün
Haziran-Temmuz
2016
Şiir Kitabı Hazırlığından
…